14 Mayıs 2018

"Tüketici" olmaktan yeniden "Yurttaş" olmaya...

Saray düzeninin şifrelerini hepimiz biliyoruz: Önce borçlandır. Sonra da...

Yakın gelecekte Türkiye’nin yaşadığı son 16 yılı anlatırken, şöyle bir tanım kullanacağız: “Üretimle gelir yaratan değil, borçla tüketim sağlayan bir düzen”.

Ekonomi üretimden tüketime, her yanıyla borca ve dış finansmana bağımlı. Milyonların, yaşamsal ihtiyaçlarını giderip gidermeyeceğini,  krediye yani borca erişip erişemeyeceği belirliyor. Bu borç sarmalı halkın tümünü içine almış durumda. 30,1 milyon kişi bankalara borçlu. Hane halklarının borcu 2002’de 6 milyar TL iken 2018 Ocak ayı itibariyle 536,5 milyar TL’ye çıkmış. Şirketlerin 1 yılda ödemesi gereken dış borç tutarı 80 milyar dolara, bankalarınki ise 104,4 milyar dolara ulaşmış.

Bu üretimsiz borç düzeni, iktidarın siyasi bir tercihle, bilerek isteyerek kurduğu bir düzen. Bu düzenin makroekonomik maliyetlerini her gün yaşıyoruz. Cari açık yıldan yıla artıyor. AKP’nin kurduğu düzen nedeniyle borç almak zorunda kaldığımız yabancıların iki dudağı arasına sıkışmış olmak, ister Türkiye’de ister dünyanın diğer ucunda, dünyanın neresinde bir esinti olsa, Türkiye’de fırtına etkisi yaratmasına yol açıyor. Türkiye’nin kırılganlıkları kolayca herkes için riske dönüşüyor. TL neredeyse anlık değer kaybediyor. Faizler düşmemek üzere artış eğiliminde. Hayat gittikçe pahalanıyor. Bu ekonomik maliyetleri dışında borç düzeni hepimizi “yurttaştan” önce “tüketici” olmaya zorlayarak demokrasiyi de yok ediyor.

Bunca maliyetinin yanı sıra, bunca borç ne işimize yaradı, diye sormadan da edemiyor insan. İşsizlik mi bitti? Hayır. Refahımız mı arttı? Hayır. Eşitsizlikler mi giderildi? Hayır. Yoksulluk mu bitti? Hayır. O zaman, artık bu düzene tamam deme zamanı geldi de geçiyor.

Açık ki, bugün en acil ihtiyaçlarımızdan birisi bu borçluluk sorununu çözmek.

Bunun için bugün var olan borç stokunun yarattığı sıkışıklığı giderici bir acil eylem planı ortaya koymak, borçlu olan milyonlara bir nefes verecektir. Ama daha önemlisi ve artık ötelenemez olan ihtiyacımız,  borçlanma gereksinimi duyulmayacak gelir düzeylerine kavuşacağımız, üretim dönüşümünü başlatmaya dönük adımları atmak. Bugün verilecek bir nefesten daha önemlisi gelir arttırıcı üretim reformları ile süregelen nefes darlığı sorununu kalıcı bir biçimde çözmek.

İşte bu yüzden, her alanda olduğu gibi 25 Haziran ve sonrası kuracağımız eşit, özgür, barışçıl, laik ve demokratik düzenin bütüncül adımlarını tarif etmeliyiz. Herkesin refahının artacağı, tüketici bireylerden yurttaş özgürlüğüne kavuştuğumuz o aydınlık gelecek için kısa vadeye dönük acil eylem planı ile daha uzun vadeli üretim reformunu aynı bütüncül programın tamamlayıcı unsurları olarak hemen uygulamaya geçirmeliyiz.

Kısa vadenin popülist büyüsüne teslim olmadan, uzun vadenin gerçekleşmesi için ortak Türkiye hayaline herkesi ortaklaştırmalıyız.

Borçla kamçılanan değil, üretimle zenginleşen bir gelecek mümkün. İşte o gelecek için “biz” olmalıyız. Yüzde 99’u kapsayacak ve kucaklayacak, kutuplaşmayı, sosyal ve ekonomik ayrımcılığı sona erdirecek bir kalkınma yaklaşımıyla güvenli bir gelecekte ‘’biz’’ olmamız mümkün. Borçluluğun bir kader olmadığını, iktidarın siyasi tercihiyle kurduğu düzenden kaynaklandığını hatırlayacağız. Ve refah dolu, eşitlikçi geleceğin kamu kaynaklarını verimli, etkin ve emekten yana kullanmayı tercih edecek bir siyasetle mümkün olduğunu hatırlatacağız.

24 Haziran sandığında karşımıza konulan tercih işte budur: ‘’Borçlu’’ tüketiciler olarak kaygılı bir gelecek mi yoksa ‘’aktif yurttaş’’ olabileceğimiz üreterek zenginleşen ve hakça paylaşılan güvenli bir gelecek mi? Endişeli bireyler mi huzurlu ‘’biz’’ mi? Diktatörlük mü demokrasi mi?

Borçla tüketen bugünden, üretimle zenginleşen bir geleceğe geçişin reform ihtiyacının ne olduğu açık. İktidarın yarattığı düzenin yükünü çeken milyonları önce bu yükten kurtarmak gerek.

Büyük şirketlerin borçlarını yeniden yapılandırarak, vergilerini affederek, mega projelerde ödeme yükümlülüklerini öteleyerek iktidar açıkça tercihini ortaya koyuyor. Bir nefes verilecekse, ilk akıllarına gelen rantçı sermaye oluyor. Bizim tercihimiz ise dar gelirli ve emekçilerden yana olacaktır.

Bunu yaparken tasarlanacak politikaların milyonları bu yükten kurtarırken tüm zorluklara rağmen borç ödemelerini zamanında yapmış olanları cezalandırmamayı, yeni adaletsizlikler yaratmamayı gözetmesi şart. Bile bile, düşük gelirlerine rağmen milyonları borç sarmalına dahil etmiş olan finans kesiminin, bu politikalardan ortaya çıkacak yükü üstleneceği bir yapıyı kurmak da, eşitlik ve adalet ilkesiyle gözetilmeli. Yüzde 99’u kapsayacak bir ortak Türkiye geleceği kısa vadede verilecek nefesin işte bu bütüncüllüğü korumasını gerektirir.

Nitekim biz 7 Haziran 2015 seçimlerinde CHP’nin ekonomi programını yazarken, bu tercihi açıkça ortaya koymuştuk. O dönemde borcunu ödemekte zorluk çeken yaklaşık 6 milyon dar gelirli vatandaşın güvenli bir geleceğe adım atmasını sağlamak için borç faizlerinin en az yüzde 80’ini silmeyi ve kalan borçları yeniden yapılandırmak üzere bir Fon kurulmasını önermiştik. Bugün bu sorun artık 8 milyon kişiyi ilgilendiriyor. Borç yükünün orta vadede artan gelir ile çözüleceği açık. Ancak o noktaya kadar, şu anda borç yükü altında ezilen milyonların, ayakta durmasını sağlamak da elzem.

Aksi takdirde bir Türkiye programı değil, salt siyasi hedefli seçim vaatleri sunuyor olurduk. Oysa, biz bütüncül reform paketimizle borçluluk sorununa kalıcı çözüm olacak olan, üretimde dönüşüm adımlarını ilk günden uygulamaya başlayacağız. 25 Haziran itibariyle “üretimde dönüşüm, gelir arttırıcı – borç azaltıcı reformlar” dönemine hızla adım atacağız, atmalıyız. Kalıcı verimlilik artışını hedefleyeceğiz. Ucuz emek gücü olarak değil, birikimi, bilgisi ve donanımıyla, üretiminin yüksek katma değeriyle küresel ekonomiye eklemlenen bir ekonomik yapıyı el birliğiyle kuracağız. Politika tercihlerimizle rantçıyı değil, üretici güçleri merkezine alan, kalıcı ve sürdürülebilir ücret artışını, güvenceli çalışmayı mümkün kılan bir ekonomiyi var edeceğiz.

Üretim reformunun barındırması gereken alt başlıklar; kapsamlı bir kamu yatırım planı değişimi, teşvik sisteminin yenilenmesi, KOBİ’lere ve girişimcilere verilecek destek programlarının bu hedefi gözeterek tasarlanması, çağın gereklilikleri ile genç nesilleri donattığımız bir eğitim reformunu içeriyor. Her biri detaylı tartışmayı hak ediyor.

Saray düzeninin şifrelerini hepimiz biliyoruz: Önce borçlandır. Sonra yeniden iktidar talebini, borçların geri ödenemeyeceği tehdidiyle dikte et, “Beni seçmezsen, istikrar bozulur, borçlarını ödeyemezsin” de…

Ama artık TAMAM.

Hep beraber 24’ünde sandıkta bu Saray düzenine TAMAM diyeceğiz, halkın düzenini kendi ellerimizle yine hep beraber kuracağız.


Doç. Dr. Selin Sayek Böke

CHP Parti Meclisi Üyesi, İzmir Mv.

Yazarın Diğer Yazıları

Kriz: Ansızın gelmedi, bir çırpıda gitmeyecek

İktidar, krizi çıkartan düzenin yolundan yürümeye devam ediyor. Bilerek ve isteyerek…

Nedir mesele?

"Mesele Saray rejiminin yerine, katılımcı siyasetle, halkın ekonomisini inşa etme meselesidir"

Borçlanma, vergi, rant ve kurumsal çöküş torbası

Torba yasayla, büyüme rakamlarına göre daha çok kazanan, rantçı inşaat sektöründen rant vergisi alınacağına, üretenleri de kapsayan kurumlar vergisini arttırıyor