13 Ocak 2019

Ne güzel babamızdın sen, Tony Soprano!

Panik atak krizi geçirip bir psikiyatristle görüşmek zorunda kalan bir mafya babasıyla yollarımız hiç kesişmemişti o zamana dek

Yayınlanışının 20. yılında The Sopranos, izleyenlerin aklında hâlâ capcanlı bir yere sahipse yine yeniden hatırlanmayı hak etmiş demektir.

Diyelim ki daha önce The Sopranos’u izlemediniz ve şu sahnede açıldı dizi karşınıza (aslında bir kere daha düşününce, varsayıma ne gerek var; gerçekten de izlememiş olabilirsiniz): Neşeli bir aile babası, güneşli bir günün sabahında çocuklarını ve karısını arabayla gidecekleri yere bıraktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark edip yeniden evine doğru sürmeye başlar. Bir taraftan da Steely Dan’in radyoda çalan Dirty Work şarkısına dalgın dalgın eşlik eder: “Senin pis işlerini yaptığım için tam bir budalayım. Artık pis işlerini yapmak istemiyorum.”

Anın iç yüzünü bilenler için oldukça komik bir sahne sayılır: Tüm hayatı “pis işler”le uğraşmakla geçen İtalyan mafya babası Tony Soprano’dur karşımızdaki. Ve her şey günlük güneşlik gibi gözükse de evi o anda FBI tarafından kuşatılmıştır. Birkaç saniye içinde hayatı alt üst olabilir, ama sonrasında neler yaşandığı şimdilik bizde kalsın; biz, bu uçlarda gezen mafya babasının absürt hikâyesine dönelim.!..

Bir babanın varoluş krizi

The Godfather serisiyle zirveye çıkan mafya babası portresi, ilk kez 10 Ocak 1999’da yayınlanan The Sopranos’da “gerçek” dünyayla “kara-komik” bir çarpışma yaşamıştır. Büyük kararlar alan yüceltilmiş mafya babası karakteri izleyiciye her daim mesafeli olsa da Tony Soprano’yla birlikte artık tüm zaafları eşliğinde önümüze seriliyordu. Panik atak krizi geçirip bir psikiyatristle görüşmek zorunda kalan bir mafya babasıyla yollarımız ne sinemada ne de televizyonda hiç kesişmemişti o zamana dek. Mesafeler sıfırlanmıştı artık. (Öfke nöbetlerine tutulup yine terapiste başvuran bir mafya babasının işlendiği Robert De Niro’lu komedi filmi Analyze This’in diziden sadece birkaç ay sonra vizyona girdiğini ayrıca not düşelim!)

Tony Soprano da selefleri gibi, hakiki bir aile babasıdır, ama New Jersey banliyölerinin dinamiklerine uygun yaşar, dışarıdan çok “sırıtmaz”. Mafya ailesi içindeki taht oyunlarını ustaca çözüp “babaların babası” olduğunda, FBI’ın onun başa geçtiğini anlaması bile zaman alır. Gerçek hayatta süpermarkette ya da restoranda karşılaşsanız, o karizmatik duruşu olmasa (ki kendisini canlandıran James Gandolfini’ye bu açıdan çok şey borçlu), ardındaki hikâyeyi merak etmek aklınıza gelmeyebilir bile…

20 yıldır zihinleri kurcalayan detaylar

Yayınlanışının 20’nci yılında The Sopranos’u hâlâ bahse değer yapan özelliklerinden biri de Tony Soprano karakteri üzerinden geliştirilen ve tezatlıklarla pekişen bu “ikili”lik aslında: Banliyöde yaşayan, atık arıtma işiyle uğraşan sıradan bir aile babası ve ölüm kalım meselelerine dair ciddi kararlar veren gözü pek bir mafya babası...

 İkisi tek bünyede buluşunca panik atak da gelir elbette!..

Kara mizahı tam merkezine oturtan bu HBO yapımında abartılar olsa da gösteriş yok; yarattığı durumlarla ve hayatla dalga geçen bir kurgu var. 1990 tarihli Martin Scorsese filmi Goodfellas’la aynı yoldan ilerleyerek o zamana dek saygı duyulan tüm karakterleri ve olayları sorgulamaya açıyor, bir tür eğlence malzemesine dönüştürüyor. Tam da bu noktada hem felsefi hem de edebi boyutuyla ilgili analizler de yükselmeye başlıyor.

The Sopranos’un Shakespeare’in eserlerindeki olay örgüsüyle paralellikler kurduğunu söyleyenler kadar Tony Soprano’nun bölünmüş karakteri ile varoluşsal krizlerini Hegel’ci bir bakış açısıyla inceleyenler de var. Tony Soprano’nun kararlarının etiğe dair tetiklediği sorular ise değil ayrı bir yazının konusu olmayı, başlı başına üzerine tez yazılmayı hak ediyor.

Ve The Sopranos sinemada...

The Sopranos’u anmamızdaki tek sebep, geçen hafta 20’nci yılını devirmiş olması değil. Dizinin yaratıcısı David Chase, geçtiğimiz aylarda dizinin bir filminin çekileceğini açıkladı. Dizinin şaibeli sonunun bıraktığı tadı bozmamak ve tabii, Tony Soprano’yu canlandıran James Gandolfini 2013’te hayatını kaybettiği için olsa gerek, bu çekilecek yeni film, dizide izlediğimizden farklı bir döneme odaklanıyor. Ve bu hafta, yine Chase’in açıklamalarından öğrendiğimize göre, Tony Soprano  yine filmde olacak ama çocukluğuyla...

1960’lar ile 1970’leri kapsayacak ve Newark’ta geçecek hikâyede bu sefer siyahi ve beyaz mafya aileleri arasındaki rekabet anlatılacakmış.

David Chase ve ekibinin imza attığı bir işi bugün bile konuştuğumuza göre, filmin de dizinin orijinali kadar güçlü olacağına şüphe yok. Ama Tony Soprano’yu nefes alıp verişlerine kadar izleyiciye aktaran ve karakteri oyunculuğuyla ikonikleştiren James Gandolfini’nin yokluğunda The Sopranos ne kadar “tam” olur, orası şimdilik meçhul.

Yazarın Diğer Yazıları

Moda dünyasının ipliğini pazara çıkaran Instagram hesabı: Diet Prada

Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...

'Black Lives Matter' hashtag'i, siyah kareler ve sosyal medyada bir ayaklanma

Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…

Ergenlik ömür boyu: Günümüz dünyasında yetişkin olma çabası

Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.