21 Ocak 2018

Şikâyetim var!

Saçları ak kıvır kıvır, temiz kesilmiş bıyığı ve sakalı bembeyaz Noel baba yüzlü aydınlık mı aydınlık, gözleri pırıl pırıl, yanakları pembe pembe toparlak bir adam oturuyor yanıma

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

Şikâyetim var! Sığdıramıyorum. Sığmıyor bağra. Sığmıyor yüreğe. Asla. Kelimeye hiç. Satıra imkânsız. Ne de sayfaya. Kitaba, romana. Sığmıyor, sığmayacak. Ne cümleye, ne şiire, ne mısraya, ne sözlüğe, ne dile. Yeni diller de arıyorum ona bir yer. Bir ümitle. Yunanca, Kürtçe, Ermenice, Arapça, İbranice ve Portekizce... Ama sonu yok. Ne yere ne göğe ne okyanusa ne dağa. Sığmayacak bu hasret. Mahkûm etmiş bir kere onu ebediyet.

Lizbon yolunda, uçaktayım. Saçları ak kıvır kıvır, temiz kesilmiş bıyığı ve sakalı bembeyaz Noel baba yüzlü aydınlık mı aydınlık, gözleri pırıl pırıl, yanakları pembe pembe toparlak bir adam oturuyor yanıma. Pencere kenarına da ona eşlik eden, yakışıklı belli ki bizim oralardan, güneyden bir yerlerden, iyice esmer, beyaz gömleği tertemiz, üç parçalı, hafif parlak kumaştan, gri takım elbisesi üzerine tam oturan bir genç yerleşiyor. Keskin tıraşı parlak, simsiyah sakalı ve bıyığı temiz pak. Gözleri, ak saçlı dostununkinin aynısı güleç, sevecen pırıltılarla dolu. Tanışıyoruz ama daha hiç konuşmadan. Yüzüme bakıp beynimi kemirmekte olan baş ağrısını ve onun tek ilacının çikolata olduğunu anlamışçasına, hem de “vegan” bir çikolata ikram ediyorlar bana. Daha yanıma oturur oturmaz, selam sabahtan önce. Baş ağrısı anında kayboluyor. Benim de gülüyor yüzüm şimdi.  

Genç adamın adı Rebaz. Irak Kürdistan’ından, Sıvakuma’dan. Çoluk çocuk, ana baba, kardeş savaş mültecisi. Üç yıl önce İzmir üzerinden, gece yarılarında şişme botlara binip, işe yaramaz cankurtaran yelekleriyle boğulmadan Midilli’ye, oradan Atina’ya, oradan yürüyerek Romanya’ya... Mülteci kamplarında küçük zibidi çadırların içinde, kış, kar, buz ve yağmur çamuru da atlatıp İngiltere’ye varmış. Noel baba yüzlü Antonio’nun yardımlarıyla Brighton’a yerleşmişler, ailecek, onun yanına. Şimdi Antonio’nun Lizbon’daki ailesi ile tanışmaya, ziyarete gidiyorlar. İkisi de heyecan içinde. Kıpır kıpır. Yaşam sevinciyle dolu. Rebaz, Antonio’ya “Bapir” adını takmış. Kürtçe, Sorani lehçesinde “baba” anlamına. Aralarındaki sevgiyi sığdıramıyorlar uçağa, koltuğa, yere göğe.

“Bapir” Antonio, belli ki 70’in üzerinde.  Üç kez savaş mültecisi. Bu deneyim sayesinde savaş mültecilerinin babası bir “Bapir”.  Annesi Portekizli babası İngiliz.

Savaş mülteciliği ile ilk kez beş yaşında tanışmış. Portekiz sömürgesi Angola’da annesinin yanında. Angola’dan kaçamayacağını anlayınca annesi, çaresiz hayatını kurtarmak için, beş yaşındaki Antonio’yu uçağa tek başına bindirip babasına göndermiş. Ama önce ona bir ay içinde sıkı bir eğitimle okuma yazma öğretmiş ki, gittiği yerden  annesine sık sık mektup yazabilsin, sonra kaybolur babasını bulamaz ise haberleşebilsinler diye. Bu arada aralarında bir şifre de yaratmışlar ana oğul. Başı derde girerse, yanlış birilerinin eline düşerse eğer, mektupları sansür edilirse, bir satırı, bir kelimeyi yeşil rengi ile yazdığı taktirde annesi oğlunun zor durumda olduğunu anlayıp hemen yardıma gelecekmiş. Ama Antonio babasını bulmuş, ve onun yanında iyi vakit geçirmiş. Bu hasret de sadece altı ay sürmüş. Altı ay sonra Antonio, mektuplarında yeşil ile hiç bir satır yazmaksızın anasına kavuşmuş yine.

İkinci savaş mülteciliği bu sefer yine Portekiz sömürgesi Guinea-Bissau / Ekvator Gine’sinin bağımsızlık savaşında. “Bapir” Antonio bu sefer 38 yaşında. Yeni baba.  Kucağında üç aylık kendi çocuğu. Başkentin rıhtımında bulmuş kendini. Cumhurbaşkanının, kendini korumak için kalkan olarak kullandığı 2000 mültecinin arasında. Sahilin iki tarafı savaş uçaklarının bombardımanı altında. Bombalar bir sağa bir sola düşerken. Nihayet iki kargo gemisi cesaret edip, izinsiz olarak mültecileri sahilden almış. Ağır yük, çok sayıda insan, iki gün gidebilecekleri hiç bir yer olmadan Atlantik okyanusunda batma tehlikesi altında kargo gemilerinde beklemişler.

Üçüncü savaş mülteciliği ise Mozambik’ten. Orada savaş patladığında, birlikte çalıştığı siyah çift yeraltı yollardan savaştan kaçmaya karar verdiklerinde, zayıf ve küçük olan oğullarını Antonio’ya teslim etmişler. Kız çocuklarının yaşı daha büyük ve fiziği daha kuvvetli diye onu yanlarına almışlar. Girecekleri maceradan oğlanın sağ çıkma ihtimali olmadığından. Antonio, Ivo’yu altıncı çocuğu olarak böyle evlat edinmiş. Hemen telefonunda yanında en büyüğü 40 yaşında olan kızı dâhil bütün çocuklarını sıraladığı aile fotoğrafında gösteriyor. Sarışın açık tenli grubun arasında simsiyah bir cevher taşı Ivo, hepsinden iri, kuvvetli. Onu evlat edinip savaştan kurtarabilmek için, Ivo kucağında mülteci kuyruklarında güneşin anlında günler geçirmişler birlikte. Ve nihayet hem kendine hem de Ivo’ya Mozambik’ten çıkma vizesini garantilemiş.

Hayatı savaş mülteciliği ve mültecileri arasında geçen Antonio’nun Rebaz’ı  bulmuş ve ailesine İngiltere’de kucak açmış olması bu yüzden tesadüf değil. Rebaz’ın Midilli üzerinden, o tehlikeli geçişten gelmesine bir türlü gönlü razı olmamış. Günlerce onları güvenli yollardan getirmenin yollarını araştırmış. Ama Rebaz sabretmemiş. Çaresiz tehlikeyi göze alıp bin bir zorlukla İngiltere’ye ulaşmış. Onları “Yüreğim ağzımda bekledim” diyor.

Okyanusu iyi tanıyor Antonio. Sadece Angola, Mozambik, Gine değil, Güney Afrika’da ve Brezilya’da da yaşayınca. Gözleri pırıl pırıl başlıyor anlatmaya Gine’nin bembeyaz kumsallarını. Cashew ya da mahun cevizi, ya da Brezilya yer fıstığı ağaçlarını ve meyvesinin lezzeti üzerine Portekizcenin en güzel kelimelerini sıralıyor. Cashew meyvesinden yapılan şampanya diyor, o gün yapılır o gün içilir kumsalda, ertesi güne bozulur. Saklanmaz. Bir de yanına denizden o an toplanan istiridyeler açılır, bu tadın üstüne yoktur. Şampanya dedim diye sakın zenginler içiyor sanma, balıkçıların, maun ağacı yetiştiren halkın içtiği çok kıymetli bir şeydir. Zenginler bunu bilmez!  

Ivo şu an Lizbon’da yaşıyor. Dün de 27 yaşına girdi. Dün ayrıca Antonio’nun annesi ile babasının 38. evlilik yıldönümüydü.  

Antonio ise Lizbon’da yılbaşını ailesi ve yeni evladı Rebaz ile geçirdikten sonra İngiltere’ye döndü.  Ama aniden hastalandı. Dörtlü bir bypass ameliyatı geçirmek zorunda kaldı. Ameliyat başarıyla tamamlandı. Şimdi nekahat devresinde her gün daha iyi. Şimdi Rebaz ve ailesi ona bakıyor, geride Kuzey Irak’ta kalan kendi babalarının hasretiyle.


         

www.sebnemsenyener.com  

Yazarın Diğer Yazıları

Geçmişte yaşanmayana özlem

Hâlâ Portekizce’den bir türlü başka hiç bir dile tam çevrilemeyen, “saudade"...

Geleceğin hatıratı

"Gazeteler iflas etti, hükümetin propagandacılarıyla dolduruldu, muhabirlik tamamen manen ve malen çökertildi, her şey reklama indirgendi"

Bir intiharın anatomisi: Yollar, köprüler, barajlar, metrolar

Garcia, Peru’da hem büyüyen ekonominin hem de çöken ekonominin mimarı.  Bir zamanlar Peru’nun JFK’si (Kennedy’si) umudu iken sonu tarihe Odebrecht kurbanı lakabıyla yazılan adam.