28 Aralık 2014

İtalyan kahvesindeki sır

Dünya dönüyordu evet, ve şüpheye gerek bırakmayacak derecede yuvarlaktı...


GÖZ GÖZE
 

 

 

Roma

Bara girdiğim an çözüverdim İtalyan kahvesindeki sırrı. Evet herkesin merak edip durduğu o sır. Neden İtalya’da böyle lezzetli bu kahve? Aynı kahveyi kullandığı halde bütün dünya neden tadını böyle tutturamıyor başkaları?

Pırıl pırıl siyah mı siyah yuvarlak merak dolu dipsiz bir kuyu, o bir çift gözle göz göze geldiğimde.

Hafif utanarak içinde belli bellirsiz iz bırakacak bir süt köpüğü ve iyice sıkı sıkı süzülmüş bir espresso macchiato ısmarlardım. Ağzımdan kelimeler dökülür dökülmez karşımdaki zeytin tenli delikanlı, başını hafif eğerek gür, kıvır kıvır saçlarını avuçladı önce sonra gözlerini gözlerime dikip, bir dizi inci dişi ortaya çıkaran keyif dolu bir gülümeseme, karşısında bulduğu manzaranın tadını çıkardığını belli eden şarkılı bir sesle mesleğinin ustası olduğunu ilan etti:

Size marochino tavsiye ederim, macchiato yerine, bir deneyin!

Öyle mi, neden gibilerinden bakmış olmalıyım ki, hikaye işte böyle başladı. Gözlere öyle yakıştırmış, herkesin bir bakışı olurmuş ve her bakışın bir kahvesi varmış diye devam etti. Bu arada becerikli ve ne yaptığını bilen bir el, espresso makinasının etrafında fincanlardan cam olanını seçti. Sonra barın altından çıkardığı sıvı çukulata dolu şişeden kahverenginin en koyu tonu o bardağın içine ılık ılık aktı, minik bir spatula çukulatayı anında fincanın kenarlarına sıvayıerdi. Cam kahverengiye büründü. İçine makinadan buharı tüten kahve süzüldü. Üstü sağ elde bir süredir hafif hafif mermere vurularak sarsılmakta olan köpük ile doldu, bir kaç damla kahve bir kaç damla çukulata beyaz köpüğün üstüne  düştü ve bir kürdan birbirinden güzel motiflerle doldurdu köpüğün üstünü, o fincan beyaz bir mendilin üzerinde bana sunulmadan önce.

Dünya dönüyordu evet, ve şüpheye gerek bırakmayacak derecede yuvarlaktı. Ayağımın altından kuvvetle hissediyordum. Galilei’yi niçin bu kadar sıkıntıya sokmuş bu din adamları acaba? O kahve dilime dokunduğu an hayat büyük bir kuvvetle  yükseldi bulunduğu yerden, güm güm diye vura vura gögsüme. Bu tadı asla unutmamak üzere hafıza en koyu renk kalemiyle yazdı silinmeyecek diye. Bu sırada barda yeni bir dize cappuccini, kahverengi cüppeleriyle yanyana sıralanmış keşişler gibi, kaşla göz arasında hızla sıralanıverdiler içeri ne zaman girdiklerini farketmediğim bir grup turist için. Siyah gözler yeni bir hikayeye başladı: Her kahvenin bir hikayesi vardır. Kahve, fincanın içine yazar onu, damakta bıraktığı lezzeti, oku bakalım ne anlatıyor şimdi?

Keyif anlarını anlatıyor her şeyden çok. Her sabah ya da güzel bir yemek üstüne tek başına ya da sohbeti hoş bir dostla beraber… damağa ait bir hafıza, o anın dile getirdiği hayal gücü, zamanın kıymeti üzerine bir kayıt! Ama hayat bu! Cimri bir tarafı da var, mesela bu kahve anlarını kaldıracak kadar uzun uzadıya değil. Öyleyse ekpres bir hıza çıkarırız biz de bu işi, günde bir, iki, üç… on, onbeş var içenler var, yani uzun, damak tadı ve keyif dolu bu yavaş anı, en hızlı ana dönüşürünce müptela olur herkes. Dolup taşar barlar , hem de hayatla dolar taşar, kahvenin tadına doyulmaz, hayatın tadına doyulmaz olur. 

Her şey 1901 de başlar. Buharın kuvveti zamanın para olduğuna inanan çeşitli dünyaları iyice bir hızla döndürmeye başladığında. İtalyanlar başkaldırmanın yolunu hızın karşısında durmak yerine aynı hızla yanında koşmak olduğunu farkettiklerinde.   Milano’da. Bir Luigi Bezzera espresso makinasını icat ettiğinde. Lungo (daha sulu,) ristretto (daha koyu,) schiumato(bir parmak süt köpüklü,) corretto (likörlü)…  derken liste uzar gider.  Bar kasaları ekspres hızla dolarken, onlara saatlerce kahveyi nasıl içtiklerini anlatan müşterilere hizmet verir.  Az şekerli, ama sütü ılık, kahvenin tam ortasına doğru,, biraz köpük, iki parmak daha su… herkesin tadı farklı, herkesin dili değişik, ve herkesin anlatılacak bir hikayesi olur.

Luca müzisyendi, şarkı besteliyordu. Deniz kıyısına taşındı. Beki, Arnavut asıllıydı,  roman yazmak istiyordu. Hayatın anlamı nedir diye sordu bir gün, sonra Roma’da bir gelecek göremediği için kendi kuşağındaki çoğunluk gibi o da Almanyaya göçtü. Andrea, sigorta ödememek için iki yılı dolanları işten çıkarma uygulaması nedeniyle ayrıldı.  Daniele kahve fincanlarının üzerine yaptığı sanatı o kadar geliştirdi ki sonunda daha lüks bir bara transfer oldu. Emanuele ona hediye ettiğim Jerry Thomas Kokteyl tarifeleri kitabından öyle esinlendi ki, barmenlik yapmak üzere New York’a gitme hayalleri kurup durdu. Fabrizio annesinin lokantasında çalışmak üzere Napoli’ye döndü…

Hikayeler rüzğara karışır, havada uçuşur şehrin dört köşesine,heykellere, resimlere, müziğe, operaya, merdivenlere, havuzlara, meydanlara, saatin sembolü ortadoğulu obelisklere, binalara, yemeklere, içeceklere, modaya kısacası, göze, kulağa, ele, ve sonunda yine dile döner sanat olur.

Turistlere ayrı fiyattan satarlar kahveyi. Hikayelerini dinlediğim için bana yerli muamelesi çektiler.“Asma” kahve kültürünü bilmediğim halde aynı tadı, keyfi duysunlar, paylaşsınlar diye yığınla yabancıya kahve ısmarladım. Heryeni hikaye de yeni bir desen çizildi fincanıma.  

O gün bugündür marochino müptelasıyım İtalya’da.

www.sebnemsenyener.com

Yazarın Diğer Yazıları

Geçmişte yaşanmayana özlem

Hâlâ Portekizce’den bir türlü başka hiç bir dile tam çevrilemeyen, “saudade"...

Geleceğin hatıratı

"Gazeteler iflas etti, hükümetin propagandacılarıyla dolduruldu, muhabirlik tamamen manen ve malen çökertildi, her şey reklama indirgendi"

Bir intiharın anatomisi: Yollar, köprüler, barajlar, metrolar

Garcia, Peru’da hem büyüyen ekonominin hem de çöken ekonominin mimarı.  Bir zamanlar Peru’nun JFK’si (Kennedy’si) umudu iken sonu tarihe Odebrecht kurbanı lakabıyla yazılan adam.