27 Ağustos 2017

Ayın yüzü karanlık

Keşke olsan burada yanımda şimdi

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

68 kuşağının baş tacı Londralı Pink Floyd’u dünya çapında bir rock grubu haline getiren 1973 tarihli albüm “Ayın Karanlık Yüzü”ndeki son parça “Güneş Tutulması”dır.

Güneş tutulmasından beş gün sonra, pırıl pırıl bir gün batımında, cıvıl cıvıl bir cuma gecesine yürürken Londra’da, yolum, o gece saat 10’a kadar açık olan Viktorya ve Albert müzesine düştü. Sergilerden birinde Pink Floyd çıktı karşıma. Rengarenk, alacalı bulacalı, yanar döner disko topu ile baş döndüren sergi salonuna Alice’in Harikalar Diyarı’na düştüğü gibi düştüm. Kendimi Güneş Tutulması’nı dinlerken buldum:

 “Dokunduğun her şey” diye başladı şarkı klasik Pink Floyd tonuyla:

gördüğün her şey

Tattığın her şey

Bütün hissettiklerin.

Sevdiğin her şey

Bütün nefretin

Tiksindiğin her şey

Güvenmediğin her şey

Bütün kurtardıkların.

Verdiğin her şey

Sattığın her şey

Dilendiğin, ödünç, ya da çaldığın

Aldığın her şey

Yarattığın her şey

Yok ettiğin her şey

Bütün söylediklerin

Bütün yediklerin

Bütün tanıştıkların

Küçük gördüğün herkes

Bütün kavgaların.

Hepsi şimdi.

Hepsi gitti.

Gelecek olan her şey

Ve güneşin altında

Her şey akorlu

Ama o güneş

Tutulmaktadır ayla.”

Giderek duyulmaz olan kalp atışlarından sonra fısıldarcasına itiraf etti şarkı: “Ayın karanlık yüzü diye bir şey yok aslında. İşin doğrusu ay hep karanlıkta.”

1973’de albümü bitirdiklerinde bu şarkıya önce bir isim bulamamışlar. İlk kayıtlarda “Son” adıyla yer almış. Nitekim bir sonun bütün dramını taşıyan kuvvetiyle noktalıyor albümü. Yayınlandığında “Güneş Tutulması” adını o tonuyla bulmuş. Hafta başında tutulan güneş gibi etrafa bir sonun ışığını gösterircesine.

Derken Pink Floyd’un vaktiyle çok dinlediğim Duvar adlı albümü pek çok hatırayı getirdi geçmişten: “Elveda Mavi Gökyüzü” ve “Elveda Zalim Dünya”  “Kimse yok mu orada?” Getirin Oğullarımızı Eve Geri” “Duvarın Dışı” “Rahatça Hissiz”…  

1980’li yılların en etkili görüntülerinden biri olan albüm kapağında tuğla tuğla örülen o duvar çepeçevre yeniden sararken hayatı şimdi, bugünün sesleri karıştı otuz yıl öncesine. Dört bir yanda yankılanan savaş naraları, cirit atan nefret körükleri, insanların arasını bozan, korku ekip kan biçen ve vakti geldiğinde ortadan çekilip milleti birbirine gırtlak gırtlağa kırdıran gözü dönmüş çıkarcılar, Avrupa’da daha yeni yıkılmışken bu sefer Amerika’da dikilmeye kalkan duvar! O duvarlar, duvarlarımız. Ve hep ama hep tehdit altındaki hayat.

Duvarlar sıralandı. Nazım Hikmet’ten Halide Edip’e… Halide Edip’in yüzyıl önce savaşın orta yerinde tasvir ettiği manzaralarla:“… görüntüler kitlesel kıyım, yangın, ateş ve demir tarih öncesine uzandı; hem de yanıp yakılan, inim inleyen bir koro eşliğinde! Birbirinin zafiyetini yakalamakla mükellef, birbirini sırıta sırıta sırtından bıçaklayan, yıpratılamayacak acımasızlığı gülümseyen yüzlü maskelerin ardına saklayan derin, karmaşık bireylerle birlikte. Beynimdeki isimsiz, insanoğlunun temel içgüdüsünün sadece ve sadece öldürmek olduğunu fısıldarken… Korkutucu gözleriyle ve hain elleriyle yeryüzünü sadece hemcinsini ve kendini yok etmek amacıyla dolaşan insan kılığındaki canavar…”

“Bir tuğla bir tuğla daha” diye girdi, ismini, 20. yüzyıl başında hala kölelikle savaşan Amerikan Blues şarkıcılarına borçlu Pink Floyd:

”Olsa olsa duvarda bir tuğla daha

Olsan olsan o duvarda ancak bir tuğla daha

Bir başka gaf

Bir başka çığlık işe yaramaz

Bir el çırpışlık şimşek…”

Aynı albümde topluluğun baş gitaristi ve de şarkıcısı David Gilmour’un wah-wah pedalını kullanarak gitardan yarattığı balina çağrısı su altı ekolorının kullanıldığı, sözleri yine Roger Waters’a ait, “Kimse Yok mu Orada?” şarkısı var: “Kimse Yok mu Orada?”:

“öyle ha, öyle demek ayırabildin 

Cenneti cehennemden.

Acıyı mavi göklerden

yeşil çimeni  

rayın soğuk çeliğinden?

Gülümsemeyi peçeden?

Ayırabildin demek?

Sana satmadılar mı

Kahraman yerine hayaletleri?

Ağaçların yerine sıcak külleri?

Serin esinti yerine sıcak alevi?

Soğuk rahat diye değişikliği?

Ve değiştirdin mi

Yürüyüş diye savaşta bir yol

Kafeste başrol?

Ah keşke, keşke burada yanımda olsan

İki kayıp ruhuz

Yüzüyoruz bir akvaryumda

Yıl üstüne yıl

Aynı eski toprakta dolana dolana

Ve nasıl da bulduk

Aynı eski korkuları

Keşke olsan burada”

Keşke olsan burada yanımda şimdi.


www.sebnemsenyener.com

Yazarın Diğer Yazıları

Geçmişte yaşanmayana özlem

Hâlâ Portekizce’den bir türlü başka hiç bir dile tam çevrilemeyen, “saudade"...

Geleceğin hatıratı

"Gazeteler iflas etti, hükümetin propagandacılarıyla dolduruldu, muhabirlik tamamen manen ve malen çökertildi, her şey reklama indirgendi"

Bir intiharın anatomisi: Yollar, köprüler, barajlar, metrolar

Garcia, Peru’da hem büyüyen ekonominin hem de çöken ekonominin mimarı.  Bir zamanlar Peru’nun JFK’si (Kennedy’si) umudu iken sonu tarihe Odebrecht kurbanı lakabıyla yazılan adam.