18 Ocak 2019

Yargı, yargıçlar ve savcılar hakkında - 1

Yargıya güven yüzde 30'larda diyen İtalya'nın, Fransa'nın değil, bizim Yargıtay Başkanı...

Yargıtay Başkanımız, bir süre önce “Uluslararası Arabuluculuk Toplantısı”nda, “Geçmişte yargıya olan güven yüzde 70’lerdeydi, şimdilerde ise yüzde 30’larda” diyerek yargının üzücü durumunu apaçık ve resmi dille gözler önüne serdi. (Basın, 29 Nisan 2016).

Dikkatleri çekmek isterim: Konuşan, İtalya’nın, Fransa’nın, kısaca başka devletlerin değil, bizim, kendi devletimizin Yargıtay Başkanı’dır. Bir başka anlatımla kaynağı açısından doğruluğu tartışılamayacak, çürütülemeyecek olan bu belirleme, algılayabilme, anlayabilme ve duyumsayabilme yeteneği olanlar için arı duru bir çığlıktır.

Ve benim diyeceklerim de bu yeteneğe sahip olanlaradır.

Duyarsızlara, tuzu kurulara; “Adam, sen de!”, “Boş ver!”, ”Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diyenlere bir sözüm yok benim. Çünkü onlar, zaten hiç okumazlar; okusalar bile anlamamış görünürler; adaletsizliğin balyozu başlarına inmedikçe uyanmazlar, kaygılanmazlar.   

Evet, Başkan uyarıyor: “Yargı sistemimiz çöktü. Hak arayan insanların sığınacağı en son kapı da yüzlerine kapandı, kapanacak” diyor.

Yine dikkatleri çekmek isterim: Hukukun egemen olduğu bir toplumda hiç kimseden kahramanlık beklenmez. Çünkü hukuk, Herküller, Jeanne d'Arclar, özetle kahramanlar için değil, sıradan insanlar için yapılır. “Bütün hukuk, insan içindir” (hominum causa omne ius constitutum est) der, “Digesta.”  

Çizgi: Tan OralHak arama özgürlüğünün kapandığı değil, tartışılır durumlara geldiği toplumlarda bile insanlar, ilkin umutsuzluklara kapılır, sonra da kahramanlar, özellikle de kahraman yargıçlar aramaya başlarlar. Bu noktaya sürüklenmiş bir toplumda ise artık ne hukuk vardır, ne de adalet.   

Uygar, bilinçli bir toplum, böyle bir çarpıklığa asla katlanamaz. Bu çarpıklığın, bu açmazın tez elden çözülmesini haklı olarak yetkililerden ister, hatta onları zorlar.

Şunu da kimse unutmasın. Hiçbir ülkede, böyle bir izlenim, kamuoyunda kendiliğinden doğmaz. Söz konusu güvensizlik, yargının bağımsız ve yansız kararlar vermediği, biricik efendisi olan hukuka göre değil, çoğu kez siyasal güçlerin, kimi ilişkilerin etkisiyle ve baskısıyla hükümler kurduğu izleniminin yaratıldığı dönemlerde gün yüzüne çıkar. Bu iddiaları güçlendiren bir yargı, kuşkusuz, artık “gerçek yargı” değil, bir tür görünüşte adalet dağıtan “görünüşte yargı”dır.  

Görünüşte adalet dağıtan, görünüşte bir yargının kararlarına karşı adli yargı dışında başvuru yollarına gidildiğinde Anayasa Mahkemesi ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçları, kuşkusuz ilkin o ülkenin hukuk düzeni ve daha sonra da, buna bağlı olarak, henüz özgür hukuk kişisi ve öznesi olamamış, bireyselleşememiş insanları hakkında çok olumsuz ve çok ağır değer yargılarında bulunacaklardır.

Bu belirlemeler karşısında yargıçlar ve savcılar, attıkları her adımda geleceğe iki bilinci özümseyerek, içselleştirerek yürümek zorundadırlar.

Birincisi, “mesleksel özgörev (misyon) bilinci”dir. Bir toplumda yasaları yasama erki yazıya dökerek yapar; hukuku ise bağımsız yargı erki içindeki yargıçlar, yaşamanın yazıya döktüğü soyut düzgüleri (norm) uygulama tezgâhında dokuyarak, ete kemiğe büründürüp canlandırarak kotarır, inşa ederler. Yargıçlar, bu çok ağır özgörevin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluk bilinciyle davranmak zorundadırlar.

İkincisi, “bilimsel ve ilkesel yaklaşım bilinci”dir. Yargıçlar ve savcılar, bilimsellik ve küresellik boyutlarına ulaşan yargıçlık ve savcılıkla ilgili küresel ilkelere uyma konusunda özenli, titiz ve duyarlı olmalıdırlar.

Demek, yargıçların savcıların üstlendikleri özgörev, sıradan bir özgörev (misyon) değildir. 

Yargıçlar ve savcılar bu iki bilinci özümseyerek davrandıkları takdirde toplum, kahraman yargıçlara ya da savcılara gereksinme duymayacak; yarınına güvenecek, dinginlik bulacak, rahatlayacaktır.

Söz konusu küresel boyutlu ilkelerin başında bilindiği üzere 2006’da HSYK, 2007’de Yargıtay Ceza Genel Kurulunca benimsenen Bangalor Yargı Etiği İlkeleri ve Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Budapeşte İlkeleri gelmektedir. Bu ilkelerin öngördükleri sıradüzenine göre yargıçlar ve savcılar, “herkes yasa önünde eşittir” ve “yasalar herkese eşit uygulanır” kuralları ve hukukun soğukkanlı mantığı içinde kalarak; kapsamlı anlatımla “âdil/dürüst yargılanma hakkına uyarak görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bunun için de yargıçlar ve savcılar, her şeyden önce bütün dış güçlere, dış erklere, kişiliklerinden sıyrılıp her türden kendi inanç ve düşüncelerine karşı bağımsız; iç ve dış etkilerden arınmış nesnel mantıkla hukukun ne dediğini söylemek (juris-dictio), hukuksal güvenliği, hukuka inancı, inanırlığı sağlamak, dolayısıyla bu bağlamda yansızlık, doğruluk ve tutarlılık, dürüstlük, eşitlik, yeterlilik ve yaraşırlıkla (liyakat) uygulamalar yapmak, adaletin en küçük yabancı katkı maddesiyle bile bütünüyle lekeleneceğini ve haksızlıkların en uyanık bekçileri olmayı üstlendiklerini gözeterek, bütün dış etkenleri duruşma salonunun dışında tutmak durumundadırlar.


Prof. Dr. Sami SELÇUK
(Eski Yargıtay Birinci Başkanı)
(Bilkent Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi)

Yazarın Diğer Yazıları

Depremin düşündürdükleri ve sorumlulara çağrı

Sayın Erdoğan ve arkadaşına çağrımız şudur: Önce düşünme yetisini karartan öfkelerini dizginlesinler. Sonra da kendilerine karşı dava açma hakları doğan insanlarımızdan özür dilesinler ve sövgülerini çöp sepetine atarak bundan böyle kendilerini eleştirenlere ellerini dostça uzatıp, uygarca teşekkür etsinler. Ve en önemlisi de ülkemizde iç barışı sağlasınlar.

Anayasa yargı(lama)sı üzerine*

Her şeyden önce anayasa yargı(lama)sını ulusal iradeye ve demokrasiye aykırı görmek çok yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi yerine yerindelik denetimi yapması ise elbette hukuksal bir yanılgıdır. Yasama organının Anayasa Mahkemesi kararına uymaması ya da uyar görünüp gerçekte onu dolanması ise, ağır ve bağışlanamaz bir yanılgıdır; kendini aldatmadır

Düşünce özgürlüğü, dil ve ötesi

Türk insanı “dil bilinci”ni kazanmak, ana diliyle düşünmek, konuşmak ve yazmak zorundadır. Eğer dilimizde yeterince düşündüren ana dili kökenli sözcük, özellikle de bilimsel kavram, terim yoksa bilim ve felsefe yapmak olanaksızıdır