19 Ocak 2019

Yargı, yargıçlar ve savcılar hakkında - 2

"Ülkesini kurtarma kaygısıyla davrananlara politika alanı açıktır; oraya buyurup gitsinler"

Geçmişte bir bilim insanımız, Türk yargısı içinde bir araştırma yapmış; “Ulus ve yurt yararı söz konusu olduğunda nasıl karar verirsiniz?” diye yargıç ve savcılarımıza bir soru yöneltmiş ve yüzde 90 oranında “Hukuku bir yana bırakır, ulus ve yurt yararına göre karar veririm” yanıtını almıştı.

Bu sonuç, hukuk ve adalet açısından elbette kaygı vericiydi. Ancak bu sonucu o dönemde yadırgamamıştım. Görevim sırasında insanların haklarına kıyarak, sözgelimi, orman, hayvan sevgisi vb. dürtülerle kararlar veren yargıçlara rastladım, ben. Adalet ve hukuk adına elbette kahroldum. Çünkü onlar artık bir yargıç değil, bir yandaştılar. Basında iki yıl kadar önce emekli bir yargıcın “Vatan söz konusu olunca gerisi ayrıntıdır. Ben hukuku değil, vatanı kurtarırım!” sözlerini okuduğumda da aynı dehşeti yaşamıştım. Çünkü hukuka karşı hukuku çiğneyerek suçunu ele güne böylesine açıkça itiraf eden, kendisini “vatan kurtaran bir kahraman” olarak görüp şecaat arz eden bir yargıca ilk kez rastlıyordum. Bu kınanası tutumu yüzünden yargıcımız,  kim bilir bu dürtüyle kaç karara imza atmış, nice insanın canını yakmıştı?

Düşünmek bile azap vericiydi!

Yargıcın hukuksal görevi, etik ödevi, ülkesini kurtarmak değil, efendisi olan hukuka göre hak dağıtmaktır. Hukuku ayaklar altına alan bu türden yaklaşımlar, sadece üzücü değil, çok ürkütücüdür de. Ülkesini kurtarma kaygısıyla davrananlara politika alanı açıktır; oraya buyurup gitsinler. Hukuk rahat bıraksınlar. Hatta hukuktan ve yargıdan kesinkes uzak dursunlar.

İşte bu yüzden çağcıl hukuk düzenleri, yargıcın ve savcının benzersiz ve kendine özgü bir kamu görevlisi olduğunu gözeterek, yargılama sistemleri yaratmış; çok şükür ülkemiz de bu sistemleri benimsemiştir. Bu anlayış doğrultusunda yargıcın, savcının cüppesi, bir gösteriş giysisi değil; tersine özünde yargılama ve yargıçlığın derin ve etik anlamlarını yansıtan bir simgesidir. Dolayısıyla din bilginleri için yapılan bir benzetmeyle yargıçlar, savcılar, cüppelerini her şeyden önce içlerine, sonra nefislerine, en sonra da bedenlerine giymelidirler. Bu yüzden sürekli olarak kamu görevlileri arasında Tanrı’ya en yakın insanların, bu cüppeyi taşıyan yargı insanları oldukları belirtile gelmiştir.

Bu arada bizlere de düşen ödevler bulunmaktadır: Bunlardan en önemlisi de şudur: Yargının önündeki davalar hakkında hüküm öncesi hiç kimse yorum yapmamalı, yargıçların yerine geçerek hükümler kurmamalıdır. Bu etik kurala sözlü ve yazılı basında, bırakınız siyasetçileri, bilim insanı hukukçuların bile uymaması çok üzücü, kınanası bir tutumdur. 

Tarih göstermektedir ki, adaletsiz karar veren yargıçlar, adaletsizliğin kurbanlarından daha çok acı çekmekte; sayıları çoksa lanetli bir unutulmaya, az ise doğrudan lanetlenmeye maruz kalmaktadırlar. Nitekim Sokrates’i yargılayıp mahkûm eden 501 yargıç, adaletin hışmına uğrayıp lanetlenerek unutulmuştur. Buna karşılık Sokrates, o gün bugündür hükümlülüğüne konu olan konuşmalarını yineleyerek bütün dünyaya haykırıp durmaktadır. Yine insanlar, haksız olarak çarmıha gerilen Hz. İsa’yı Tanrı’nın elçisi olarak benimsemiş, onu çarmıh cezasına mahkûm eden Roma Valisi Pilate'yi sürgit lanetleyip durmuşlardır.

Bütün bu nedenlerle böylesi haksız adalet dağıtan düzenleri vaktiyle ünlü düşünür Max Stirner,  “Devlet, kendi şiddetine ‘hukuk’; bireylerin şiddetine ‘suç’ adını vermektedir” diyerek özetlemişti.

Elbette çok da haklıydı.


Prof. Dr. Sami SELÇUK
(Eski Yargıtay Birinci Başkanı)
(Bilkent Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi)

Yazarın Diğer Yazıları

Depremin düşündürdükleri ve sorumlulara çağrı

Sayın Erdoğan ve arkadaşına çağrımız şudur: Önce düşünme yetisini karartan öfkelerini dizginlesinler. Sonra da kendilerine karşı dava açma hakları doğan insanlarımızdan özür dilesinler ve sövgülerini çöp sepetine atarak bundan böyle kendilerini eleştirenlere ellerini dostça uzatıp, uygarca teşekkür etsinler. Ve en önemlisi de ülkemizde iç barışı sağlasınlar.

Anayasa yargı(lama)sı üzerine*

Her şeyden önce anayasa yargı(lama)sını ulusal iradeye ve demokrasiye aykırı görmek çok yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi yerine yerindelik denetimi yapması ise elbette hukuksal bir yanılgıdır. Yasama organının Anayasa Mahkemesi kararına uymaması ya da uyar görünüp gerçekte onu dolanması ise, ağır ve bağışlanamaz bir yanılgıdır; kendini aldatmadır

Düşünce özgürlüğü, dil ve ötesi

Türk insanı “dil bilinci”ni kazanmak, ana diliyle düşünmek, konuşmak ve yazmak zorundadır. Eğer dilimizde yeterince düşündüren ana dili kökenli sözcük, özellikle de bilimsel kavram, terim yoksa bilim ve felsefe yapmak olanaksızıdır