19 Temmuz 2018

Ütopya yazıları 3: Barış ve Kürt sorunu

Barış sadece insan yaşamıyla değil, aynı zamanda insan onuruna yaraşan bir yaşamla da yakından ilgili

Barış sadece savaş olmaması demek değil. Barış aynı zamanda savaş nedeninin ortadan kalkması, bir daha savaşa yol açmayacak, savaşan tarafların birlikte yaşamasını sağlayacak adil, özgürlükçü bir düzeninin kurulması anlamını taşır. Ancak böyle bir düzenin kurulmasıyla savaş durumuna dönülmesi önlenebilir.

Kant “savaş yok ettiğinden daha çok kötü insan yetiştirdiği için bir yıkımdır” diyor. Her savaş kötüdür. İnsanlarda kin, nefret duyguları doğurur. İnsan yaşamı ve barış ile savaş ve şiddet birbirlerinin karşıtı değerlerdir. Savaş, yaşamı reddeder. Oysa, insan yaşamı her şeyden, tüm ideolojilerden siyasal hesaplardan daha değerli. Savaş büyük bir haksızlığı da birlikte getirir. Bir grup üniformalı insan savaşı tüm gerçekliğiyle yaşarken, çok daha geniş bir kitle televizyonlardan bir film seyreder gibi izler. Gençlerin öldürülmesi, şehit haberleri sıradanlaşır.

Barış sadece insan yaşamıyla değil, aynı zamanda insan onuruna yaraşan bir yaşamla da yakından ilgili. Ancak barış ortamında, barış kültürünün egemen olduğu bir toplumda insan onuruna yaraşan bir yaşamı sürdürmek olanaklı. Barış içinde yaşamak bu nedenle bir insan hakkı. 1978’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilen bildiri “her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahip” olduğunu belirtir. 2010’da kabul edilen Santiago bildirisinde ise “Devletler… bir insan hakkı olan barış hakkını sağlamanın ana sorumlusudur” der.

Barış kendiliğinden oluşmaz. Barışı inşa etmek gerekir. Barışın inşası demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır.  Demokrasiyle yönetilmeyen, özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, tüm gücün tek bir elde toplandığı, güçler ayrılığının bulunmadığı bir ülkede barıştan da söz edilemez. Böyle bir rejimde siyasetin savaş ve şiddet ekseninde yapılması kaçınılmaz. Barış mutlaka bir hukuk düzenine dayanmalı. Hukuksal bir temeli olmalı. Anayasa’da ifadesini bulmalı. Savaşın ve şiddetin geçerli olduğu otoriter iktidarlarda ise barışa değil savaşa hukuksal temel aranır. Savaş meşru gösterilmeye çalışılır.

Türkiye’de siyaset savaş ekseninden çıkarılıp barış eksenine oturtulacaksa, toplumda bir barış kültürü yerleştirilecekse, bunun en önemli koşulu Kürt sorununun barışçıl bir çözüme kavuşturulması.

Kürt sorunu çok yönlü bir sorun. Ama temelinde bir kimlik sorunu yatıyor. Kürtlerin Kürt kimliğiyle, eşit bir birey olarak sisteme katılmamalarından doğdu sorun. Gerçekte bu sorun Türk kimliğiyle de yakından ilişkili. Türk kimliğinin ortak bir kimlik olabilmesi için Kürt kimliğinin asimile edilmesi gerektiği düşünüldü. Oysa, farklı kimliklerin birlikte yaşadığı, bir çoğulcu  demokrasi zemininde bu sorunu çözümleme olanağı var.

Kürt sorunu gerçekte bir demokrasi sorunu. Türkiye demokratikleştikçe, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiyi benimsedikçe Kürt sorununun çözümü de kolaylaşacak. Örneğin, çoğulculuk ilkesinin yaşama geçirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ademi merkeziyetçi bir yapıya geçilmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerekli koşullar. Bu koşulların gerçekleşmesi, aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne de önemli katkı yapacak.  Buna karşılık, Türkiye otoriterleşip demokrasiden uzaklaştıkça Kürt sorunu güvenlik alanına sıkışıyor, sorunun varlığı ve nedenleri inkar ediliyor. Bugün içinde bulunduğumuz nokta bu. Başkanlık sistemi ve onun getirdiği tüm gücün tek elde yoğunlaşması, Kürt sorununa barışçı bir çözüm bulunması önündeki en büyük engel.

Türkiye 2009’da başlayan ancak 2015’te yerini şiddete bırakan barış süreciyle, şiddetin yerine şehit haberlerinin, ölümlerin yaşanmadığı başka bir seçeneğin var olduğunu gördü. Zaten dünyadaki örnekler de, etnik sorunların şiddet yoluyla çözümlenemeyeceğini, sorunun çözümü için mutlaka bir barış ve görüşme sürecine gereksinim olduğunu gösteriyor.

Barış süreci güç, dalgalanmalar gösteren bir süreç. Taraflar arasında karşılıklı güvenin oluşmadığı bir ortamda her an kesilebilir, yerini şiddete bırakabilir. Ancak, dünyada örneklerden de görüyoruz ki, barış süreci kesilse bile bir süre sonra yeniden başlayabiliyor. Kolombiya’da anlaşmayı sağlayan sürece gelene dek, altı barış süreci başladı ve kesildi. Barış sürecinin yeniden başlamasında en önemli etken, tarafların sorununun şiddet yoluyla çözümlenemeyeceğini anlamış olmaları. Bu gerçeğin kabul edilmesi iyi bir hareket noktası. Ama yeterli değil. Barış için bir toplumsal talebin doğması gerekir. Böyle bir talep olmadan yeni bir barış sürecinin başlaması güç.

Bugün Kürt sorununun barışçı çözümü bakımından 2009’dan daha geri bir noktadayız. Sorunun, Kuzey Suriye’deki Kürt sorununu da içine alacak biçimde genişlemesi ve uluslararası bir boyut kazanması, Türkiye’de esen şoven milliyetçi hava, yeni kurulan tek adam sistemi hepsi yeni bir barış sürecinin başlamasını güçleştiren etkenler.

Ancak bütün bu olumsuz etkenlere karşın barış konusunda ısrardan vazgeçmemek, barış içinde yaşamanın bir insan hakkı olduğunu göz önünde tutarak barışı talep etmek gerek. Barış ve demokrasi Türkiye’deki  mücadelenin ayrılmaz  parçaları . Bu iki kavramın iç içe geçmiş olduğu her fırsatta belirtilmeli.

 Bunun ötesinde, siyasal partiler ve sivil toplum kuruluşları tarafından somut bir müzakere ve çözüm planı üzerinde çalışılması ve bunun kamuoyuna açıklanması yerinde olur. Demokrasi alanında en büyük olumsuzlukları yaşadığımız bir dönemde böyle somut bir planın ortaya atılması ve tartışma konusu yapılması, barış için toplumsal bir talebin doğmasına yol açar.  Sorunun güvenlik dışındaki boyutlarının tartışılması, Kürt toplumunun üstüne çöken karamsarlığın, siyasete karşı kayıtsızlık havasının dağılmasına neden olur.

Türkiye’de bir demokrasi mücadelesi yürütülecekse, bu mücadelenin bir parçası olarak Kürt sorununun barışçı yollardan çözülebileceğini göstermek zorundayız.

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir