10 Temmuz 2013

Ne izni sayın Vali?

Gerçi Sn. Vali’nin her söylediğini fazla ciddiye almamak gerek. Örneğin, 10 Haziran’da “Gezi Parkı’na müdahele yok diyorum yok, anlaşıldı mı acaba?” diye tweet atmıştı

Gezi parkı açıldı. Ancak gösteri yapılabileceği kaygısıyla, açıldıktıktan üç saat sonra kapatıldı. İstanbul Valisi Sn. Hüseyin Mutlu açılış konuşmasında şunları söyledi:

“Parkları bloke etmek, gösteri mahalli haline getirmek, bunlara asla müsaade etmeyiz. Hukukun dışında işlere müsaade etmeyiz... Kimse kamuya açık bu alanlarda izinsiz gösteri yapamaz.”

Sn. Vali 6 Temmuz’da da Taksim dayanışmasının toplantı çağrısı ile ilgili olarak “...hukuki değil. Yetkili makamlardan bir izin müracatınız yok. Bu toplanmalara izin vermeyeceğiz” dedi.

Sn. Valinin bu sözlerinden hukukun sınırları içinde kalmak istediği sonucunu çıkarabiliriz. O zaman hukuk ne diyor, ona bakalım.

Hukuka uygunluğu belirleyecek olan Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları (Anayasanın 90. maddesine göre, yasalarımızla Sözleşme ve AİHM kararları arasında bir çelişki olursa AİHM kararları esas alınır), 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve hukukun genel ilkeleri.

Anayasanın 34. maddesi “Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor.

2911 sayılı kanunla AİHM kararları arasında ise açık bir çelişki var. Bu durumda, Sn. Vali’nin Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, uygulamayı AİHM kararlarını göz önünde tutarak yapması gerekiyor.

2911 sayılı kanun toplantı ve gösteriler için bildirim yükümlülüğü getiriyor. Bildirim yapılmadan düzenlenen bir toplantı ya da gösterinin zor kullanılarak dağıtılması yetkisini veriyor. Oysa AİHM’in Oya Ataman (2006), DİSK-KESK (2012), Akgöl ve Göl (2011)  kararlarında açıkça belirttiği gibi, bildirim yapılmaması ilgili makamlara müdahele yetkisi vermez. AİHM’e göre, “göstericilerin şiddet eylemlerine başvurmadıkları durumlarda, kamu makamlarının barışçı toplantılara belirli bir hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde toplantı özgürlüğünün özü ortadan kalkar” AİHM, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ancak şiddete başvurulması durumunda sınırlanabileceğini kabul ediyor. Bildirim yapılmamış olsa bile, polisin barışçı bir gösteriyi zor kullanarak dağıtması toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlali olarak görüyor.

2911 sayılı kanun, kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerini düzenleyen ve buna katılanların bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmalarını öngörüyor. Oysa AİHM barışçı bir gösteriyi düzenleyen ya da katılanların hapis cezası ile tehdit edilmelerini toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlali olarak kabul ediyor.

2911 sayılı kanun, anayasa uygun olarak başlayan bir toplantı ya da gösterinin sonradan yasaya aykırı bir toplantıya dönüşmesi durumunda toplantının zor kullanılarak dağıtılmasını öngörüyor. Oysa, AİHM Ezelin/Fransa kararında, eylemcilerin bazılarının şiddete başvurmalarının, şiddete karışmayan eylemcilerin toplantı ve gösteri özgürlüğünün engellenmesi için bir gerekçe oluşturmayacağı görüşünde.

Öte yandan, toplantı yerinin belirlenmesi toplantı ve gösteri özgürlüğünün en önemli unsurlarından biri. Toplantıyı düzenleyenlerin toplantının yerini belirlemesi hakkın özüne ilişkin bir konu. Çünkü  toplantının amacı ile toplantının yeri çoğunlukla birbirine sıkı sıkıya bağlı. Gezi Parkı’ndaki yapılaşmayı protesto etmek için düzenlenen bir toplantının Kuşdili çayırında yapılması durumunda toplantının anlamını yitireceği ortada. Toplantının yeri ile ilgili bu hususları hem AİHM kararlarında (DİSK-KESK, Galstyan/Ermenistan 2007), hem de Venedik Komisyonu’nun 25.06.2012 tarihli raporunda bulmak olanağı var.

Ben bunları daha önce de yazdım. Sadece ben değil, Sedat Ergin bir hafta boyunca sütünunda yazdı. Dr. Tolga Şirin Taraf’ta yazdı. Kamu başdenetçisi Ömeroğlu basına söyledi. Her gece televizyonlarda hukukçular, akademisyenler, gazeteciler bu görüşleri belirttiler. Ama Sn. Vali büyük bir ısrarla Gezi Parkı’ndaki toplantılara izin verilmeyeceğini, izinsiz yapılan toplantıların kanuna aykırı olduğunu ileri sürüyor. Gerçi Sn. Vali’nin her söylediğini fazla ciddiye almamak gerek. Örneğin, 10 Haziran’da “Gezi Parkı’na müdahale yok diyorum yok, anlaşıldı mı acaba?” diye tweet atmıştı. Arkasından 11 Haziran’da basına yaptığı açıklamada  “Bu noktadan itibaren Gezi Parkı’na yönelik müdahalemizin olmayacağını bir kez daha belirtmek istiyorum” demişti. Bundan dört gün sonra polis Gezi Parkı’na girdi. Çok sayıda insan yaralandı.

Anlaşılan o ki, Sn. Vali ya da ona talimat veren makam, neyin hukuka uygun olup olmadığını siyasal tercihlere göre, keyfi bir biçimde saptamak yetkisini kendinde görüyor. Hukukun siyasal amaçlarla kullanılması akla Hitler döneminin anayasa hukukçusu Carl Schmitt’i getiriyor. Schmitt’e göre, hukuk düzeni hukuk normlarına değil egemenin kararına dayanır. Olağanüstü duruma karar veren egemen, yürürlükteki hukuk düzeninin üstündedir. Hukukun ne olduğuna o karar verir. Taksim Gezi Parkı’na uygulanan hukuk da Türkiye’deki “egemen” tarafından belirleniyor.

Sn. Vali bir tweet’inde “Gençler, Gezi Parkı’nda kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış, doğru mu? Aranızda olmak isterdim” diyor. Sn. Vali bu isteğini hala gerçekleştirebilir.

Gençler Gezi Parkı’nda yeniden toplandıklarında, Sn. Vali’nin gaz sıktırıp gençlerin toplantı özgürlüklerini ihlal etmek yerine, gençlerle birlikte sabah kuş sesleri, arı vızıltıları ve ıhlamur kokuları içinde uyanmaması için hiçbir neden yok. 

Yazarın Diğer Yazıları

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir

Gazze'de adalet arayışında Türkiye

Türkiye'nin Gazze konusunda söylediği sözlerin inandırıcı olabilmesi için somut bir eylemle desteklenmesi gerekir. Her şeyden önce yapılması gereken Türkiye'nin Gazze ile ilgili olarak UAD'ın önündeki davaya müdahil olmasıdır