03 Nisan 2012

12 Eylül Davası

Bu ülkenin üzerinden çok darbe, çok darbe girişimi ve sayısız can yakan olay geçti. Bugün hangi ailenin kapısını çalarsanız çalın, mağdurdur...

Değişim böyle bir şey demek ki… Aslında sular hiçbir zaman berrak değildi. Derine atılan kepçe darbeleriyle, sular hep bulanırdı. Kumlar, kıyıya yakın yerde çamurlar suyun berraklığını bozmaya hep yakındı. Berrak bir su görüldüğünde ise o suyun değeri, öyle ya da böyle anlaşılırdı.

Bu ülkenin üzerinden çok darbe, çok darbe girişimi ve sayısız can yakan olay geçti. Bugün hangi ailenin kapısını çalarsanız çalın, mağdurdur. Biri oğlunu askerde kaybetmiştir, diğerinin yakını bir siyasi cinayette öldürülmüştür, birinin oğlunun cesedi dipsiz kuyulara atılmıştır, komşusunun koca dayağıyla öldüğünü görmüştür bir kadın. Korkularla tüm dünya yeniden kurulmuştur. Örülen dünyanın iplikleri, ilmek ilmek sarmıştır bu korku dünyasını. Bireysel korku ve kaçınma, toplumsal bir kapı kapayışa dönmüştür. Sokağa çıkanlara bakıp “onlar zaten anarşik” diye kapılar kapanmış, insanlar bir yere sığınamaz hale gelmiştir. Sığmaya çalışanlar hep dışlananlar olmuştur.

1980’den sonra doğan nesil, bir çok korkuyla büyüdü. Sokakta bir çöpün içinde bombanın patladığı, aydınların provokatif sayılarak yakıldığı, bombalandığı, farklı kesimden insanların bir çoğunun faili hala belirlenmeyen cinayetlere kurban gittiği, uzun bir yüzyıl gibi geçti bu otuz yıl. Her kapının arkasından bir mağdur çıktı. Ve bu topraklar en çok kendi mağdurunu yarattı. Onurlu olanlar mağdurlarını çığırtkanlığa dönüştürmedi, sakin ve vakurca yaşadı. 

Bir kısmı ise mağduriyet çığlıkları atarak yüce koltuklarının ardına sığındı… Mağduriyet, faşizmin bir gösterimiydi artık.

 

Hayat Kazası

 

Topluma, uzun zamandır sınıfsal bir gözle bakmıyoruz. Mevsimsel olarak güneye göç eden işçiyi, kürtlüğüyle aşağılıyoruz, bu göçe nelerin neden olduğunu incelemeye kimsenin niyeti kalmamış gibi. Ya da Tuzla’da iş önlemleri alınmadığı için ölen işçilere de bir “hayat kazası” ya da "kader" diye bakıyoruz. Bu işlerle ilgilenen sendikaların ise sesleri duyulmuyor, gündemin harala gürelesi içinde kaybolup gidiyor.

Suskunluk ve kendini korumaya alma, içinde yaşadığımız risk toplumunun insanın kendine dair en yalın tepkisi. İçinde debelendiğimiz çamur ise kokusunun yüzümüze gaz bombası olarak çarpmasından belli.

Hala birkaç kişi var aslen mağdur olan ve bu mağduriyetlerinin çözümüne erişemeyecek olan.

Toplumsal eşitsizlikleri yeniden düzenleyecek, insanları yeni baştan formatlayacak bir eğitim sisteminin içine girerken öncelik ne olmalıydı?

Hayat kazası dediğimiz kaza, toplumda neredeyse her bireyin başına geldi. Birimiz üç kuruş para kazanmaya gidip dağınık bir yuva bırakıp bir duvar işçisi oldu, diğerinin kardeşi Tuzla’da gemiden düştü, biri gözünün önünde annesini babasını kaybetti, diğeri küçük yaşta okuldan alınıp kocaya verildi, diğeri komşusunun bıçaklandığını gördü; ekmeği elinde tutmak için herkes sustu ve durdu. Hayat devam ediyordu çünkü.

Mağdur olduğunu iddia edenlerin iktidarı ise nedense daim oldu.

4 Nisan 2012’de “12 Eylül Davası” görülecek. Bu davaya müdahil olarak bir çok mağdur yakını, sivil toplum kuruluşu ve siyasi parti katılacak.

Hükümetin bu davaya müdahil olması nasıl bir siyasi manevradır? Hapishanelerde gazetecileri ve milletvekillerini terör örgütü üyeliğinden tutuklayan bir hükümetin, bu davaya müdahil olma hakkı var mıdır?

12 Eylül’de cezaevinde, sadece sol yayınları bastığı için yayıncı İlhan Erdost’u döverek öldürenlerin cezası verilecek mi sizce?

Asıl mağdurlar, mağduriyetlerini hala vakurca taşıyan ve adalet çarkından hala medet umanlardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet’ten um:ag’a

Vakıf kurulduğunda ilk amaç, babamın gazetecilik anlayışını gelecek nesillere yaymak için bir eğitim modeli geliştirmekti.

Uğur Mumcu’nun ardından; dün ve bugün...

Her ırkçı ve şoven duygu, bir başka şoven ve ırkçı düşüncenin düşman kardeşidir

Çünkü yanan bilir

Ülkenin yeniden kendi eski dosyalarını açıp kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bastırılan her olay, misliyle günümüze geri geliyor.