10 Nisan 2013

Korkuları yenmek için

Bu ülkenin barışa, huzura hasret insanları, yıllardır hiç bu kadar umutlanmamışlardı

Bu ülkenin barışa, huzura hasret insanları, yıllardır hiç bu kadar umutlanmamışlardı. Yıllardan beri ilk kez kanın, ölümün, acıların, düşmanlıkların sona erebileceği ihtimali bu kadar yakın görünüyordu. Bu umudu, bu heyecanı en fazla Kürtler hissettiler içlerinde. Diyarbakır’da Nevruz meydanında Öcalan’ın“Bizler çok acı çektik, Kürt halkı çok acı çekti... helâl olsun” sözlerini işittiklerinde, onlar sessizce ağladılar. Sevinç gözyaşlarına, bunca zamandır çekilen acıların derin kederi karıştı.

Ülkenin önünü tıkayan, geleceğimizi ipotek altına alan, toplumsal dokuyu çürütüp dağıtan, insanları birbirine düşman kılan savaşın sona ermesi için yıllardır çabalayan, barış ve çözüm beklentisiyle yaşayan bizler ve de sadece huzur isteyen geniş kitleler, yüreklerindeki ağırlıktan kurtulmaya başladılar. Barışı; siyasi varlıklarının, ayrıcalıklarının, devrini tamamlamış, köhnemiş ideolojilerinin mezar kazıcısı olarak görenlerle ardlarına taktıkları vatan-millet hamasetiyle afyonlanmış gruplar hariç, bu ülkenin bütün insanları barışa sevindi, umutlandı, ışıdı.

 

Farklı korkular, farklı kaygılar

 

Ben, önce barış olsun da kimlerin elinden, kimlerin katkısıyla olursa olsun, diyenlerdenim. Şu savaşa kim, kimler son verecekse başımın üstünde yerleri var, barışçı çözüm arayanların destekçisiyim, yanlarındayım. Hafızamı köreltmeye, geçmişte yapılanları söylenenleri unutmaya çalışıyorum. Ki yüreğime kuşku oturmasın, içimi güvensizlik kaplamasın, umudum kararmasın... Önce Öcalan’ın Nevruz mesajında, sonra Başbakan’ın Âkil İnsanlarla toplantısında telaffuz ettikleri yüreklere işleyen “helâlleşme” sözcüğünü esas alıyorum ben. Helâlleşme ki, barış dilinin en sihirli, en derin, vicdana en yakın sözcüğüdür, bu sözcüğe bağlıyorum umudumu.

Ama toplumdaki dalgalanmaları, gerçekleri görelim. Karnımızdan konuşmadan da ifade edelim: Barış umuduyla dolu bu toplumda bir o kadar da kaygı, hele de kimi kesimlerde korku var. Hemen kızmayalım, suçlamayalım. Kendi çökmekte olan iktidarları, siyasal yaşamları veya çoktan tarihin mezarlığına gömülmesi gereken ideolojileri sona erecek diye korkan; korkularını azgın saldırganlığa dönüştüren, koltuklarının altında portatif darağaçları, dillerinde zehir taşıyan siyaset bezirgânlarından söz etmiyorum. Önemli olan onların kitlelere aşıladıkları korkular, bugüne kadar bütün iktidarların beslendiği ve kitleleri beslediği milliyetçi hamasî tortular, çok taraflı kaygılar... Bunları görmezlikten gelemeyiz; görmezlikten gelir, önemsemez ya da üsttenci bakışla küçümsersek çözüm sürecinde ilerlerken barışın tabanını genişletip sağlamlaştıramayız. Öncelikle korkuları, kaygıları doğru tesbit edebilmeliyiz. Gerek resmî âkillerin gerekse sivil toplumun barış mücadelesinin içinden gelen âkillerinin (ben “kolaylaştırıcılar” terimini tercih ediyorum) acilen yapmaları gereken bu bence.

Kürt tarafının korkuları ve kaygıları, onlarca yıllık acı deneyimlerin ağırlığıyla Türk devletine ve hükümete tam güvenememelerinden kaynaklanıyor. Hepimiz gibi onlar da, dört beş ay öncesine kadarki hiç de barışçı olmayan, yer yer düşmanlık ve ötekileştirme içeren söylemleri, üslupları hatırladıkça, gölgesiz, amasız bir iyimserliğe kapılamıyorlar. 1999’daki sınır ötesine çekilme sırasında yüzlerce gerillanın öldürülmesinin anısını, acısını yüreklerinden atamıyorlar, Uludere’yi unutamıyorlar. Sınır dışına çekilirken yasal güvence, Meclis kararı, vb. istemeleri bundan. Süreç eşit yurttaşlık temelinde adil bir barışla sonuçlanana kadar kaygıları için için sürecek. Bu kaygıları anlamak, gidermeye çabalamak, güveni sağlamak gerekiyor.

Türk tarafının, özellikle de tutucu faşizan MHP ve ulusalcı kesimlerin etki alanındaki kitlelerin; yaratılmış, pompalanmış, sürekli sömürülen “bölünme” korkusu, sürecin önündeki en önemli engel. Bu korku, siyasal çıkar amacıyla, milliyetçi ideolojik saplantıyla, “memleketin gerçek sahibi üstün kavim Türkler” takıntısıyla, ve de AKP karşıtlığı ve düşmanlığı yüzünden sürekli körükleniyor, yeniden yeniden üretiliyor. Bölünme korkusunu gidermek, Kürtlerin kaygılarını gidermekten çok daha güç. Çünkü bu korku rasyonel bir temele, somut olgulara, gerçeklere dayanmıyor. Köklü ve kadim bir zihniyetin beyinlere attığı zararlı tohumlarla baş etmek çok daha güç. Yine de anlamaya çalışmak, çok ciddiye almak, bölünmeyi engelleyebilecek tek şeyin barış ve çözüm olduğunu anlatabilmek gerekiyor.

İnsanlar güvendikleri, sevdikleri, önem verdikleri kişilere, benimsedikleri liderlere inanırlar. İçinde bulunduğumuz barış sürecinde siyasilere, liderlere, kamuoyu önderlerine, sevilen, sayılan kişiliklere büyük sorumluluk düşüyor: Kendi kitlesini barışa hazırlamak... Şu çok kritik dönemde, bu sorumluluğu yüklenmeyen, kendi kitlesini barış ve çözüme yöneltmekten kaçınan, tam aksine kuşkuları, korkuları büyütmek için elinden geleni ardına koymayanların günahı vebali; yarın barış sağlanırsa da, süreç akamete uğrayıp başarısız olursa da kendi tarihlerine sığmayacak kadar büyük olacak.

 

(T24/Taraf – 10 Nisan 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek