08 Haziran 2012

Orta Çağ'da Fazıl Say Olmak

Heykelleri yıkan, tiyatroları kapatan, yazarları, gazetecileri, öğretim üyelerini, siyasetçileri, öğrencileri, sivil toplum örgütü liderlerini, ...

Heykelleri yıkan, tiyatroları kapatan, yazarları, gazetecileri, öğretim üyelerini, siyasetçileri, öğrencileri, sivil toplum örgütü liderlerini, askerleri hapishaneye atan, din temelli eğitim sistemini yaygınlaştıran, ulusal bayram kutlamalarını sınırlayan, kürtajı yasaklamaya çalışan anti-laik dinci sivil diktatörlük şimdi de, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sanatçılardan birisi olan Fazıl Say ile uğraşmaya başladı.

Fransa’nın en önde gelen gazetelerinden birisi olan Le Figaro Fazıl Say için şöyle demişti: “O sadece dahi bir piyanist değil; şüphesiz ki 21. yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olacaktır”. Bugün ise Fazıl Say, Türkiye’nin adliye koridorlarında koşturmakla meşgul. Fazıl Say, sanatıyla ilgilenip müziğine mi odaklansın, yoksa Türkiye’deki yabaniliklerle ve yamyamlarla mı uğraşsın?

New York Filarmoni Orkestrası, St. Petersburg Filarmoni Orkestrası gibi dünyanın en önde gelen orkestraları ile birlikte çalan, dünya piyasalarına ulaşan onlarca CD yapan, yirmi adet uluslararası ödül alan, Paris’te, Londra’da, Roma’da, Berlin’de, New York’ta, St. Petersburg’ta, Moskova’da, Tokyo’da verdiği konserlerle yüzbinlerce müziksevere ulaşan, yeryüzünün üst insanları olan Johan Sebastian Bach’ı, Ludwig van Beethoven’ı en iyi hisseden, en iyi çalan ve en iyi yorumlayan sanatçılardan birisi olan, üstelik sadece mevcut bestecilerin eserlerini yorumlamakla ve bu alanda dünyanın en iyi piyanistlerinden birisi olmakla yetinmeyen, aynı zamanda kendisi de beste yapan, beste yaparken de Türkiye kültürüne sahip çıkan, Anadolu halk müziğinden de esinlenerek beste yapan, Ömer Hayyam, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel, Metin Altıok, Ahmed Arif, Cemal Süreyya gibi şairler için beste yapan ve/veya onlardan esinlenerek beste yapan, Ankara Devlet Konservatuarı’nda yetişen, bu ülkenin topraklarında ve eğitim sisteminde yetişen, Türkiye’yi yurt dışında en iyi tanıtan ve temsil eden kişilerden birisi olan, konser programlarında Türkiye’yi de hiç ihmal etmeyen, hatta Türkiye konserlerini İstanbul ve Ankara ile sınırlamayan, Anadolu’nun birçok kentinde konser veren Fazıl Say, şimdi AKP diktası tarafından dışlanıyor, yurt dışına kaçmaya zorlanıyor! Türkiye Cumhuriyeti’ni babasının çiftliği sanan bazı kendini bilmez densizler, bu toprakların en değerli insanlarını, bu topraklardan kovalamaya kalkıyor! Bu toprakların alt kültürü, bu toprakların üst kültürünü al aşağı etmeye kalkıyor!

Neden? Çünkü Fazıl Say AKP hükümetinin uygulamalarına ve anti-laik siyasal çizgisine karşı çıkıyor. Neden? Çünkü Fazıl Say ateist olduğunu söylüyor. Neden? Çünkü Fazıl Say İslam dinine yönelik farklı yorumları da gündeme getiriyor.

Ülkemizin yetiştirdiği en önemli yazarlardan birisi olan Aziz Nesin de zamanında ateist olduğunu söylediği için linç edilmekten son anda kurtulmuştu. Bırakın ateist olmayı, laik dindar olduğunu söyleyenler bile bu ülkede öldürüldü, saldırıya ve hakarete uğradı. Türkiye’de ateistlerin, dinsiz agnostiklerin ve laik dindarların temel hak ve özgürlükleri yıllardır ayaklar altına alınmaktadır. Bu kesim üzerinde çok ağır baskılar uygulanmaktadır. Ahlakın ve iyiliğin, dinin tekelinde olduğunu sanan bazı şaşkınlar, cahiller ve yobazlar, ülkede yıllardır terör estirmektedirler, ahlak adına, ahlakı yerle bir etmektedirler! AKP hükümeti de bu terörün önüne geçeceğine, adeta bu terörü ve ahlaksızlığı körüklemektedir.

Fazıl Say hakkında hazırlanan iddianamede, kendisinin 1.5 yıl hapsi isteniyor! Gerekçe de şu: “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamak”!

Fazıl Say, 11. ve 12. yüzyılda yaşamış olan İranlı şair, matematikçi ve astronom Ömer Hayyam’ın İslam dini hakkındaki bazı yorumlarını ve/veya bu yorumlardan esinlenerek yapılan bazı yorumları “twitter” hesabında paylaştığı için, hapis cezasıyla yargılanıyor! Türkiye, 21. yüzyılda, Orta Çağı yaşıyor!

Bu despotik yasakçılık, sadece Fazıl Say’a karşı değil, aynı zamanda Ömer Hayyam’a karşı gerçekleştirilen bir uygulamadır! Bu durumda Ömer Hayyam’ın tüm kitapları, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamak” gerekçesiyle yasaklanabilir! Bir sonraki aşama budur! Çünkü Ömer Hayyam, Tanrı’yı reddetmediği halde, yani ateist olmadığı halde, İslam dinini, döneminin bazı teologlarından, AKP ulemasından, Suudi Arabistan ve İran İslam Cumhuriyeti yönetimlerinden, HAMAS’tan ve Müslüman Kardeşler’den farklı yorumlamıştır, Kuran’ı Kerim’deki bazı ayetlere katılmadığını açıklamıştır. Ömer Hayyam, insanın dünyevi yaşamdan arınmasının, örneğin içki içmemesinin saçma olduğunu savunmuştur; Tanrı’nın insanı ödüllendirmesi ve cezalandırmasıyla ilgili, cennet ve cehennemle ilgili, Tanrı’nın her şeye müdahale etmesiyle ilgili bazı ayetleri sorgulamıştır.

Bu durumda, İslam dünyasında yaşamış olan birçok başka sanatçının, düşünürün ve bilim adamının da eserleri yasaklanabilir ve/veya onları savunanlar hakkında iddianame hazırlanabilir, bu kişiler hapise atılabilirler. Örneğin bu durumda, 9. yüzyıl düşünürlerinden İbn al-Rawandi ve aynı yüzyılda yaşamış olan tıp bilimcisi Abu Bakr al-Razi ile 10. yüzyıl düşünürlerinden Al-Ma’arri de “sakıncalılar” listesinde yerlerini alabilirler ve AKP uleması tarafından lanetlenebilirler. Çünkü bu kişiler, birçok yorumcuya göre ateist olmadıkları halde, peygamberlerin ve mucizelerin varlığı da dahil olmak üzere, Tevrat, İncil ve Kuran’daki birçok iddiaya karşı çıkmışlar, bunların akıldışı şeyler olduğunu söylemişler, din kitaplarındaki bazı yetersizliklere ve çelişkilere dikkat çekmişlerdir.

Bu durumda, Anadolu ve Trakya kültürünün çok önemli bir parçası olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin (13. yüzyıl), Yunus Emre’nin (13. yüzyıl), Mevlana’nın (13. yüzyıl), Şeyh Bedrettin’in (14. yüzyıl) ve Pir Sultan Abdal’ın (16. yüzyıl) eserleri ve düşünceleri de, AKP ulemasının İslam dini yorumuyla bağdaşmadığı için, “sakıncalı” bir hale gelebilir! Böylece tornadan çıkmış tek tip İslam yorumu da tüm ülkede hakim kılınır!

Yine aynı biçimde, Avrupa kıtasında yaşamış olan birçok düşünür, filozof, bilim adamı da “sakıncalılar” listesinde yer alabilir. Dinsizlikle suçlanıp idam edilen 17. yüzyıl düşünürlerinden Giulio Cesare Vanini ve Kazimierz Lyszczynski; 18. yüzyılın dinsiz agnostik filozofu David Hume; 18. yüzyılın ateist düşünürlerinden Denis Diderot ve Baron D’Holbach; 19. yüzyılın ateist filozofları Friedrich Nietzsche ve Karl Marx; 20. yüzyılın ateist bilim adamı Sigmund Freud; 20. yüzyılın ateist filozofları Jean-Paul Sartre ve Bertrand Russell hedef tahtasına yerleşebilir, bu kişilerin kitapları raflardan kalkabilir, bu kişilerin düşüncelerini “twitter”da, “facebook”ta yayanlar kendilerini demir parmaklıklar arkasında bulabilir!

Hatta, Amerikan Bilimler Akademisi’nin üyelerinin %93’ü de ateist olduğuna göre, bu üyelerin adları da tek tek AKP uleması tarafından deşifre edilebilir ve onların bilimsel çalışmaları yasaklanabilir ve/veya onların çalışmalarını “twitter”da paylaşanlar hakkında hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanabilir.

Hatta, Avrupa Birliği’nin en önemli kamuoyu araştırma kurumlarından birisi olan Eurobarometer’in 2005 yılında gerçekleştirdiği anketlere göre, İsveç’in %77’si, Danimarka’nın %69’u, Norveç’in %68’i, Fransa ve Hollanda’nın %66’sı, Britanya’nın %62’si, Finlandiya’nın % 59’u, Belçika’nın %57’si, Almanya’nın %53’ü, İsviçre’nin %52’si, Avusturya’nın %46’sı, İspanya’nın %41’i, İtalya’nın %26’sı Tevrat, İncil ve Kuran’da betimlendiği biçimde bir Tanrı’nın varlığına inanmadıklarına göre, Avrupa’da yaşayan bu milyonlarca vatandaş da MİT tarafından deşifre edilebilir, onlara turizm ambargosu uygulanabilir ve Türkiye’ye giriş yasağı konabilir! Çünkü bu vatandaşlar da, Türkiye’deki “dini değerleri aşağılamak” işine girebilirler ve potansiyel bir tehdit oluşturabilirler, Türkiye’deki dindar gençleri “sapık” ve “sapkın” fikirleriyle zehirleyebilirler, “ahlaklı” Türk milletini, “ahlaksız” hale getirebilirler.

Bir yandan George Orwell’in 1984 romanını, bir yandan da Franz Kafka’nın Dava romanını andıran bu despotik uygulamalar yaşama geçirilirken de kimse şöyle düşünmez:  Aynı araştırma kurumunun aynı anketine göre Türkiye’de Tanrı’nın varlığına inananların oranı %95 olduğu halde, Avrupa’ya göre Türkiye’de nasıl oluyor da çok daha fazla yolsuzluk, dolandırıcılık ve sahtekarlık var; Avrupa’ya göre Türkiye’de nasıl oluyor da çok daha fazla insan hakları ihlali var; kısacası, Avrupa’ya göre Türkiye çok daha dindar olduğu halde, nasıl oluyor da Türkiye çok daha ahlaksız olabiliyor?!

Fazıl Say, ince ruhlu, sanatçı bir insan olarak ve doğal olarak, bu olaylardan çok etkileniyor ve artık Türkiye’den umudunu kaybettiğini, ülkeyi terk etmeyi bile düşündüğünü söylüyor.

Ama Fazıl Say, bazı şerefsiz, karaktersiz ve onursuz sanatçılar, düşünürler, yazarlar, gazeteciler, bilim adamları, akademisyenler gibi kafasını kuma gömmediği için, üç maymunu oynamadığı için, haksızlıklara ve yanlışlara karşı sesini çıkarttığı için, sadece kendisi için değil, Türkiye için de kaygıları olan bir insan olduğu için, bu ülkeyi hiçbir zaman terketmez.

Fazıl Say rahat olsun, bir yandan politik çıkışlarını ve direnişini sürdürsün, ama bir yandan da bu yamyamları umursamasın, sanatına, müziğine odaklansın, yabanilerin onun sanatı önünde bir engel teşkil etmesine izin vermesin. Çünkü bu yabaniler buna değmez, Fazıl Say’ın sanatı, bu yabanilerden daha değerlidir.

Ayrıca Fazıl Say bilsin ki, meydan boş değildir; Türkiye Cumhuriyeti’nde, uygarlık düşmanlarıyla, kanının son damlasına kadar savaşacak milyonlarca vatandaş vardır.

Bunun da ötesinde, herkes bilsin ki, Orta Çağ eninde sonunda Rönesans dönemini doğurmuştur!

“Rönesans” sözcüğü, yeniden doğuş anlamına gelmektedir!

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...