18 Ağustos 2012

Gündem Oltasına Takılan Çeşitli Balıklar -2-

Vatandaşlarımızın bir kısmı tatilde, ancak Türkiye’nin trajik gündemi, her zaman olduğu gibi, yine tatile çıkamıyor

Vatandaşlarımızın bir kısmı tatilde, ancak Türkiye’nin trajik gündemi, her zaman olduğu gibi, yine tatile çıkamıyor.

Sonunda bu da oldu ve Lübnan’da, Aydın Tufan Tekin adlı bir Türk iş adamı, Suriye devletine yakınlığıyla bilinen Şii Mikdad aşireti tarafından kaçırıldı. Bir zamanlar Lübnan’da Amerikalı iş adamları, gazeteciler, turistler kaçırılırdı; şimdi sıra Türklere geldi. Çünkü Türkiye, AKP yüzünden, Orta Doğu bataklığına girdi.

Suriye istihbaratının ve devletinin Lübnan’daki etkisi yıllardır bilinen bir gerçektir. Hizbullah’ın örgütlenmesinden tutun, Lübnan’da kimin yönetime geleceği konusuna kadar, Suriye Lübnan üzerinde her zaman etkili olmuştur ve Lübnan’ın iç işlerine karışmıştır. Şimdi AKP Türkiye’si, Rusya’yı, İran’ı, Çin’i, Irak’ı umursamadan, ABD’nin ve Türkiye’deki Sunni tarikatların ve cemaatlerin verdiği destek ve cesaretle, Suriye devletini karşısına aldı, Suriye’deki iç savaş yangınına, su yerine benzin döktü; sonunda bu da oldu. Türkiye kendisini bir anda Orta Doğu bataklığında buldu. Bu sadece işin başı. Bakalım bundan sonra daha neler olacak?

Bu arada Suriye devletine karşı isyan hareketi başlatan güçlerin, büyük ölçüde dinci Müslüman Kardeşler ve dinci El-Kaide örgütü üyeleri tarafından yönlendirildiği tezi de, dün, bir kez daha doğrulandı. İstanbul’da 2003 yılında Neve Şalom Sinagogu’nun, İngiltere Başkonsolosluğu’nun ve HSBC bankasının bombalanması eylemini planlayanlardan birisi olan ve onlarca insanın ölümüne neden olan Azad Ekinci’nin kardeşi Metin Ekinci, medyaya yansıyan haberlere göre, Suriye’nin Halep kentinde, devletin güvenlik güçlerine karşı savaşırken, ölü olarak ele geçirildi.

İstanbul’u kana bulayan dinci terörist Azad Ekinci’nin kardeşi Metin Ekinci’nin Suriye’de ne işi var? Esad’a karşı savaşan taraf gerçekten “Özgür Suriye Ordusu” mu, yoksa “İslamcı Suriye Ordusu” mu? Diktatör Esad gidince, yerine özgür demokratik güçler mi gelecek, yoksa dinci Müslüman Kardeşler ve El-Kaide güçleri mi? Nitekim “Özgür Suriye Ordusu”nun komutanlarından birisi, dün yaptığı bir açıklamada, batıdan silah yardımı alamazlarsa, El-Kaide ile ittifak yapacaklarını resmen açıkladı. Bu açıklamada sadece bir tehdit yok, aynı zamanda bir yalan da var: Çünkü “Özgür Suriye Ordusu” zaten El-Kaide ile ittifak halinde!

AKP Türkiye’yi, sadece kendi içinde değil, tüm Orta Doğu’da, bir Sunni-Şii, Sunni-Alevi, laik-dinci çatışmasının içine sokuyor, ama halkımızın bir kesimi  ve milletvekillerimiz tatilde uyuyor.

Pekiyi, bütün bunlar hakkında Türkiye’nin önde gelen aydınları, yazarları ne diyor? Onlar hala laiklikle mücadele halindeler! Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, gazetelere yansıyan haberlere göre, Alman Die Zeit gazetesine verdiği demeçte, “Türkiye’de burjuvazi beni sinirlendiriyor. Kibirleri, dar görüşlü bir şekilde bencillikleri ve kendi ülkesinin insanlarından nefret etmeleri beni tiksindiriyor...Çoğunluğu oluşturan başörtülü kadınlara yukarıdan bakıyorlar. Bu da bana eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara olan davranışını hatırlatıyor.”

Türkiye nerede, Orhan Pamuk nerede?! Türkiye’de sivil diktatörlük yaşanıyor, Türkiye dinci faşist güçlerin eline geçmiş, onlarca gazeteci, yazar, öğretim üyesi, siyasetçi hapiste, hükümetten gelen baskılar üzerine, onlarca gazetecinin, yazarın ve yorumcunun işine son verilmiş, yüzlerce öğrenci hapiste, Türkiye AKP ile birlikte, dünyada insan haklarının en fazla ihlal edildiği ülkeler arasına girmiş, Türkiye, uluslararası insan hakları örgütleri raporlarına göre, neredeyse 12 Eylül döneminin istatistiklerine ulaşmış, Orhan Pamuk beyefendi ise, hala başörtülü kadınların haklarından söz ediyor, 20 yıl öncesinin gündeminde debeleniyor!

Türkiye’de, Orhan Pamuk’tan çok daha büyük ve iyi yazarlar nobel ödülünü alamadılar. Nazım Hikmet nobel ödülünü alamadı; Yaşar Kemal nobel ödülünü alamadı; Fazıl Hüsnü Dağlarca nobel ödülünü alamadı; Orhan Veli nobel ödülünü alamadı....Listeyi uzatmak olanaklı. Orhan Pamuk ise, Türkiye’nin Kürt politikası aleyhinde birkaç söz söyledi, biraz da kendisini pazarlama becerisi gösterdi, bir anda nobel ödülünü alıverdi. İyi de oldu, o sayede dünya, en azından Türkiye’de edebiyat diye bir şeyin olduğunu keşfetti.

Pekiyi, Orhan Pamuk hala başörtülü kadınların haklarını savunacağına, neden AKP’nin dikta rejimini eleştirmez, AKP’nin insan hakları ihlallerini görmezden gelir?! Ya da bu konuda bir şeyler söylüyor da, bunlar basına mı yansımıyor?

Olabilir. Eğer durum buysa, Orhan Pamuk bir basın toplantısı düzenleyerek, bunu çok kolay bir biçimde düzeltebilir. Ancak bunu Türkiye’de yapması da yetmez! Orhan Pamuk, sadece nobel ödüllü bir yazar değil, aynı zamanda halkına karşı sorumlu bir aydınsa, yurt dışında bir basın toplantısı düzenlesin veya yurt dışında önemli bir gazeteye demeç versin ve AKP’nin demokrasiyi ve temel insan haklarını nasıl ihlal ettiğini anlatsın!

Bakalım Orhan Pamuk bunu yapabiliyor mu?

Yapamıyorsa, aldığı nobel ödülünün de hiçbir kıymeti yoktur!

Son olarak: Gündemin en önemli konularından bir tanesi de, Müşfik Kenter’in ölümüdür. Ne tesadüftür ki, Müşfik Kenter, aradan fazla bir zaman geçmeden, Metin Erksan’ın peşinden gitmiştir; dünyadaki yalnızlığına, yokluğa giderek son vermiştir.

Metin Erksan, Türk sinema tarihinin unutulmaz filmlerden birisi olan “Sevmek Zamanı”nın yönetmeniydi, Müşfik Kenter de başrol oyuncusuydu.

Müşfik Kenter’in ölümüyle, Türkiye, en önemli tiyatro ve sinema oyuncularından bir tanesini yitirmiştir.

Kendisiyle, New York’ta Yüksek Lisans öğrenimi görürken, 1980’li yılların sonunda tanışmıştım. Bir Garip Orhan Veli’yi New York’ta sahneliyordu; ben de gönüllü olarak çevirmenlere danışmanlık yapıyordum.

“Müşfik Kenter’i üç sözcükle nasıl anlatırsınız?” diye bir soru sorsalar, herhalde şöyle derdim: “Mütevazılık, hüzün ve melankoli.”

Müşfik Kenter’de mütevazılık, hüzün ve melankoli, bir bütün içinde, derinlemesine bir biçimde, en üst seviyede karşımıza çıkıyordu. İşin garibi de, sahnedeki Müşfik Kenter ile sokaktaki Müşfik Kenter sanki aynı kişilerdi. O sahnede veya sette oynamıyordu, o zaten öyleydi.

Türkiye’de tiyatro ve sinema sanatı, Müşfik Kenter ile birlikte, mütevazılığını, hüznünü ve melankolisini de yitirmiştir.

Neyse ki, böyle insanlar da yaşadı ülkemizde.

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...