15 Mart 2013

Chavez, CHP ve Türkiye

Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez, 5 Mart 2013 tarihinde, 59 yaşında yaşamını yitirdi

Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez, 5 Mart 2013 tarihinde, 59 yaşında yaşamını yitirdi. Chavez, insanlık tarihinde sosyalist hareketi iktidara getiren en önemli liderlerden birisiydi. Lenin, Mao, Castro, Che gibi liderlerle birlikte, Chavez de tarihe geçen sosyalistlerden birisi oldu. Chavez’in cenazesine yüz binlerce insan katıldı, milyonlarca insan Chavez için yas tuttu ve onun ölümüyle birlikte kahroldu.

Ancak Chavez’in tüm bu liderlere göre farklı bir yönü daha vardı. Bir fark elbette, Chavez’in, komünizmden çok, sosyal demokrasiye yakın olması, daha doğrusu, komünizm ile sosyal demokrasinin arasında bir yerlerde siyaset yapmasıydı.

Chavez komünist değildi, ancak İngiltere’de Tony Blair’in, Almanya’da Gerhard Schröder’in ve Türkiye’de Deniz Baykal’ın, Kemal Derviş’in ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi, sosyal demokrasiyi sulandırmıyordu, kapitalizme karşı verilen tavizleri asgari düzeyde tutuyordu. Chavez ayrıca, son derece tutarlı ve radikal bir anti-emperyalistti.

Chavez’i, Lenin, Mao, Castro ve Che gibi liderlerden ayıran asıl önemli şeyse, silahlı devrimle değil, serbest seçimle iktidara gelmesiydi. Üstelik Chavez seçimle dört kez üst üste iktidara geldi, 1999-2013 yılları arasında, 14 yıl boyunca, Devlet Başkanı olarak ülkesini yönetti. Chavez 2012 yılındaki son seçimleri de kazandıktan sonra, görevi başındayken, kanserden öldü. Yani Chavez’in sosyalist iktidarı geçmişe özgü nostaljik bir durum da değil. Chavez’in öncülük ettiği sosyalist iktidar yaşarken, Chavez öldü.

Chavez 1999’da iktidara geldikten sonra, tüm Latin Amerika’nın yönelimi de sola doğru kaydı. Chavez sadece Venezuella’da solu iktidara getirmedi, aynı zamanda tüm Latin Amerika’daki sol hareketlere de cesaret verdi, onların ilham kaynağı oldu. Latin Amerika ülkeleri 2000’li yıllarda, onlarca yıl CIA destekli faşist askeri diktatörlükler ve sağ hükümetler tarafından yönetildikten sonra, serbest seçimlerle solu iktidara getirdiler. Chavez’den sonra, Brezilya’da, Arjantin’de, Şili’de, Ekvator’da, Bolivya’da, Uruguay’da, Paraguay’da, Peru’da, Honduras’ta, El Salvador’da sosyalist ve sosyal demokrat partiler iktidara geldiler, sosyalist reformlar gerçekleştirdiler.

Batı Avrupa ülkelerinde sosyalist ve sosyal demokrat partilerin iktidara gelmeleri zaten alışılmış bir durumdu. Ancak Latin Amerika gibi gelişmekte olan veya az gelişmiş bir bölgede, solun silahlı devrimle değil, serbest seçimle iktidara gelmesi, tarihsel açıdan son derece önemli bir olaydır. Tarihçilerin, siyaset bilimcilerin ve sosyologların bu durumu çok iyi incelemeleri gerekir.

Elbette bu öykü daha da eskiye dayanmaktadır. Daha önce, 1951 yılında, Guatemala’da, Jacobo Arbenz, 1970 yılında da, Şili’de, Salvador Allende, serbest seçimle iktidara gelmişlerdi. Her iki lider de sosyalistti ve anti-emperyalist bir siyaset çizgisi izliyorlardı. Ancak her iki lider de bu nedenlerle, CIA destekli bir askeri darbeyle devrilmişlerdi. Hatta Che Guevara, ilk devrim ve reform mücadelesini Guatemala’da başlatmış, ancak orada seçimle iktidara gelen solcuların ve anti-emperyalistlerin CIA tarafından askeri darbeyle devrilme sürecini yaşayınca, solun seçimle iktidara gelme olasılığı konusundaki umudunu yitirmişti. Küba’daki devrim yöntemini ve sürecini doğuran en önemli etkenlerden bir tanesi, Guatemala’daki CIA destekli faşist askeri darbedir.

Daha sonra Nikaragua’da, yine sosyalist olan ve askeri diktatörlüklere karşı uzun yıllar gerilla mücadelesi veren Daniel Ortega, 1984 yılında, serbest seçimle iktidara geldi. CIA onu da silah zoruyla devirmeye çalıştı, ancak bunu başaramadı. Ortega 6 yıl görevde kaldıktan sonra 1990’da seçimi kaybetti, ancak 2006 yılında ve 2011 yılında yeniden Devlet Başkanı seçildi. Ortega’nın yeniden dönüşünde, Chavez’in ve Latin Amerika’nın bir bütün olarak sola kaymasının da büyük etkisi olmuştur.

Sonuçta CIA’in ve Pentagon’un içine çöreklenmiş faşistler, tarihin akışını değiştiremediler ve Chavez’in de katkısıyla, Latin Amerika halklarının neredeyse tamamı, yüzünü sola dönmüş oldu.

Chavez iktidara geldikten sonra ilk iş olarak ülkesindeki fakirliği ve geri kalmışlığı önemli bir ölçüde azalttı. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, Venezuella’da fakirlik oranı 2002’de % 48 oranındayken, 2011 yılında bu oran % 29’a düştü. Chavez, özellikle dar gelirli kesime ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti götürdü, gelir dağılımındaki dengesizliği önemli bir ölçüde azalttı. Venezuella’nın dünyanın 13. büyük petrol üreticisi ve OPEC üyesi olması da bunda etkili oldu. Ancak sonuçta, kendisinden önce Venezuella’yı yönetenler, ülkenin petrol kaynaklarını halkın lehine kullanmazken, Chavez tercihini halktan yana kullandı ve önceliği halka verdi. Chavez bu çerçevede petrol kaynaklarını ve kurumlarını millileştirdi; yabancı sermayeyi büyük ölçüde sınırladı; üstelik petrolü sadece kendi halkının yararı için kullanmadı; bu petrolü başka Latin Amerika ülkelerine de uygun fiyatlara satarak, onların da devrim ve/veya reform süreçlerine destek verdi.

Chavez halkın içinde birisiydi. Chavez binlerce korumayla gezmez, ofisine ve makam arabasına kapanmaz, halkın ve kitlelerin arasına karışır, onlarla dostça ve samimi sohbetler yürütür, elden geldiğince takım elbise giymez, kravat takmaz, spor giyinir, zamanı geldiğinde halkın içinde dans da ederdi, şarkı da söylerdi, espriler de yapardı. Chavez hiçbir zaman kasvetli bir politikacı portresi çizmedi. Chavez, örnek aldığı Che ve Castro’nun da yaptığı gibi, sosyalizmi, Sovyet usulü bir kasvetten veya Çin usulü bir gerginlikten kurtardı.

Tüm bunlar Türkiye’de solun, sosyal demokrasinin başaramadığı şeyler. Türkiye’de sol hiçbir zaman tek başına iktidara gelemedi. 1977’de CHP ile bir kez bu fırsat ele geçti, ancak o da çok kısa sürdü.

Bu durum halkın yapısından mı kaynaklanmaktadır, yoksa solu temsil etmek iddiasındaki siyasi partilerin yapısından mı kaynaklanmaktadır, yoksa iki durum da etken midir, bu çözülmesi gereken bir bulmacadır. Ancak sonuçta, siyaset yaparken, faturanın halka çıkartılması diye bir şey söz konusu olamayacağına göre, Türkiye’deki sol siyasetin, özellikle de CHP’nin, kendisini bir an önce toparlaması, durgun göllerde oyalanmaktan vazgeçmesi, fırtınalı denizlere yelken açması gerekmektedir!
CHP’ye ve Türkiye’ye, Chavez gibi bir lider gerekiyor!

Başka bir deyişle, CHP’nin düzen partisi olmaktan çıkması gerekiyor! Bu işin başka bir çözüm yolu yok!

Chavez’in cenaze törenine bile gitmeyi akıl edemeyen, bu törene üst düzeyde bir katılım bile gerçekleştiremeyen Kılıçdaroğlu yönetiminden de hiçbir şey çıkmaz!

Kimse boşuna beklemesin!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...