09 Mart 2018

Tokyo faciası

İnsan ruhundaki olumsuz, yıkıcı eğilimleri ehlileştirmeyi beceremezsek daha çok facialar yaşarız

“Dresden Faciası” yazıma tepki veren bir okur şöyle yazmıştı: “ 9 – 10 Mart 1945 Tokyo bombardımanını unutmayalım. Amerikalılar bir gece içinde yangın bombalarıyla evlerin çoğu tahta olan Tokyo’yu yaktılar. Bir gece içinde 100.000’den fazla insan öldü. 1.000. 000 insan evsiz kaldı. İnsan kaybı ve tahribat, Hiroşima’ya atılan atom bombasının etkisinden daha büyüktü.”

Naziler, tarihin en büyük insanlık suçunu işlediler. Japonlar, bazılarının hesabının hâlâ kapatılmamış olduğu öne sürülen savaş suçları işlediler. ABD (ve bazı vakalarda İngiltere) savaşın bir an önce sona ermesini sağlamak için şehirleri, sivil halk ölecekmiş , kültürel miras yok olacakmış, hiç düşünmeden bomba yağmuruna tuttular. ABD atom bombalarını başarıyla (!) denedi.

Rahmetli Memet Fuat’ın “Bilim ve Sanat” başlıklı denemesini anımsayalım: “Jacob Bronowski 1908 – 1974 yılları arasında yaşamış Polonya asıllı bir İngiliz matematikçi. (...) Yaşamında çok acı bir deneyimi de var: İkinci Dünya savaşında hava saldırılarının etkisini artırma yolunda araştırmalar yapmış. Faşizmi ezmek amacıyla bilgilerini savaş güçlerinin emrine sunmuş. Ama 1945’de atom bombasının etkilerini görünce, düşünceleri çok değişmiş, savaşa dönük araştırmalardan uzaklaşıp yaşam bilimlerine, insanın doğasına, ahlaka ilişkin araştırmalara, kültürün evrimine yönelmiş. // Şöyle diyor: Nagasaki’nin fiziksel etkisinden kurtulduktan sonra, çeşitli devletlerdeki, Birleşmiş Milletler’deki yetkili kişileri Nagasaki’nin o durumu ile saklanması gerekliliğine inandırmaya çalıştım. Gelecekte yapılacak tüm silahsızlanma konferanslarının, ulusların yazgılarında etkili olacak diğer görüşmelerin bu kül, moloz denizinde yapılmasını istedim. Yine de öyle düşünüyorum. Devlet adamları ele alacakları  - bizimle ilgili – sorunlarda gerçekçi yargılara ancak bu hoş olmayan çevrede varabilirler. Yazık ki, görevli meslekdaşlarım düşünceme hiç önem vermediler; üstelik de delegelerin Nagasaki’de rahatsız olabileceklerini belirttiler bana.”

“İnsan belleği zayıftır, ama arşivler unutmaz” derler. Jacob Bronowski belleğimizi sürekli güçlü kılacak bir arşiv önermiş, ama dinlememişler.

Doğu Guta’nın sivil halkının Esatçı güçlerle Rusların acımasız saldırlarına uğradığı günlerdeyiz. BM Genel Sekreteri, Doğu Guta’ya “yeryüzündeki cehennem” diyor. Öte yandan, büyük dostumuz Putin, Rusya’nın dünyanın en etkili nükleer silahını ürettiğini müjdeleyerek herkesi bir güzel tehdit etti. Dünyada şiddetin eskiye oranla azaldığını söyleyenler var, ama manzara bu.

Gene “Dresden Faciası” yazıma, sahte lakaplı bir okur, bana küfürler yağdırarak tepki verdi. Ben böyle okurlara maskeli terbiyesiz diyorum. Bu maskeli terbiyesiz, aslında Dresden halkının tümünün imha edilmeyi hak etmiş olduğu düşüncesindeydi.

İşte sorun burada. “Önce savaşalım, sonra barış yapalım. Sonra gene savaşalım, gene barış yapalım.” diye akıp gidiyor Tarih. İnsanın içinde nasıl bir kin ve şiddet potansiyeli olduğunu bu okurun tepkisinden bir kez daha anlıyoruz. İnsan ruhundaki bu tür olumsuz, yıkıcı eğilimleri ehlileştirmeyi beceremezsek daha çok facialar yaşarız.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!