31 Mayıs 2017

Biraz kültür

Modern toplumlarda sosyal ve kültürel alanlarda iktidarda olması gereken şey, tek ya da tekçi bir anlayış değil, özgürlüktür

Arena İspanyolcada kum demektir, bildiğimiz kum. Okuduklarıma göre, Latince “harena”dan gelir. Düzdeğişmece (mecaz – ı mürsel) yoluyla, kumlu yerleri anlatan bir kavrama dönüşmüştür. Günümüzde hem somut hem de soyut geniş alanlara arena denebilmektedir. Örneğin, müzik ya da spor yerlerine arena dendiği gibi,“uluslararası arena” İngilizcede yerleşmiş bir deyiştir. Birçok sözcük aynı yoldan gelişmiştir. Borsa sözcüğü para kesesi demektir aslında. Bugün paracıların, kapitalistlerin arenasına dönüşmüştür. Arena sözcüğünü Romalıların ne için kullandıklarını hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir elbette. Ancak, bildiğimiz gibi, ortaya çıkışından beri Avrupa uygarlığında “fazilet Avrupası” ile “melanet Avrupası” arasında savaşım görülür. Artık Roma’nın kanlı kumu kalmamıştır ama Roma hukuku yaşamış, bugünkü evrensel uygarlık değerlerin temelinde yerini almıştır.

Ben Türkiye’de orada burada arena sözcüğünün kullanılmasından hiç hoşlanmıyorum. Bilinçsizce yapılan kültürel züppeliklerden biri olarak görüyorum. Yaşamın güzel raslantıları sonucunda dört yabancı dille tanıştım. Türkçemize güveniyorum. Güzel dilimizle her şeyin dile getirilebileceğini biliyorum. Bizimleşmişler dışındaki yabancı kavram, deyiş ve sözcüklerin olur olmaz kullanılmasına karşıyım. Dolayısıyla Türkçeyi geliştirmek gerekirken, Osmanlıcaya dönme girişimlerine de karşıyım. Osmanlıca kendi içinde güzel, ama hem dilbilim hem de kültür bakımından bir daraşlık idi. Örneğin, 19’ncu yüzyılda Seyranî’nin Türkçesi varken, Osmanlı aydınlarından bir bölümünün Osmanlıcayı geliştirmeye çalışmış olmalarına hep dudak bükmüşümdür. Bu aydınların en önemlisi, 20.nci yüzyılı da görmüş olan Tevfik Fikret’tir. Fikret’in düşü, Batılı Osmanlı insanını yaratmak, Osmanlıcayı Batılı anlamda bir kültür dili haline getirmekti. Olmadı. Koca Tevfik Fikret’in yapamadığını biz mi yapacağız?  Ayrıca, dil anlayışımız, soyut bir Doğu uygarlığı adına sadece Batı’dan gelen sözcüklere karşı çıkmakla sınırlanmamalıdır. Ne Batı dillerine, ne de Arapça ya da Farsçaya öykünelim; Türkçe’mize güvenelim. Türkçe’ye güvenmek demek kendimize güvenmek demektir. Kendimizi ancak Türkçe’yle aşabiliriz. Modernleşme ve cumhuriyet deneyimimiz de bunu göstermektedir.

Hazır bir kültür konusuna girmişken, sosyal ve kültürel iktidar kavramlarına da kuramsal açıdan kısaca değinelim. Önce sosyal iktidarın İspanyolca bir kaynakta gördüğüm tanımıyla başlayalım:

“Sosyal iktidar, başka kişilerin davranışlarını kontrol etmek, değiştirmek ya da etkilemek yeteneğidir. Bu yönde büyük bir potansiyeli barındırır: Başkasının ya da ötekinin, benim istediğimi, ben istediğim zaman ve benim istediğim şekilde yapmasını sağlamak.” Sert bir tanım ama sosyal iktidarın en yoğun halini göstermesi bakımından yararlı. “Sosyal” sözcüğünün yerine kültürü, “davranışlar”ın önüne de kültüreli koyarsanız, kabaca, kültürel iktidarın tanımını da yapmış olursunuz.

Her siyasal iktidarın toplumsal ve kültürel yaşamı kendi görüşleri doğrultusunda etkilemeye, yönlendirmeye çalıştığı bilinir. Ancak modern toplumlarda iktidarların uydukları ortak payda ya da değerler vardır. Temel değer özgürlüktür. İktidar – birey denkleminde özgürlüğün somut tanımı, iktidarın evrensel insan haklarına saygı göstermesidir. Sosyal bakımından hiç bir kişinin ya da kesimin, diğerlerine kendi yaşam anlayışını ve tarzını dayatması kabul edilmez. Kültürel bakımdan da ifade ve yaratma özgürlüğü esastır. Başka bir deyişle, modern toplumun özü tek tip insan ya da kültür değil, kültürel çeşitliliktir. Yani ülkemizde de zaman zaman dile getirilen “Farklılıklarımızla daha güçlüyüz” fikri demokrasilerde esastır.

Komünist yönetimlerin yıkılmalarının bir nedeni de  bu ilkelere uymamak olmuştur. Örneğin, edebiyat alanında toplumcu gerçekçilik dışındaki görüşler, resim alanında figüratif çalışmalar, diskotekler, bazı tür filmler yasaklanabilmiştir. Muhalif basın yayın baskı görmüş, aydınlara eziyet edilmiştir. Böylece komünist siyasal iktidar, yaşamın sosyal, kültürel bütün alanlarını kapsayan total bir iktidara dönüşmüş, bu rejime de totaliter rejim denmiştir. Bu tür rejimlerde iktidar, tek ve mutlak doğru yolu kendisinin bulduğuna inanır, herkesi o yola getirmeye çalışır. Oysa, modern toplumlarda sosyal ve kültürel alanlarda iktidarda olması gereken şey, tek ya da tekçi bir anlayış değil, özgürlüktür. Hoşgörülü, çoğulcu, kültürel çeşitlilik içinde bir toplum olarak yaşama özlemini hepimizin paylaşmadığını hiçbirimiz düşünmek istemeyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!