01 Ekim 2017

Sınırlarla oynamak tehlikelidir

Dolayısıyla gerçekçi olmak gerekir. Katalonya ya da Irak Kürdistan’ını bağımsızlık yolunda “Korkma, yürü, arkandayım” diyerek destekleyen devlet çıkması güç

Geçen gün T24’ten telefon ederek bir konuda görüşümü sordular. Yanıt veremedim. Küçük dünyamın konularına öyle dalmışım ki büyük dünyada olan biteni izlemez olmuşum. Telefonu kapatttıktan sonra biraz araştırdım. Meğer büyük dünyada neler oluyormuş, neler..Madem telefonda yanıt veremedik, bari birkaç satır yazayım, dedim, küçük dünyadan birkaç not...

Fiyakalı bir lâfla başlayalım. Dünya güvenlik mimarisinde Orta Doğu bir kara deliktir. Bu kara deliğin çekiciliğine kapıldınız mı, yandınız. Kendinizi tutmanın bir yolu sık sık uluslararası hukuk (devletler hukuku, insan hakları hukuku, insancıl hukuk) anımsamaktır. Örneğin toprak bütünlüğü ilkesini. Yok efendim, Orta Doğu’da sınırları şu çizmiş, bu çizmiş, sınırlar yapaymış, değişmeliymiş. Biz de bir şeyler kaparız diye yıllarca bu havayı çevreye yayarsanız sonu hüsran olur. Yer yüzünde hangi sınır doğal acaba? ABD – Meksika sınırı mı? Afrika’daki sınırlar mı? Fransız – Alman sınırı mı? Macarlara sorun sınırların doğal olup olmadığını. Sınırların değişmesi çok karmaşık süreçler gerektirir, Şark kurnazlığı kaldıran bir konu değildir. Sınırlar yüzünden insanlar birbirini daha az yesin diye uluslararası toplum nice acı deneyimden sonra toprak bütünlüğü ilkesini geliştirmiştir.

Buna rağmen Berlin duvarı yıkıldığından beri devlet sayısı artmıştır.(Belirli uluslararası ilkeler ve kuruluşlar olmasaydı ortalık daha da karışabilirdi.) Soğuk savaş döneminin bastırdığı tarihsel birikimler bazen barışçıl, bazen de sancılı, hattâ kanlı şekilde patlamış, BM’da üye sayısı 193’e çıkmıştır. Ayrıca üye olmayanlar da var. Genel olarak uluslararası toplumun ya da devlet dediğimiz birimlerin (hemen hepsinin gönlünde bir aslan yatsa bile) bu toplamın daha da artmasını istediği kanısında değilim. Ülkemizde bazı arkadaşlarımız, Fukuyama’nın Tarihin sonunu ilân etmesi gibi ulus devletin sonunu bildirmişlerdi. Uluslar üstü oluşumların meydana çıkacağını müjdeliyorlardı. Ulus devlet 1648’de ortaya çıkmış bir örgütlenme biçimidir. Daha dört yüz yılını bile doldurmadığı için sonunun geldiğini ben sanmıyorum. Nitekim sayıları arttı. Ancak ulus devlet yetmiyormuş gibi,  etnik devlet rüzgarının son otuz yıldır estiğini, ulus devlet diye etnik devletler de kurulmuş olduğunu hepimiz görüyoruz. Özellikle belli bir idari bölgeyi yöneten ya da belli bir bölgede çoğunlukta olan etnik gruplar arasında ayrılıkçılık eğilimleri hâlâ az değil. Devletlerin çoğunun bu çerçevede gocunacağı bir derdi vardır. Kafamızı kaldırıp dünyaya şöyle bir bakarsak onlarca örnek sayabiliriz. Bu nedenle ayrılıkçı akımların, devletler arasındaki kuvvet ilişkilerinde koz olarak kullanılsalar bile, evrensel destek bulma olanakları gittikçe azalmaktadır. Büyük devletlerin büyük çıkarları olması, aralarında anlaşmaları, ilgili bölge devletlerinin de buna karşı bir şey yapamamaları halinde istisnalar görülebilir.

Dolayısıyla gerçekçi olmak gerekir. Katalonya ya da Irak Kürdistan’ını bağımsızlık yolunda “Korkma, yürü, arkandayım” diyerek destekleyen devlet (İsrail’in yaptığı yanlışı ayrıca incelemek gerek) ya da uluslararası yapı çıkması güç görünmektedir. Sorunların mevcut sınırlar içinde, demokrasi ve insan hakları temelinde halledilmesi uluslararası toplumun tercihidir. Bağımsızlık isteyen toplulukların anlaması gereken, uluslararası hukukta genel olarak öngörülmüş bir ayrılma hakkı yoktur. İlgili ülke yönetimlerinin de anlaması gereken tehdit, kaba güç gibi yöntemler çoğunlukla ters teper, ayrılıkçı akımları güçlendirir. Umarız Katalonya’da kan akmaz. Eğer akarsa sadece İspanya değil, Avrupa büyük yara alır. Irak Kürdistan’ında kan akmadı ama bölgede kriz tırmanıyor. Katalonya ve Irak Kürdistan’ın bağımsızlık arzularını aynı zaman diliminde dışa vurmaları  ayrılıkçı eğilimlere karşı uluslararası toplumu daha olumsuz tutuma itecektir. Katalonların da, Iraklı Kürtlerin de bunları hesap etmedikleri anlaşılıyor.

Katalonya düğümünü AB’nin çözmesi gerekecek. Bakalım, dahi çocuk pozuyla ortalıkta dolaşan Macron devreye girecek mi? Bizim öncelikli konumuz Barzani...Gördüğüm kadarıyla Barzani’nin bir kişisel gündemi de var. Barzani, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi kendisine karşı aynı safta buluşturmayı becerdi. Bunu diplomatik başarı olarak görüyor mu, bilemiyorum. Bölgede bağımsız bir  Kürt devleti kurulmasını, gerçekçi olalım, hiç bir bölge devleti kabul edemez. Barzani, Bağdat’a, hatta uluslararası topluma karşı elini güçlendimek isterken kendi halkını fazla gaza getirmiş olmasın? Barzani’ye atıp tutuyoruz, ancak dikkat edelim: Kürtlerde Türkiye’ye karşı olumsuz duygu birikimi uzun vadede aleyhimize çalışır. Sadece sopa göstermekle olmaz, havucu da göstermek gerekir. Zor gelecek ama Kürtlerle empati yapabilmeyi de becebilmeliyiz. Bir yandan, Iraklı Kürtlerle diyalog kurmanın, gerçekçi yaklaşımları, bir komşuluk vizyonu anlatmanın yolunu bulmalıyız; öbür yandan da Erbil ile Bağdat arasında BM himayesinde müzakerelerin bir an önce başlaması için çalışmalıyız (Belki de bunu yapıyoruz). İki taraf da iyi niyetliyse ve şimdiki Irak Anayasası sorunu çözmeyecekse (güç görünüyor) zamanla çeşitli modeller üzerinde çalışılabilir. Örneğin, Quebec, Bavyera, hatta egemen kanton olarak Cenevre cumhuriyeti modelleri.. Irak Kürdistan’ının ayrı Gümrük Bölgesi olması...Konfederasyon diyenler bile var. Doğal olarak Türkiye için Kerkük’ün Irak Kürdistan’ın dışında devam etmesi, belki de ayrı bir statüye (ayrı bir kanton?) kavuşması, Türkmenlerin azınlık statüsüne indirgenmemesi, hatta ayrı bir kantonlarının olması  hayati önemdedir. Biliyorum, o noktalar henüz çok uzakta ama istenirse çözüm bulunabilir. Ortaya bir hedef, bir vizyon konulması yararlıdır,

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!

Okuyan kadın

Kadını kitaptan ayıramazsın, yoksa elma boğazına takılır