07 Eylül 2017

Hedef Türkiye’yi AB’den dışlamaksa…

Gizli diplomasiye ihtiyaç duyulan bir durum görüyorum. Umarım, birileri bir şeyler yapıyordur

Bizimkilerle Merkel bir kez daha birbirine girdi. Merkel sakin bir sesle konuşuyor ama kolayca yenilir yutulur şeyler söylemiyor. Merkel hiçbir lâfın altına kalmayıp, atışmayı tırmandırmaktan da, hele seçim zamanı çekinmiyor gibi. Tırmanmada çıktığı basamak iyice yüksek: hem Türkiye ile AB arasındaki gümrük birliğinin güncellenmesini engellemek, hem de Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerini kesmek. Geriye Türkiye’nin adaylığını resmen askıya almak kalıyor.

Bizim bu tehditlere karşı tepkilerimize bakınca, gümrük birliğinin güncellenmesi konusunda pek ses çıkarmadığımızı, müzakerelerin kesilmesine gelince kükrediğimizi söyleyebiliriz.  Yönetimimizin kendi içinde nasıl bir değerlendirme yaptığını bilmiyoruz. Ancak, açıklamalardan gümrük birliği konusunda bir hassasiyet içinde olduğumuzu çıkarsayabiliriz. Üyelik müzakereleri konusundaysa “Elinden geleni ardına koma, sana mı kaldık!” havasında görünüyoruz.

Merkel, başbakan olduğundan beri, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemediğini, ama müzakerelerin sürmesini engellemeyeceğini söyleyegelmiştir. İlk bakışta paradoksal, gene de Sarkozy’ninkinden olumlu bu tavrı sadece görünüşte kalmıştır. Merkel müzakerelerin sürmesini engellememiş ama sürünmesini sağlamak için polişinel kılıklı Sarkozy ile birlikte elinden geleni yapmıştır. Güney Kıbrıs’tan doğrudan gelen uçak ve gemilere hava ve deniz limanlarımızı açmadığımız bahanesiyle müzakerelerin ilerlemez hale getirilmesinin ardında Sarkozy ile Merkel vardır. Oysa uluslararası ticaret hukuku açısından mesele basit idi. Türkiye’nin başvurduğu mukabil önlem nakliye masraflarını artırıyordu, o kadar. Karşı taraf iyi niyetli olsa bu sorun tahkim ya da Dünya Ticaret Örgütü yoluyla aşılabilirdi. Kıbrıs ile ilgili diğer hususların ise Kıbrıs meselesinin çözümüne bağlı olduğunu bilmiyorlar mıydı?

Merkel’in bu garp kurnazlığının doğurduğu sonuçlar, bizim yönetimde zaten köklü olmayan AB arzusunun iyice zayıflamasına yol açtı. Meğer AB olmayınca AB normları da olmazmış(!). AB normlarından uzaklaştıkça demokrasi, insan hakları alanlarındaki performansımız da tartışılır oldu. Yani: Türkiye’nin bugünkü durumundan hoşnut değilsek, bunda Merkel ve avanesinin sorumluluğu hiç yok mu? Bizi AB’ye çekmek varken, dışarıya doğru itmekle Avrupa ne kazandı? Büyük bir stratejik hata yaptılar.

İşte bu hatanın bir sonucu: Bizimkiler fırsat buldukça “Şu AB’den bir kurtulsak, rahatlarız” şarkısını söylemekten çekinmiyorlar. Hatta ilişkiyi kesen tarafın AB olmasını tercih ettiklerini bile dile getiriyorlar. Bu eğilim Merkel’in tavrına paralel değil mi? Hedef Türkiye’yi AB’den dışlamaksa Merkel’in tavrıyla aynı yönde gelişen bir eğilimimizden söz ediyoruz. Eğer gerçek niyetimiz AB ile en azından siyasi bağı koparmaksa Merkel ile tırmanmayı bu yönde sürdürebiliriz.

Ancak, AB ile müzakereler askıya alınırsa gümrük birliğinin güncelleşmesi iyice güçleşebilir. Tavrımızdan çıkardığım kadarıyla, gümrük birliğinin güncellenmesine duyduğumuz ihtiyacın farkındayız. AB içi tartışmalarda Merkel Türkiye konusunu masaya getirir, müzakerelerin kesilmesi için gerekli desteği sağlayamazsa, bu maksimalist talebinden vazgeçmesinin karşılığında gümrük birliğinin güncellenmesinin askıya alınması kararı çıkarttırabilir. Herhalde bu nüanslara dikkat ediyoruzdur.

Martin Schultz’un Merkel’in çizgisinde olması bir sosyal demokrat açısından doğru değil. Onun kaygısının Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının güçlenmesi olması gerekir. Türkiye’yi AB’den dışlayarak Türkiye’deki demokratik güçlere yardımcı olunamayacağı, yönetime kızarak halka zarar vermenin doğru olmayacağı argümanını kullanması beklenirdi. Martin Schultz, seçimlerden sonra, liberaller oy patlaması yapamazsa kurulması olası büyük koalisyonun hesaplarını şimdiden yapıyor olmalı. (Sigmar Gabriel’in de şimdiden bir bakanlık koltuğu peşinde olduğuna dair Alman basınında bir dedikodu okudum.)

Bu arada, Merkel’in, bazı toplantılarda, Türkiye ile diyalogun kesilmemesi gerektiğini ifade ettiği de söyleniyor. Gizli diplomasiye ihtiyaç duyulan bir durum görüyorum. Umarım, birileri bir şeyler yapıyordur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!