01 Temmuz 2018

Göç sorunu yüzünden AB göçer mi?

Sorun evrenseldir. Dolayısıyla evrensel bir çözüm arayışına girmek gerekir

AB ülkelerinin göç konusunda anlaşamayacaklarını, bunun da zamanla Birliği’nin gevşemesine, hatta çökmesine yol açacağını düşünen birçok çevre vardı. Bunlardan AB’nin yaşamasını isteyenler ciddi bir çözüm arayışına girişmişlerdi. Azınlıkta kalan bir kesim de ellerini oğuşturarak olumsuz gelişmeleri izliyorlardı. Sonunda AB bu soruna karşı ortak bir anlayışa vardı. İtalya, Macaristan gibi ülkeler de bu anlayışa katıldı. Herhalde Almanya’da iktidar ortağı CSU partisi de, mırın kırın etse de ortak anlayışı bozmayacaktır. Böylece AB yanlıları rahatladı. AB karşıtları bir kez daha avuçlarını yaladılar.

Başlıktaki soruya rahat bir yanıt verebiliriz: Göç sorunu yüzünden AB göçmez. Ancak, AB’nin ortak bir anlayışta birleşmesi göç sorunun kalıcı olarak çözümü anlamına da gelmemektedir. Çünkü sorun evrenseldir, insanlar daha iyi yaşayabilmek için yer değiştirme ihtiyacı duyduğu sürece devam edecektir.

Genel olarak göç hareketlerine bakılırsa, insanlar çatışma veya gelişmişlik düzeyi düşük bölgelerden nisbeten daha güvenli ve müreffeh ülkelere doğru hareket etmektedir.  İnsanların en çok gitmek istedikleri ülkeler ise ABD, Kanada, Avustralya, Batı Avrupa ülkeleridir. Yani kısaca dünyanın Batı dediğimiz kesimidir. Sorun evrenseldir. Dolayısıyla evrensel bir çözüm arayışına girmek gerekir. Nitekim BM bünyesinde göç konularını kapsayan bir sözleşme çalışması yapılmaktadır. Ancak ABD bu çalışmalardan çekilmiştir. Dolayısıyla ortaya çıkabilecek ortak bir hukuki metnin uygulanabilirliğine şimdiden gölge düşmüştür. Kaldı ki,  uzmanların hazırlayacağı en güzel metnin bile, dünyanın çeşitli bölgeleri ve koşulları arasındaki farklar nedeniyle kısa vadede etkili olmasını beklemek safca bir iyimserlik olur. Gene de böyle bir belge soruna insanca yaklaşımının ilkelerini belirlemek bakımından yarar sağlayacaktır.

Halihazırda Batı dediğimiz kesimde iki tür yaklaşım görüldüğü söylenebilir. ABD hukuk mukuk dinlemeden, duvar örerek, en sert önlemleri alarak, kaçakları topluca atarak ülkesine girişleri önlemeye çalışmaktadır. Avustralya da sert önlemler içindedir. Kanada kitle göçlerine maruz kalmadı için hukuka bağlı kalmakta daha başarılı olmaktadır. AB ise göçü önleme ihtiyacı ile uluslararası hukuk kuralları arasında kalmaktadır. AB son Zirvede bir ara yol bulmuş görünmektedir.

Elbette sorun izinli değil kaçak göçmen kitleleri sorunudur. Anlaşılan AB kaçak göçmenleri AB sınılarından ilk girebildikleri ülkelerde veya AB’ye komşu ülkelerde (Türkiye dahil) kurulan ya da kurulacak kamplarda toplamayı öngörmektedir. Kitlesel kaçak göçmenler ve bu tür kampların kurulmasıyla ilgili gelişmiş bir uluslararası mevzuat bulunmamaktadır. Uluslararası hukukta bir boşluk vardır. Ancak AB bu kamplardan “gerçek mültecileri” kendi sınırlarını içine alabileceğini söylemektedir. Bu ikinci aşama 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi kapsamına girmektedir.

Sözkonusu sözleşme o yıllarda daha çok Doğu Blokundan Batıya kaçabilecek rejim muhaliflerine yardım için hazırlanmıştır. O nedenle Türkiye, sözleşmeye, Avrupa dışından gelenlere mülteci statüsü tanımayacağı yönünde bir coğrafi sınırlama getirmiştir. Sözleşmenin en önemli özelliği kitleleri değil, bireyleri konu almasıdır. Sözleşmeden yararlanmak isteyen kişinin, kaçtığı ülkesinde zulme uğrayacağından haklı nedenlerle korkması ve bunu sığınmak isteği ülke makamlarına kanıtlaması gerekir. Dolaysıyla her kaçak göçmenin ayrı ayrı mülakata alınması ve durumunun araştırılması gerekmektedir. AB’nin yapacağı budur. AB kitlesel sığınmalara kapıyı kapatmışa benzemektedir. AB ülkelerinin bugünkü sosyal yapılarına baktığımızda kitlesel sığınmaları kaldıramayacakları açıktır. Düzensiz göçmen gelişleri büyük toplumsal tepkilere yol açmaktadır.

Buna karşılık, bizim gibi ülkelerde kitlesel sığınmalara aynı tepki gösterilmemektedir. Son seçim kampanayası sırasında muhalif adayların Suriyelileri geri göndereceklerini söylemeleri boşta kalan öneriler olmuştur. Bizim gibi ülkelerde neden AB ülkelerindeki gibi tepki gösterilmez? İnsani duygularımız daha güçlü olduğu için mi? Peki, o zaman insan hakları alanında neden arzu ettiğimiz düzeyde değiliz? Yoksa genel bir aldırmazlık mı? Bilemiyorum. Araştırılması gereken bir konudur bu. Öte yandan 3 milyon Suriyelinin Türkiye’nin sosyal ve kültürel dokusuna etkileri konusunda bir araştırma yapıldı mı? Onu da bilmiyorum.

Ancak, açık kapı politikamız sonucu Suriye’den Türkiye’ye sadece zulümden kaçanlar değil, ekonomik göçmenlerin de geldikleri anlaşılmaktadır. Bayram zamanı Suriye’ye gidip gelen onbinlerce insan olduğu görülmektedir. Bu insanları mülteciler hukuku çerçevesinde ele almak hukuken yanlıştır. Bu insanlara uygulanabilecek sözleşme BM’nin her türlü göçmen işçilerin haklarıyla ilgili ve bizim de taraf olduğumuz sözleşmesidir. Bu açıdan Suriyeliler durumu hiç incelendi mi? Onu da bilmiyorum. Her yerde Suriyeli görüyoruz. Dilencisi de var, dükkan, tezgah sahibi de...Bu iş kontroldan çıkmışa benziyor.

Suriye’de zulümden kaçanlara geçici mülteci statüsü vermekle çok iyi yaptık. Bununla birlikte, kim gerçekten mültecidir, değildir diye araştırmak gerekir. Ayrıca bu kadar yüksek sayıda Suriyelinin ülkeye girmelerinin ötesinde ülkenin dört bir tarafına dağılmalarına izin verilmesinin doğru olmadığı kanısındayım. Ama burası Türkiye....Bize göç möç vız gelir... Göç yüzünden AB göçmez, Türkiye’ye de hiç mi hiç bir şey olmaz...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!