12 Eylül 2018

Bugün 12 Eylül

AB sürecini canlandırmak konusunda ciddiysek yapılacak ilk iş, Avrupa’nın bizi de bağlayan ifade özgürlüğü ilkelerine uymak olmalı

Yakın tarihimizde iki 12 Eylül vardır. Birincisi olumlu, ikincisi olumsuz. Biz olumlusundan söz edelim: 12 Eylül 1963. AET ile Ortaklık anlaşmasının imzalandığı gün.

Saygıdeğer devlet adamımız Hikmet Çetin bir toplantıda anlatmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum. İsmet İnönü Başbakan. Anlaşma müzakerelerinde son aşamaya gelinmiş, son karar verilecek. İlgili zevat İnönü’nün başkanlığında toplanıyor. Kurumlar görüşlerini dile getiriyor. Çoğunluk muhalif. AET ile ortaklık yapılmasının sanayimize, ekonomimize zarar vereceği görüşündeler. İnönü hepsini dinliyor. Tek bir soru soruyor: Bu trene binersek, işimize gelmezse inebilir miyiz? Evet yanıtını alıyor. İnönü “Binelim öyleyse” diyor. Başbakanın talimatı bu. Toplantı bitiyor. AB sürecimiz başlıyor.

İsmet İnönü, böylece, Lozan’dan sonra ülkemizin yazgısını belirleyen ikinci  bir anlaşmaya imzasını atmış oluyor. İnönü’yü beğenirsiniz, beğenmesiniz, bilemem. Ancak ülkemizin istikameti konusunda yanılmamış, doğru yolu tutturmuştur. Cumhuriyet tarihimizin belki de en önemli aydını olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İnönü hayranlığı boşuna değildir.

O istikameti ilk görenler Osmanlı reformcuları idi. Osmanlı 1815 Viyana Kongresine katılmadı. Nedenleri hâlâ tam olarak anlaşılmamıştır. Böylece Osmanlı “Le Concert Europeen”e kuruluşundan itibaren üye olmak fırsatını yakalayamadı. Osmanlı 1856’da Kırım savaşından sonra katıldı anılan örgütlenmeye. Ne yazık ki çok geç kalmıştı!  “Le Concert Europeen” yavaş yavaş işlevini yitirdi. Gene de, 1815 Viyana kongresine katılmış olsaydık, imparatorluğun tarihi değişmiş olabilirdi.

1929 – 30 yıllarında Fransa’nın efsanevi devlet adamı Aristide Briand (1926 Nobel Barış ödüllüsü) bir Avrupa Birliği projesi başlattı. Atatürk yönetimi bu fırsatı kaçırmadı. Kuruluş toplantılarına katıldı. Bu kez, ne yazık ki, Avrupa tarihi yanlış yataklarda akmaya başladı, Avrupa Birliği projesi yürümedi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çok partili sisteme geçiş, Avrupa Konseyi’ne üyelik, NATO’ya katılım hep o tarihsel istikamete uygun olarak atılan adımlar oldu. 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması da o istikamette dev bir adımdır.

1970’lere kadar işledi AB süreci. Gel gör ki, 1970’li yıllarda büyük bir hata yaptık. Yunanistan’ın üyeliğe yöneldiği sıralarda biz de tam üyelik başvurusu yapmalıydık. “Onlar ortak, biz Pazar” dedik, yapmadık. Üstüne üstlük, AB ile ilişkilerimizi zora sokan kararlar aldık. AB üyelik sürecini 1970’lerde başlatsaydık, AB ile ilişkimizin şekli ne olurdu, bol bol spekülasyon yapabilirsiniz, ama şu kesindir: Türkiye’nin yakın tarihi başka türlü olurdu.

1987 yılında üyelik başvurusu yaptığımızda gene geç kalmıştık. Avrupa değişmeye başlamıştı. Gene de, iyi kötü, bu süreç ilerdi. Üçüncü taraflarla ilişkiler bakımından eleştirilse de, Gümrük Birliği’nin ülkemiz ekonomisine katkısı, çeşitli AB reformlarının genel olarak hayatımıza yarar sağladığı kesindir.

1987’den beri bata çıka ilerleyen bir süreç. Çoktandır bir durgunluk içinde. Zaman zaman koptu kopacak desek de, iki taraf da bu ilişkiyi kesmekten çekiniyor.

Son günlerde ülkemiz yönetiminden AB sürecini canlandırmak konusunda demeçler işitiyoruz. Bu tavır ne kadar ciddi göreceğiz. Umarız papaz olduğumuz ABD’ye karşı AB’nin desteğini sağlamak, yabancı sermayaye şirin görünmek ötesinde anlamı vardır bu tavrın.

AB sürecini canlandırmak konusunda ciddiysek yapılacak ilk iş, Avrupa’nın bizi de bağlayan ifade özgürlüğü ilkelerine uyarak, içerdeki aydınları, yazarları, siyasetçileri serbest bırakmak olmalıdır. Ardından da ciddi bir reform programı açıklanmalıdır.

Buna paralel olarak gümrük birliğinin güncellenmesi konusu canlandırılmalıdır. Bu da ekonomi alanında bize yarar sağlar, yabancı sermayeye de perspektif verir.

Elbette, AB süreci yalnızca resmi makamların çabasıyla yürümez. Sivil toplumun, meslek kuruluşlarının sürece sahip çıkıp katkı sağlamaları olmazsa olmaz niteliktedir.

İstanbul Barosu AB Komisyonu bu konuda bugün bir toplantı düzenliyor. Kişisel nedenlerle katılamadığım için üzgünüm. Ancak bu toplantının zamanlı ve çok yararlı olduğunu düşünüyorum.Umarım resmi makamlarımız bu toplantıdan çıkacak fikirlere kulak verecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!