29 Mart 2015

Türk ve dünya diyet camiasında neler oluyor?

Sağlık tesadüf değildir, seçimleriniz fark yaratır

Türkiye’de ve dünyada bir diyet camiası var. Bu camianın takımları ve taraftarları var. Her sezon olduğu gibi bu sezonda da kapışma devam ediyor. Ortalıkta en iyi diyet hangisi, en sağlıklı olan, en iyi kilo verdiren, hayat tarzı olarak benimsenecek olan hangisi diye sorarsanız herkesten farklı bir cevap alma veya kafasının karışık olduğunu anlayacağınız cevaplar duyma olasılığınız oldukça fazla. Ama bu ara dünyada ve Türkiye’de düşük karbonhidrat, yüksek protein diyetleri biraz daha fazla popüler. Böyle söyleyince aklınıza birşey gelmeyebilir. Amerika’da Paleo, Atkins, Zone, Protein Power, Sugar Busters, Stillmans diyetleri, Fransa kökenli Dukan, Türkiye’de ise Karatay diyeti dersem kafanızda bir resim oluşmaya başladığını düşünüyorum. Bu diyetlerin ortak özelliği karbonhidratı kısıtlayıp, karın doyurmak için aslında kalorisi yüksek olan et, peynir ve diğer süt ürünleri gibi çok miktarda hayvansal yağ içeren yiyeceklerin tüketimine ağırlık vermesidir. Etkili kilo verme sağlama iddiasıyla ortaya çıkmalarına karşın etkili bir şekilde sağlık getiriyorlar mı sorusuna ise kısa vadede ve uzun vadede düşünerek hemen verecek bir evet cevabımız yok. Bilimsel kanaat zararlı olabileceği yönünde. Esasında etki etme mekanizması karbonhidratla çalışan bir makinayı, yağla çalışan bir hale dönüştürüp kilo vermesini sağlamak olan bu diyetler zaten baştan, doğanın tersine giderek, bir gariplik içeriyor. Taş devri/paleo tarzı beslenme/diyet genlerimizin şu anda yediklerimize uyumlanmadığını (genler zamanla çevresel bir etken olan beslenmeye uyumlanarak farklı çalışmaya başlayabilir) bu nedenle şişmanladığımızı, onbinlerce yıl önceki atalarımız gibi beslenirsek bu durumdan kurtulacağımızı iddia ediyor. Bu diyetin taraftarı olmayı düşünenlere bir gerçeği hatırlatmak isterim. Taş devrinde biz avcı değildik, yediğimiz tek et diğer yırtıcı hayvanlardan kalan artıklardı ve çoğunlukla meyve ve böcek toplayarak yaşardık. İnsan ok ve mızrak olmadıkça herhangi bir hayvanı avlayacak yaratılma avantajlarına sahip değil ve hiçbir zamanda olmadı. Genlerimizde olan en büyük değişim beynimizde olandır. Beynimizin büyüklüğü ve ağırlığı tarihin bir döneminde birden arttı ve buna neyin sebep olduğu hala net olarak bilinmese de yediğimiz kemiklerin iliğindeki yağ olabileceği ileri sürülmüştür. Bunun kanıtlanmadığını sadece bir tez olduğunu hatırlatmama izin verin. Yani o kadar.. Atalarımızın toplayıcı olduğu kesinlikle aşikar. Et yemeye bir ara başladık ama hala pençelerimiz ve avcı hayvanlara mahsus dişlerimiz çıkmadı ve bağırsaklarımız da hala etobur özellikte değil, bitkiobur. Yani yediğimiz etleri biz avlayamıyoruz. Ancak tarıma geçip hayvanların yumuşak huylu olanlarını evcilleştirip yemeye başlamasaydık hala et yemiyor olacaktık. Paleo /taş devri hakkında düşündüklerimi kısaca böyle anlatabilirim..

Tüm dünyada çeşitli beslenme tarzları var ve bunu asıl şekillendiren etken o topraklarda binlerce yıldan beri neyin yetiştiği olmuş. Kutuplarda, çöllerde, deniz kenarında, dağlarda, ekvatorda her yerde insan yaşıyor. Bunun nedeni insan vücudunun çok adaptif olması, kolay kolay ölmemesi ve yaşamaya programlı olmasıdır. Bu nedenle dünyada bu kadar çok insan var ve eğer zamanında durmaz isek dünyanın sonunu da bu hızla çoğalmamız getirecek gibi görünüyor. Belki sadece aritmetik hızla çoğalıyor olmamız sorun olmayacaktı ama dünyanın kaynaklarını sömürerek, sonunu ve neye sebep olduğumuzu düşünmeden tüketmeye devam etmemiz insan ırkının dünyadan yok olmasına sebep olacak gibi görünüyor. Konuyu dağıtmadan diyecektim ki, aslında dağılmıyor, dünyaya ne yaptığını düşünmeden en çok zarar veren, dünyanın sonunu getirecek bir yeme tarzı tanımla derseniz bu düşük karbonhidrat, yüksek hayvansal protein diyetleri olurdu. (Bkz. http://t24.com.tr/yazarlar/nurhayat-gul/her-gun-ve-diger-gunlerde-de-sebze-yemek-icin-bazi-baska-sebepler,9187 )

Dünya diyet camiası şu anda ana akım olarak ikiye bölünmüş durumda. Kişisel sağlık ve dünyayı korumak isteyenlerin ağırlıklı olarak tercih ettiği bitkisel temelli veya vegan (hiç hayvansal ürün yememe) beslenme tarzı ve düşük yağlı diyetlerin kilo ve sağlık sorunlarını çözmede işe yaramadığı argümanıyla çıkış yapan hayvansal protein ağırlıklı beslenme tarzı. Bu tarzların light diyet versiyonları da var. Karatay diyetinin ise temel argümanını etin, sütün, peynirin, yoğurdun ve tereyağının doğalını yiyerek zarar görmeden sağlık ve ideal kilo sunmak oluşturuyor. Buna ek olarak bulgur gibi işlenmemiş tahıl ve baklagilleri karbonhidrat kaynağı olarak yiyebileceğinizi söylüyor ama et, peynir, tereyağı, yumurta, zeytinyağı gibi doyana kadar, istediğiniz kadar yiyin vurgusu yapmıyor. Bu arada cılız bir ses olarak duyuluyor ve günde birden fazla meyveyi yasaklıyor. Sebze yiyin diyor am yine vurgularken duyduğumuz doyana kadar doğal olmak kaydıyla et, peynir, tereyağı ve yumurta yiyebileceğimiz oluyor. İnsanlığın binlerce yıldan beri yediği tahıllar ve meyveler düşman haline geliyor. İşlenmiş karbonhidratı bu makinenin/vücudun kaldıramadığı doğrudur ve kesinlikle zararlıdır ve beslenme tarzımızdan çıkmalıdır. Bu konuda ve kuruyemişlerin sağlıklı olduğu konusunda kesinlikle hemfikiriz. İki yanlış arasında bir doğrunun söylenmesi, o cümleyi doğru hale getirmiyor. Konu sağlık ise tamamının doğru olması veya en azından bunun iyi niyetle hedeflenmiş olması gerekiyor. Ayrıca kolesterolün aklanmış olması ki bu da kesinlikle doğru değil ama çalışılması gereken bir durumdur. Kalp damar hastalıklarının tek sebebinin kolesterol olmadığını zaten biliyorduk. Kişisel genetik, çevresel faktörler, beslenme tarzı gibi çok faktörün işin içine karıştığı bu ve şeker hastalığı gibi diğer hastalıklar söz konusu olduğunda zaten tekbir sebepten bahsetmenin imkanı yok. Ayrıca ete ve hayvansal ürünlere bu kadar bağımlı bir beslenme tarzının zaten dünyanın hiçbir kaynağı tarafından sürdürülebilir olmadığı ve küresel ısınmaya katkısını da düşünürsek atın ölümü arpadan olsun felsefesini akla getiriyor. Doğalını bulun yiyin demek te sadece gerçekçi olmayan ve hatta bunu giderek imkansızlaştıran içi boş bir söze dönüşüyor. Güneş yüzü görmeden doğup, büyüyüp, sağılan ve kesilen hayvanlar dışında çok az alterantif var. Yani ticari değeri bu kadar yüksek bir ürünü doğal yetiştirme zahmetine girecek bir çiftçi zaten kalmadı, hepsi şehirlerde yaşıyor ve köyler terkediliyor. Türkiye’de yaygın olan güvensizlik karakteri, organiğin bile organik olduğuna inanmakta güçlük çekerken, etin, sütün, peynirin doğalını bulabileceğine inanıyor mu bana pek mantıklı gelmiyor. Bizzat bu tarz beslenme, zaten doğal yetiştirmeyi imkansız hale getirip dünyanın kaynaklarını kirletip sömürüyor.

Peki hiç umut kalmadı mı diye sorarsanız, tüm dünyada ve Türkiye’de global bir bilinç hareketi var. Sadece Pazartesi günleri hiç hayvansal ürün yemeyerek dünyanın yükünü bir nebze olsun hafifletmeyi ve bir kişi bile fark yaratır diyerek bir bilinç yaratmayı hedefleyen bu hareket ‘Etsiz Pazartesi’ adını taşıyor. (bkz. http://www.meatlessmonday.com/ ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Etsiz_Pazartesi ). size de tavsiyem eğer et ve hayvansal ağırlıklı beslenen biri iseniz en azından haftada bir gün tüketmeyerek hem Türk mutfağının diğer lezzetlerini keşfedin, zira bizim mutfağımızda dünyada pek çok mutfağından olduğundan daha fazla vejeteryan yemek var, hem de bir adım da siz atın.

Konuyu kapatmadan, bir diyet taraftarı olmadan önce tüm bu beslenme ve diyet tarzlarının artıları ve eksilerini değerlendirerek seçim yapmalısınız. Sadece kolesterolden değil, kalp damar hastalıklarından, kanserden, diyabetten, felçlerden, Alzheimer’dan da korunmak istiyorsanız beslenme tarzınızla büyük fark yaratabileceğinizi bilmelisiniz. Bir sonraki yazımda tüm diyetleri ele alıp, artılarını ve eksilerini size sunacağım.

Sağlık tesadüf değildir, seçimleriniz fark yaratır. İyi bir hafta sonu dilerim. Saygıyla...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Beyin sağlığı, Omega 3 ve BDNF

Yeterli omega 3 tüketip tüketmediğinizi anlamanızın en iyi yolu omega indeksi’nizi ölçtürmektir

Zombi hücreler

Anti-aging tıbbı daha önce kader kabul ettiğimiz yaşlılığı tedavi edilebilir hastalıklar kategorisine sokmaya başladı ve bu kapsamda hücresel yaşlanma ve oksidasyon dikkat ve tedavi gerektiren bir sorun olarak ele alınıyor. Senolitik tedavi yani yaşlılığı bir hastalık kabul ederek tedavi eden ilaç araştırmaları şu an devam ederken, elimizde henüz tedavide kullanabileceğimiz bir ilaç imkanı sağlamasa da, elimizdeki bilgilerle neler yapabileceğimize odaklanalım

Saatleri ayarlama enstitüsü: Moleküler saatlerinizi nasıl ayarlarsınız?

Bütün bu saat yazısını sadece bilimsel bir meraktan dolayı değil, sağlığımız tüm bu saatleri senkronize tutmamıza bağlı olabileceği için yazıyorum