17 Nisan 2012

Hamamda kadınlar bayılsın

Biz küçükken sokaklarda ayı oynatırlardı. Evet, yanlış okumadın küçüğüm

 

Biz küçükken sokaklarda ayı oynatırlardı. Evet, yanlış okumadın küçüğüm. 
 
Şöyle düşün: Arkadaşlarınla sokakta oynuyorsun. (Evet evet, sokakta.) Derken efendim sokağın ucundan bir tef sesi geliyor. 
 
Dönüp bakıyorsun, bir ayı. Bildiğin ayı. 
 
Kimse şaşırmıyor. Bir adam tef çalıyor, ayının burnunda bir halka, zavallım tef sesiyle bir ileri bir geri hareket ediyor.
 
O zamanlar ayıları koruyan hayvan hakları yok. Bu adamların ayıları kapattıkları kafesin zemini sıcak olurmuş, ayı ayakları yanmasın diye zıplarken adamlar da tef çalarmış aylarca, bu yüzden tef sesini duyunca bir ileri bir geri hareket ediyor yavrum, şartlı refleks. Rezalet. 
 
Ama sen henüz bunu bilmiyorsun. Tek bildiğin, evinin önünde bir ayı oynuyor, sen de arkadaşlarınla onun peşine takılmış elma yiyerek gidiyorsun. Bir karnaval havası.
 
Bazı sorular aklını kurcalıyor tabii. “Bu adamlar bu ayıları nereden buluyor?” “ İlk kez ‘Dur ben bir ayı bulayım, getireyim, onu oynatayım ve bu işten para kazanayım’ diyen o süper zeka kimdir?” Ama bunları sormuyorsun. Biraz düşünüp geçiyorsun. Küçükken böyle gelenek görenek ebenek gibi olan şeyleri pek sormazsın. Yaşar geçersin. 
 
İşte böyle yıllardı onlar küçüğüm. “Ne bakıyosun, ayı mı oynuyo?” diye bir sinirlenme şekli vardı mesela. Öyle zamanlardı. 
 
Buraya kadar bizim için normal. Ama işin hiç anlayamadığımız ve yine sormadığımız başka bir tarafı vardı. Yıllarca aklımı kurcalayan bir soru, ayı oynatıcı tarafından ayıya sorulan şu soruydu: “Hamamda kadınlar nasıl bayılır?” 
 
Bu soruyla ayı yere yatar, bayılmış gibi hareketler yapardı. İşte bu garip sorunun nereden çıktığını bilmeyen ve öğrenmeyen bir nesil olarak, hamamın bayılınan bir yer olduğu fikriyle korkudan hiç hamama gitmedik biz. İyi ki de gitmemişiz. 
 
Bugün okuduğum bir habere göre, hamamda kadınlar bayılmış.
 
“Eskişehir’de bir hamamda, görevliler temizlik malzemelerini taşırken çamaşır suyu bidonunu merdivenlerde düşürdü. Hamamdaki kadın müşteriler, bidondan dökülen çamaşır suyundan etkilendi. Toplam 22 kadın, hastaneye kaldırıldı.”
 
Bugün çok şaşırtıcı olan bu olay, demek ki o zamanlar sürekli yaşanıyordu ve ayıların bundan haberi vardı. Çamaşır sularının bidonlardan şarıl şarıl aktığı, kadınların bayıldığı, ayıların bunu taklit ettiği delirmiş yıllardı o yıllar. Evet.
 
Sonradan birileri zavallı ayıları korumayı ve bu olaya bir son vermeyi akıl etti, “ayı oynatmak” yasaklandı. Çok da iyi oldu. Biz de böylece oynayan ayılar ve hamamda bayılan kadınlar gibi şeylerden aklımızı koruyabildik.
 
Şimdi ayılara eziyet edilmiyor. Hayvan hakları var. Şimdi daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye... İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar anlatıyor, “Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar... Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor. Sonra, her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyen bir kadın.” 
 
Bugün sokakta ayı oynamıyor, kadınlar hamamda bayılmıyor. Bugün antibiyotikle tavukların bağırsak sisteminin gelişmesi önleniyor, böylece besinler bağırsak metabolizmasında kullanılmıyor, enerji tüketimi azalmış oluyor. Tavuk güneşe de çıkmıyor, kemikleri hiç gelişmiyor. Hayvan hasta. 
 
Buzağıların etleri pembe olsun diye demir verilmiyor, hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyor. 
 
8 aylık dana, küçücük olması gerekirken, kocaman inek oluyor. Nasıl hormonlarla beslendiklerini bilmiyoruz. Yavuz Dizdar anlatmaya devam ediyor, günde 2-3 kez yumurtlayan bir tavuğun yumurtasını yiyoruz, kız çocukları erken adet görmeye başladı... Herkes hasta, herkes kanser.
 
Bugün sokakta ayı oynamıyor, kadınlar hamamda bir kaza olmadığı sürece bayılmıyor. Bugün tavuklar bile kıpırdamıyor, insanlar da zaten hamama gidecek kadar sağlıklı değil.
 
Ya işte yavrucuğum, insan özlüyor eski günleri. Ayıların oynamasını değil ama içinden bir sürü çekirdek çıkan, mis gibi kokan domateslerden yediğimiz, etin-sütün-peynirin-balın verdiği sağlık ve enerjiyle hamama gidip oynarken sıcaktan bayıldığımız cahil, deli saçması günleri.
 

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.