05 Mart 2013

Müzakereler bitti, paketi hazmetme sürecindeyiz

Abdullah Öcalan ile üç BDP milletvekilinin görüşme tutanaklarının bir özetinin Milliyet’te yayınlanmasının neden öyle büyük bir “süreci sabotaj” tartışması çıkardığını anlamış değilim

Abdullah Öcalan ile üç BDP milletvekilinin görüşme tutanaklarının bir özetinin Milliyet’te yayınlanmasının neden öyle büyük bir “süreci sabotaj” tartışması çıkardığını anlamış değilim. Anladığım başka şeyler var, onlardan bahsetmek istiyorum. Başkaları da kendi anladıklarından bahseder belki ve anladıklarımızın toplamından anlamlı bir bütün ortaya çıkar, durumu daha iyi anlarız. Ben şunları anladım:

1- Müzakere bitti. Evet, bitti. Peki, o zaman şu anda yürütülen görüşmeler ne? Şu anki görüşmeler, PKK’nin şefi Öcalan ile MİT’in şefi Fidan’ın müzakereleri sonucu mutabık kalınan paketi Kürt kamuoyuna, öncelikle PKK’ye, yani Kandil’e ve Türk kamuoyuna kabul ettirme, hazmettirme süreci. “İmralı Süreci” denen şey, asıl olarak, budur. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve onun hık deyicisi “yeni merkez medya”nın aşağılayıp durduğu BDP’nin sırası da böylece gelmiş oldu işte. Onların rolü, Kürt kamuoyuna Öcalan-Fidan paketini kabul ettirmek ve İmralı – Kandil arasında posta güvercini görevini üstlenmek. Müzakere, en azından, genel hatlarıyla mutabık kalınan bir çözüm paketine ulaşmamış olsaydı, ilk İmralı kafilesi de (Ahmet Türk, Ayla Akat Ata) Öcalan’la görüşemeyecekti. Ve Başbakan Tayyip Erdoğan da “Sizi rencide edecek bir şey yapmayacağız”, “Af çıkarmayacağız” diyerek Türkleri pakete ısındırmaya çalışan mitingler düzenlemeyecekti. Demek ki, Öcalan-Fidan görüşmeleri bir paket doğurdu. Devlet ile Öcalan arasındaki müzakerelerin bittiğini ve bir paket doğurduğunu Başbakan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın Milliyet’te yayınlanan görüşme tutanakları üzerine Star’da yazdığı yazısından da anlıyoruz: “Öcalan’ın süreçte sunduğu çerçeveyle yakından uzaktan alakası olmayan ve hükümetin hiç benimsemediği bir muhtevanın gündeme taşınması elbette bir çarpıtmadır ve sabotajdır. Çünkü ne bugün BDP ve Kandil’in değerlendirdiği çerçeve budur, ne de devlet böyle bir kabullenme içindedir.” Yani, BDP’ye ve Kandil’e devletin onayladığı bir paket gitti. Tutanakla paketin farklı olup olmadığını BDP açıklayabilir durumda.

2- Müzakere bittiyse asker neden hala harekat düzenliyor, hava bombardımanı yapıyor? Bu da topluma paketi hazmettirme numaralarından biri. Başta Başbakan olmak üzere AKP’nin birçok bakanı ve yönetecisi, “terörle mücadeleye devam” edileceğini söyleyip duruyor. Bu, “Evet, savaşmadan, konuşarak çözüyoruz, ama çocuklarınız boş yere ölmedi” demeye getirmektir. Otuz yıldır “katil”, “terörist”, vs diye tanımladıkları insanlarla masaya oturup anlaşmış olmalarını göze batar olmaktan çıkarmaya çalışma çabasıdır. Fakat bunların hepsi çok sorunlu yöntemler. Otuz yıldır medyanın da büyük ve utanmaz gayretkeşliğiyle bu toplumun zehirlendiği doğru, ama müzakere yoluyla bu sorunu çözmek istediğinizi ilan ettiğinize göre, operasyonları durdurmak ve PKK’ye de tetikten parmağını çekme fırsatı vermek, böylece, müzakere ettiğiniz insanların bazı manyaklar değil de derdi olan konuşulabilecek insanlar olduğunu topluma göstermek daha iyi, daha ikna edici, çözüme ulaşma yolunda daha yapıcı değil mi

3- Bu müzakere yöntemi son derece problemlidir ve kesinlikle demokratik değildir. Sırf bu yüzden hangi sonuçlar getireceği pek müphemdir. (Silahların susacak olması başlı başına çok önemli bir sonuç olduğunu kabul ettiğimi söyleyeyim.) Kürt sorununu silahların dışındaki yöntemlerle çözme meselesini AKP 2009’da ortaya atmıştı. Bu girişimin adı “Demokratik Açılım”dı ve şimdi de ozaman olduğu gibi Türkiye’ye demokrasiyi getireceği savunuluyor ve umuluyor. Bu demokratik açılımı veya demokrasiyi iki kişinin görüşmesinin sağlayabileceğini düşünüyoruz ki, bu durumun kendisi demokrasiyi ne kadar hazmettiğimizi ve siyasi olgunluk düzeyimizi gösteriyor. Masis Kürkçügil’in dediği gibi, “Anayasa için çok önemli gözüken yurttaşlık tanımı için hiç de saydam olmayan, akademik olduğu ise hiç mi hiç söylenemeyecek kapalı bir odada Oslo’da gerçek tartışma yürütülmüştü” (“Muhteşem Kıyamet”, Yeni Yol). Oslo’da, yine de birkaç kişiden oluşan ekipler görüşüyordu, İmralı’da iki kişinin dudakları arasındaydı bütün bunlar, ama işin bu kısmı, dudaklardan birinin üstündeki bıyığın artık olmaması kadar bile ilgi görmedi.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın SkyTürk’e verdiği (7 Şubat) mülakatta sarfettiği şu sözler de sürecin hiç de demokratik yürümediğini gösteriyor: “Bu hükümetin konusu değil. Emin olun ki biz hükümette bu konuyu görüşmüyoruz. Ben dahil, Bakanlar Kurulu'ndaki pek çok arkadaşımız, belki Adalet Bakanımız, bu gidiş gelişlerle ilgilendiği için bizden bir yüzde 10 daha fazla biliyor olabilir, bilmemiz de gerekmez ama bileceğimiz gün mutlaka gelecek.” Radikal’in aktardığına göre, Arınç, MİT yetkililerinin, Başbakan Erdoğan'a karşı sorumlu oldukları için gelişmeler konusunda ona bilgi verdiğini söylemiş. Ne güzel demokrasi, değil mi? Başbakan yardımcısının bile dünyadan haberi yok ve bunu da gayet normal karşılıyor.

4- Okuma yazması olan ve merak eden herkes Öcalan’ın çözüm planını rahatlıkla öğrenebilir. Oslo görüşmelerinin tutanakları yayınlandı, Öcalan’ın “Yol Haritası” da kitap olarak basıldı ve internetten de ulaşılabiliyor. Fakat, anladığımız kadarıyla, o Yol Haritası değil önümüze gelecek olan. Kürtler bakımından biraz daha geri bir noktada mutbakat sağlanmış görünüyor. Peki ama “terör örgütü”nün planını bilebiliyoruz biz, hükümet bunun bir şekilde bilinmesine izin veriyor, ama koskoca hükümetin çözüm planının ne olduğunu bilmiyoruz! Ne güzel demokrasi, değil mi? Anlaşılan, AKP hükümetinin oyun planı, Apo’nun paketini yontmaya dayanıyor ve çözüm planı da zaten bu. Yontabileceği kadar da yonttu. Anlaşıldığı kadar, başkanlık sistemini de kabul edecek kıvama gelmiş Apo. Ve önemli ve kritik bir siyasi sistem sorunu da böylece İmralı’daki ikili müzakerede “tatlıya bağlanmış”!

5- CHP ve BDP de sürecin yeteri kadar açık yürümemesinden, halk bir tarafa, kendilerinin bile bilgilendirilmemesinden şikayetçi. Başbakan ise, Pazar günü Balıkesir’de yaptığı konuşmadan anladığımız kadarıyla, MHP lideri Devlet Bahçeli’yi bilgilendirmek istiyor, zira ondan randevu istemiş ve vermediği için ahaliye şikayet ediyor. Çünkü milliyetçi kesime ulaşma, onları dizginleme derdinde. Halbuki, meselenin kalbindeki parti BDP hiçbir şey bilmemekten yakınıyor. Eşbaşkan Selahattin Demirtaş, ikinci heyet İmralı’dan döndükten sonra, o çok meşhur ve ümit bağlanan 4. Yargı Paketi’nin içeriğini bile bilmedikleri için şikayetçiydi. BDP o kadar edilginleştirilmiş ve postacılık hariç sürecin o kadar dışında tutulmuştu ki, Demirtaş, ikinci İmralı seferi öncesinde, bir siyasi partinin kendini ilga etmesi anlamına gelebilecek şu sözleri sarfetti (Milliyet): Bizsiz de yürütebiliyorlarsa biz engel olmayacağımızı zaten başından beri belirttik. (…) Özellikle İmralı boyutuyla kendileri artık o saatten sonra kendi çalışmalarını kendileri yürütürler. Biz de dışarıdan destek oluruz. Engel olmayız.” BDP, Apo’nun kendilerine verdiği mektuptan AKP’nin ne istediğini anlayabilir ve bize de açıklayabilir, çünkü AKP’nin onay vermediği bir mektubu Apo kimseye veremez.

6- Ve toplum. Bu kadar hayati, bütün toplumun iliklerine işlemiş bir meselede yaygın bir bilgilendirmeye başvurmazsanız ve alabildiğine açık bir tartışmaya zemin hazırlamazsanız, çözümün ve kararın katılımcısı olma bakımından zaten usta sayılamayacak toplumu da alabildiğine edilginleştirmiş olursunuz. Şu anda yapılan budur. Ve bu şekilde demokratik bir topluma çıkılamaz. (Bunun bir izahı için: Kürt sorununa çözüm sorunu) Süreci bu kadar kapalı ve neredeyse iki kişi arasında götürürseniz, Milliyet’teki gibi sızma haberler çıkınca hemen “Sabotaj ha!” zehabına kapılırsınız. Üstelik, devlet, görüştüğü kişiye rehine muamelesi yapıyor; ailesiyle ve avukatlarıyla kah görüştürüyor, kah görüştürmüyor. Onun için, Hariciye Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi “hariç”ten gazel okuyup Filipinler ve Kolombiya’daki müzakere süreçlerinin kapalılığını örnek göstermek abes. Orada bağımsız, serbest heyetler müzakere ediyor; kimse kimsenin elinde tutsak değil.

7- Bir de, Milliyet’te yayınlanan tutanağa göre, Öcalan’ın söylediklerinden çıkan pis kokular var tabii. Foti Benlisoy‘un da işaret ettiği gibi, Sırrı Sakık’ın düpedüz ırkçı zırvalıklarını sahiplenmesi, “Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar” kabilinden şeyler söylemesi.

İmralı’da istihbaratın şefi Hakan Fidan ile örgütün mahpus şefi Abdullah Öcalan arasında büyük oranda tamamlanan müzakereler sonucu mutabık kalınan “çözüm paketi”ni Kandil’in kabul ettiği söyleniyor. Paket tam nedir, bilmiyoruz, ama bu müzakere yöntemiyle tatminkar bir sonuca ulaşmak zor görünüyor bana. Önümüzde uzun bir demokratik mücadele süreci var sanki. Putların kırılacağı, sorunların, kurumların ve pozisyonların gerçek boyutlarıyla ortaya çıkacağı ve dönüşeceği ilginç bir süreç. Kutlu olsun. Kolları sıvayalım ama...

Yazarın Diğer Yazıları

Hz. Ego ve sünepe havarileri

Sonunda bu toplumu yarmayı becerdin. Hey Recep Tayyip Erdoğan, sana diyorum. Kürtlerle 30 yıldır sürdürdüğünüz savaşın bile başaramadığı şeyi başardın

'Conan özür dilemez, ben onun yerine diliyorum'

Öldürülen sevgilisi Valeria’nın bedenini azgın bir intikam duygusuyla yakmakta olan Conan’ı seyreden Subotai ağlamaktadır. Yanındaki Wizard sorar: “Neden ağlıyorsun?”

Devrimci şiddetsizlik: Baltalarımızı ve bayraklarımızı gömmeliyiz

Bu direniş sürecini şiddetten arındırmalıyız ki, yine büyük, coşkulu ve rengarenk bir kalabalık olarak mücadeleyi sürdürebilelim