26 Nisan 2018

Sahici efsanenin adı: Traveling Wilburys

Bir fetret evresinde üzerimize göklerden ışıklı çiçekler yağmaya başladı

Gündelik hayatta kalite, estetik, zarafet eksildikçe; kaba sabalık, kurnazlık, cehalet arttıkça, nezaket ve terbiye insanın özlemi haline geliyor. Gidişatın daha uzun zaman böyle bir akışla devam edeceğini sezen birey için sanat, sığınılacak yegâne kovuk oluyor.

İnsan idealleri, ütopyası, hayalleri ile de yaşar ama gündelik hayattaki duygulanımları, zihinsel ve edimsel etkinlikleridir sevgi üreten birey olmasının önünü açan. Ne yazık ki küresel köyümüzde epeydir bu arzunun zıddını üreten bir devasa mekanizma yakıp geçiyor insani olan ne varsa. 

Hikâye anlatan nur yüzlü ninelerimiz çoktan bırakıp gittiler bizi. Hiç kızmayan, hep yanaklarımızı okşayan ve gülümseyen dedelerimiz de gidenleri fazla bekletmediler. Son nefeslerini verdikten sonra şefkat, bağışlama, kanaatkârlık, cömertlik, diğerkamlık, misafirseverlik, ahde vefa gibi erdemlerin gergefinde dokunmuş kefenlerine sarmalanıp başka diyarlara göçtüler.

Bir vakitler fedakârlıktan kaçınılmamak üzerine kurulu arkadaşlık, dostluk her türden ilişkinin üstünde bir değerdi.

Kariyer, rekabet, hırs, ölçüsüz ve ayarsız kıskançlık, aç gözlülük, bencillik ile dokunan zırhlar içinde atomize olmuş insanlar bireyselleştiklerine inanıyorlar ama çok yanılıyorlardı: Çünkü olunan, bireyleşme değildi; tüketim toplumunun, yeteneklerinin, arzularının, hayallerinin iğdiş edildiği insanlar topluluğunun içinde biri olmaktı. Bunun  anlaşılması için otuz senenin geçmesi gerekecekti.

Üretilen, yaratılan her şeyde hep bir estetik defo göze batıyor; hemen fark ediliyordu.

Kolektif yaratıcılık mazide kaldı. Şimdi adına takım oyunu ekip - ruhu, gibi şık adlarla motivasyonu arttırma gayretlerinden elbette ki haberdarım; şirket merkezlerinin plazalarında yeni liberal değerler skalasında tuttuğu yerden de. Ama bu da sadece tek bir şeye şirketin maddi çıkarına matuftur, rekabeti körükler, amaç için insani asaletin ayaklar altına alınması işten bile değildir.

Yani eski ile yeninin ikamesi pek hayırlı olmadı denilse yeridir. Yazımın konusu da zaten bir dedenin masalı gibi humour, hüzün, sentimental rayihalar saçacak. Masal tadında cereyan etmiş bir vakıayı anlatmam bitince bu girizgâh bağlamını kavrayacak. Eskiden yapılmış ( 1988 yılında ) ama güzelliği  eskimemiş bir rock ekibinin yaratımını, üretimini anlatacağım ama geçmişi yüceltmeyeceğim çünkü nostalji hiç de prim vermediğim bir faydasız bir obsesyondur kanaatimce.

Otuz yıl olmuş işte. Rock öldü mü? Bu tartışma müzikseverler arasında yaygınlaşmıştı; uzanımı caz ölüyor mu sorusuna varmıştı. Tahmin edileceği gibi evet öldü diyenlerle, hayır kötü bir dönemdir yaşanan, ama rock ölmez, türünden ajitatif yanı ağır basan söylemlerin arenasında kâh izliyor kah tartışmaya katılıyordum. 

Rock müziğin devleri, yıldırıcı sorunlarla uğraşıyorlardı; uzun süren bir suskunluk dönemiydi yaşanan. Kurşun gibi bir hava çökmüştü dünyanın üzerine; her alanda her düzlemde.

Pop piyasasının sahnelerinde tavus kuşu gibi rengarenk görünümlü insanlar bir o yana bir bu yana zıplayıp duruyorlardı; yaptıklarının da müzik sanatı ile bağdaşır bir tarafı olamıyordu.

DJ'lerin piyasadaki sultası, albüm satışlarının rakamları müzikteki gidişatı belirleyen etkenlerdi. Bir de MTV yayına başlamıştı ki, evlere şenlik de MTV ye eşlik etmişti senkronize olarak.

Ortalık çöplük imgesini çağrıştırıyor, diye düşünürken, George Harrison' ın verdiği mülakatta şu sözlerini okuyunca ruh ve yürek birlikteliğimizin gönencini yaşadım. George şunu söyledi:

"MTV -  Oasis ve U2 için çöplük müziği yapıyorlar, yeni dönem tamamen egolar üzerine kurulu ama MTV'nin sesini kısınca sorun halloluyor.''

Unutulmaz rock grubunun dürüst olduğu için sivri dilli diye bilinen beyni Pete Townshed, ''MTV yasaklanmalı'' diyordu.

Tam da böyle bir fetret evresinde üzerimize göklerden ışıklı çiçekler yağmaya başladı.

Charles Truscott Wilbury, Sr.'nin oğulları olan Nelson, Lucky, Lefty Charlie, Otis Wilbury adlı hiç bilinmeyen bu isimler Traveling Wilburys adında bir grup kurmuşlar, ekiplerine Buster Sidebury diye birini de davulcu olarak almışlar. Çalışmalarının demolarını müzik sektörünün büyük şirketlerine yollamışlar. Böyle bir albüm çalışmamız var, ilgilenirseniz çıkarmak istiyoruz notunu da eklemişler. Bir müddet sonra o büyük şirketlerden şöyle cevaplar gelmiş posta kutularına: Grup müziğiyle ilgilenmiyoruz, çalışmanız piyasada tutacak gibi değil, biraz daha çalışmanız gerekiyor...

Traveling Wilburys - Volume 1, adında bir albüm piyasaya çıktı. Sanki bir müzik albümü çıkmamışta, kozmosun derinlerinden göz kamaştıran bir meteor düşmüştü.

Albüm günün ya da yakın zamanların moda müzikalitesine hiç uymuyordu. Ama kimse demode de arkaik de diyemiyordu. Bir tılsımı vardı ki tarifi çok güç. Gitarlar, şarkının solisti ile vokaller, hayret verici bir estetik kalitede ve kıvamdaydı. Bir hayalet grup çıkmış; bir anda İngiltere, Avustralya listelerine bir numaradan giriş yapmış, ardından ABD ve başka ülkelerde aynı başarıya ulaşmıştı. Albümü dinlediğimde düşük voltajlı da olsa bir elektro şok yaşadım. Çünkü gitar rifflerindeki ustalıklar, melodik geçişler her şarkıda değişen solistlerle su gibi vokallerdeki ses, tarz ve şarkıların okunuş biçemi çok tanıdık geliyordu. Sanki elli yıldır dinlediğim insanlar bir araya gelmişler de – ki bu imkansızdı !? - müzik yapmışlar.

Ellilerin rock'n roll ve skiffle akımları modernize edilmiş; altmışların müzikal ruh ve anlayışıyla yeniden ama bir tekrar hissi de uyandırmadan melodiler halinde sunulmuştu. Albüm kapağında ise illüstrasyon tekniği ile yapılmış çizimlerden Wilbury kardeşlerin nasıl tipler olduğu da anlaşılmıyordu. Ama infilak gecikmedi, ardından da kıyamet koptu.

Müzik şirketlerinin bir bilenlerinin '' Biraz daha çalışın'' tavsiyesinde bulunup, albümlerini çıkarma taleplerini geri çevirdikleri insanlar bakalım kimlermiş?

Zekası, vizyonu, yapımcı ve müzisyen olarak yaratıcılığı ile Beatles' ın ve gitarın büyük ismi George Harrison, Bob Dylan, Roy Orbison, Tom Petty, Electric Light Orcehstranın lideri Jeff Lynne. Davulda ise bir rock davulcusu değil de sakinliğiyle mahalledeki yorgan terzisiymiş izlenimi veren, bagetlerini tığ gibi kullanıp baterisini oya işler gibi çalan Jim Keltner imiiş. Müzik endüstrisi Muhammed Ali' den beklemediği bir anda esaslı bir kroşe yemiş gibi sarsılmışken daha kendine gelemeden Traveling Wılburys-Volume 3 albümü çıkıverdi. Ama bu iki albüm arasındaki sürede güzel insan, muhteşem bir ses ebediyen sustu. Roy Orbison, kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Volume 3 Roy Orbison' suz çıktı. Roy için muhteşem ses diyorum ya, sade ben değilim böyle düşünen. !950' lerin sonunda ününün zirvesinde bulunan Elvis Presley, tesadüfen dinlemekte olduğu radyo kanalında Roy Orbison' un çalan şarkısını dinledikten sonra radyoyu bizzat arayarak aynı plağı tam yedi kez üstüste çaldırmış.

Bu albümler birer uçan halı olmuşlar bizi göklerde gezintiye çıkarmışlardı. Yıldızlar arasında çakırkeyif vaziyetteyken herhalde Volume 2, Roy' a ithaf edilecek anısına saygı olarak, diye iyimser tahminlerle avunurken beklentimizde o yöndeyken acı gerçeği öğrendik. Volume-2 olmayacaktı ve Hayalet grup, Wilbury kardeşler birlikteliği sona ermişti.

Bu beş büyük müzisyen aynı zamanda çok yakın, birbirini seven sayan ve birbirlerine hayranlık duyan beş bireydi. Müzik tarihinde unutulmaz izler bırakmışlar, egolarını alt edebilmişler, en büyüklük hastalığına yakalanmamışlar, ''Ben ve öbürleri'' kaprisi semtlerine uğrayamamış, herbiri birer melamet hırkası giymiş tevazu abidesiydiler.

Acaba bir  stüdyoda yapılıp da plağa alınmamış rare ya da jam session kayıtları çıkar mı ? Ya da film türü kayıtları yayınlanır mı derken belgeseli yayımlandı çift cd ile birlikte. Rolling Stone , Mojo 4 music gibi müzik aleminin prestjli dergileri çok kurcaladılar bu grupta kim kimdir ? Mesela, Volume 1 deki She's my Baby' deki o muhteşem gitar solusu kime aitti ? Bulundu sonunda, Gary Moore imiş o usta.

Perküsyonun tartışılmaz en büyüğü Ray Cooper ve bazı parçalarda saksafonu ile apayrı tatlar katan Jim Horn bu olağanüstü gruba katkı vermişler. Zaten uzun yıllardır çok yakın ahbap olduklarını biliyorduk; birbirlerinin albümlerine 70'li yıllardan beri bazen prodüktör bazen gitarist, perküsyon, davul ile katılmışlar.

Ama hayat bazı insanlara uzun süreli sevinci yasak etmiş bir kere:

Roy Orbison' dan sonra George Harrison 2001 yılında, Tom Petty' de 2017 yılında yıldızlara uğurlandılar ve ölümsüzleştiler.

Önce kaset akabinde CD formatında çıkan albümleri ve grubun belgesel filmi Youtube' da izlenebiliyor.

İzlememeyi öneririm. Çünkü sonra müzik sanayisinin elinden çıkma projeleri çok yavan geliyor. MTV daha da beter, insanın tahammülü ancak saniyelerle sınırlanıyor. E ! Her üç beş yılda da Traveling Wilburys ortaya çıkmıyor.

Soldan sağa: Bob, Jeff, Tom, George, Roy... Şimdi sadece Bob Dylan ve eff Lynne kaldı geride.

Küçük bir uyarı gerekiyor: Şu anda grubun albümlerini İstanbul' da bile bulmak mümkün değil. Ama grubun ilk albümünün 30. Yıldönümü vesilesiyle, remastered albümler cd olarak yanında doküman albümü ile yeniden sürümü hazırlanıyor. Önce ABD ve İngiltere' de çıkacak. Umulur ki memleketimize de gelir.

Uçana kaçana efsane yakıştırmayı pek seven müzik endüstrisinin çok bilmiş cilalı imaj devri CEO’larına bir çift lafımız olacak: Efsane öyle olmaz böyle olur...

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...