20 Aralık 2014

Nasuh Mitap'a DEV-YOL dışından bakmak…

Son görüşmemizde 'Aynı ahırın atlarıyız' demişti. O ahırın tayları da var Nasuh Abi...

1966 ve 1970, bu iki yıl Türkiye'nin yaşayacağı kırk yıla damgasını vuracak düzen dışı siyasi mücadelenin iki başlangıç evresinin  yoğun yaşandığı zamanlarıdır. 1966 henüz naif, hatta çocuksu bir saflık ve tertemiz yüreklerin, toplum için -halk için- işçi sınıfı için ve nihayetinde emekleme ve el yordamıyla DEVRİM ve SOSYALİZM sevdasına yelken açan bir kuşağın, üniversitelere kaydolduğu yıldır.

Özellikle ANKARA SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ yani MEKTEB-İ MÜLKİYE-İ ŞAHANE  ile ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ. Şimdilerde AKP versiyonu sahnelenen, ama en galiz hınç ve kinini, anlaşılması güç bir intikam hırsını her fırsatta  meşrebine uygun bir dille ifade eden Melih Gökçek'te bulan ODTÜ kini Mülkiye ile birlikte sağ iktidarların, CHP hükümetlerinin ve derin devletin en fazla rahatsız olduğu iki okuldu. Bu okul olmaktan bildiğimiz anlamını kastetmiyorum sadece, DEV-GENÇ, THKO ve THKP-C okulu işlevini de yerine getirmiş olmaları, yazı konusu itibarıyla, üniversal vasıflarından daha çok önem taşıyor.

1966 yılı sadece memleketimiz için değil; mutlaka ki her şey 01 ocak - 31 aralık 1966 ile sınırlanamaz, 1965-67 yılları da bu kategoriye dahil edilebilr, ama 66 daha evrensellik taşıyan simge bir yıldır. 68 kalkışmasının tohumlarının koza olarak olgunlaşıp o büyük ve evrensel patlamaya doğru evrildiği zamandır. Esasen 68 dediğimizde, ana akımın iki büyük ve dinamik yan koldan renkliliğini ve nihai anlamını alıp, 68 olarak tanımlanmışlığını kabul ediyoruz.

Bu iki yan kolun ilki San Fransisko' da, HAIGH -AUSTBRY mevkisinde, hâlâ o yıllarla ilgili yapılan belgesellerde fragman olarak yer verilen o unutulmaz gösterilerini yapan Hippiler olarak görünür. LOVE@PEACE, FLOWER POWER kuşağının sloganı olur ve ABD, refah toplumu, kapitalizm ve her türden otoriteryanizme karşı olduklarını dünyaya duyururlar.Özellikle de Vietnam savaşı karşıtı gösteriler Flower Power akımının politikleşmesinde çok etkileyici bir rol oynar. Aşağıdaki alıntıda çok güzel ifade edilmiş.

“Altmışlı yıllarda büyüyen ve bu on yılı bu denli renkli kılan kişiler, her şeyden önce 1967 yılını anımsarlar. Onlar için bu yıl, pek çok tarihçi için olduğu gibi, uygarlığın yavaş yavaş karanlık ortaçağa geri dönüşü değil, gençliklerinin göz kamaştırıcılığının doruk noktasına ulaştığı tarihsel andır. 1967 yılı napalm ve ani ölümlerin yılı da olabilir. Fakat bir kuşak için her şeyden önce ‘Love’, ‘Peace’ ve Flower Power yılıydı. O yılın kalıntılarını içlerinde taşıyan, o yıllarda gerçek görünen ütopik çözümleri dillendiren ve kendilerine ‘Beatiful People’ dedikleri o yılların ardından gözyaşları döken binlerce insan var hâlâ. Aslına bakılırsa 1967 yılı hiç de güzel bir yıl değildi, hele hele Vietnam’ da… Dünya, artık insanlığı komünizm tehlikesinden koruyan genç Amerikalılara inanmıyor, bunun yerine samandan yapılmış köy evlerini basan ağır silahlı helikopterleri, çocuklarının yanmış cesetleri başında ağlayan yumuşak ve zarif kadınları ve pirinç tarlalarının arasındaki bir yolda çıplak ve çaresiz halde topçu mevkilerine doğru şaşkın şaşkın koşan çocuğu görüyorlardı.” (Philip Norman – Aşklar ve Çiftler / İletişim Yayınları - Syf: 55-56)

Bu akım, ABD ve ileri sanayi ülkelerinin bilhassa üniversite gençliği içerisinde geniş yankı ve taraftar bulur.Türkiye' de ise, yerli bir karikatür olanın ötesine geçemez. Orijinal tözündeki radikallik ve düzen karşıtlığının esamesi okunmaz. Saman alevi gibi de sönüp gider zaten. Pek bir iz de bırakamaz.

San Fransisko ile hemen hemen eş zamanlı ama HIGHT -AUSTBRY'den haberdar bile olmadan, Torino'da hareketlenen sanayi proletaryası, 1967 yılında alanlara çıkarak sanayi patronlarını irkiltir ve aynı zamanda 68 infilakını müjdeler adeta.

Ana akımın ikinci büyük kolu, yine çok dinamik ve San Fransisko'ya göre daha politik olarak 3 M ( MARKS-MAO-MARCUSE) ile Paris'te anfilerden Quarter Latin mahallesine akar ve o ünlü ''Kaldırım taşlarının altında kumsal var'' ironik çağrısıyla, Fransa' yı da, gelişmiş kapitalist ülkeleri de şaşkına çeviren 68 devrimini, Flower Power ile aynı zamanda başlatmış olurlar.

Ve Nasuh Mitap…

Evet şimdi burada, Nasuh Mitap olgusuna dönebiliriz.Yaşamına, siyasi rota ve hattına baktığımızda, Mitap, tartışmasız, 68'in Paris ekolünün çok tipik bir militanı olarak dikkatimizi çeker. HAIGH-AUSTBRY'ye şöyle bir değmişliği bile olmaz.SEX, DRUG, ROCKN ROLL, NO WAR @MAKE LOVE akımına yan gözle bile baktığını hiç sanmıyorum. Zaten bir emare de bulamadım.

Yazı girişinde vurguladığım 1970 yılı bu bağlamda, çok özel bir yer alır o kuşakta. Çünkü bilhassa sonbahar aylarında yapılagelen yoğunlaştırılmış tartışmalarda, 66'nın o naifliği oluşturan ulusalcılık takıntılarından, Kemalist ilmeçerlerinden sıyrılan devrimci gençlik yeni bir mecraya yönelir ve ENTERNASYONALİZMİ benimseyerek, düzenle her türlü bağlarını koprıp atar, yeni örgütlenmelere girişir. Bu olgunun başlangıç tarihini, ben, 70 sonbaharında yapılan DEV-GENÇ kongresinde genel başkanlığa, ortak meziyetlere sahip insanların desteğiyle, Ertuğrul Kürkçü'nün seçildiği an olarak tespit ediyorum.

Biz burada da Nasuh Mitap'ı enternasyonalist devrimci saflarda görüyoruz. Gösterişsiz, öne fırlamaktan haz etmeyen, sakin ama kararlı kişiliği ile sessiz ama dinamo gibi çalışarak o saflarda mücadelesini sürdürür; Sabo ile beraber.

1972 yılında KIZILDERE'de önderleri Mahir Çayan ve 9 arkadaşı ile birlikte katledilen SABAHATTİN KURT ve KIZILDERE üzerine çalışmaya karar verip işe koyulduğumda, artık umutlarım tam tükenmekte iken Van'da bulduğum SABAHATTİN KURT'un ailesine ulaştım. Aileden sadece abla ve küçük erkek kardeş yaşıyordu. Küçük kardeşin adı Semih Kurt. Daha ilk görüşmemizde, NASUH MİTAP ile mutlaka görüşmemin gerektiğini vurgulayıp, ''abimin kankasıydı'' diyerek çok isabetli bir yönlendirme yaptı. Bu uyarı aklımda şimşek gibi bir cümlenin yankılanmasını da sağladı. O cümlenin sahibi ERTUĞRUL KÜRKÇÜ idi, o dönem ve aktörlerini anlatırken şöyle demişti:

"Birbirine benzer meziyetlere sahip insanlar...''

Bunun ne kadar doğru olduğunu yıllar içerisinde araştırdıkça, daha iyi algılayacaktım.

SABO, böyle anlatıldı, üniversite, örgüt, mahalle ve ilkokul arkadaşları tarafından; ilginçtir akrabaları tarafından da. Mütevazı, çok çalışkan, çok fedakâr, çok yardım sever, kararlı ve doğru bildiğinden, amaç ve ideallerinden şaşmayan ve sapmayan, şefkatli, terbiyeli, efendi, müthiş zeki, onurlu, sürekli okuyan, hiçbir şeyden korkmayan, ama kendi halinde bir gençti. İşte Ertuğrul Kürkçü' nün altını çizdiği, benzer meziyetler, THKP-C araştırmalarımda, HÜSEYİN CEVAHİR, ULAŞ BARDAKÇI, ERTAN SARUHAN, SİNAN KAZIM ÖZÜDOĞRU, AHMET ATASOY, SAFFET ALP, KORAY DOĞAN için de hep bu şekilde ifade edildi.Hem de birbirini hiç tanımayan insanlar tarafından neredeyse ağız birliği edilmişcesine, benzer sözcükler kullanılarak.

Gülten Çayan: Çok kaliteli bir insandı Mahir

Hiç unutamadığım bir andır; sevgili Mahir'i, Kızıldere'den 41 sene sonra konuşurken, sevgili GÜLTEN ÇAYAN'ın başlangıç cümlesi, ''Çok terbiyeli, çok kaliteli bir insandı Mahir… '' olmuştu.

THKP-C militanlarının geçtikleri her yerde, insanları büyüleyen ve on yıllardır anlatılagelen erdemleri, siyasi söylemleri kadar hayranlık ve saygı yaratmıştır.

SABO'nun kankası NASUH MİTAP hakkında da epeyce ipucu vermişti bu tanımlamalar. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim, deyişi tam uyuyor.

Ama ben NASUH MİTAP'ı zaten biliyordum, tanımasam da. Ben ve benim kuşağım, yani yaşı ellilerde olanlar DAL sözcüğünü iyi anımsarlar. Önünden bile geçmemiş, bırakın devrimciyi, ortalama solcuyu bile ürpertirdi DAL; Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 5. katında olduğu söylenirdi. Açılımı DERİN ARAŞTIRMA LABORATUVARI.

12 Eylül darbesi ile çok sayıda devrimcinin, en ağır işkencelerden geçirildiği, penceresinden, 5 kat aşağıya atlayarak!!?? intihar eden devrimcilerin, nedense hep itilerek atıldığı ve ölümüne sebebiyet verildiği kuşku ve iddialarının hep dile getirildiği, çok sayıda insanın ruhen ve bedenen uygulanan ağır işkencelerle, hedeflenerek, sakat bırakıldığı bir  yerdi DAL.

12 Eylül,  bütün güç ve imkânlarıyla istisnasız Marksist devrimci örgütlerin, bireylerin üzerine çullandı.Darbenin lideri Kenan Evren, ''Netekim, eğer biz olmasaydık, şimdi bu oturduğumuz yerde DEV-YOL oturuyor olacaktı'', diyerek neyin gelmekte olduğunu haber vermişti zaten.

12 Mart sonrasında katledilen Marksist devrimci hareketin önderleri ve önde gelen isimleri toprağa verilirken sağ kalanlar hücrelere, hapishanelere tıkıldı.1973-74 döneminde yeniden toparlanma sürecini başlatan hareket, özellikle yüksek öğrenim gençliği içinde ilk yankılarını buldu.1980 12 Eylül'üne kadar devam edecek 6 yıl içerisinde, Nasuh Mitap,  tüm meziyetlerini, ruhuyla, bedeniyle seferber ederek, çok değerli katkıları ile, hareketin küllerinden yeniden doğmasının mimarlarından biri oldu.

Şimdi akla şu soru gelebilir: Daha somut bilgi versen iyi olmaz mı? O zaman bu yazı gibi yüzlerce yazı yazmak gerekir. Ama merak edenler, Melih Pekdemir - DEVRİMCİLİK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM ve Özgür Açılım yayınlarından TARİHLE SÖYLEŞİLER isimli kitaplarda epey somut bilgi bulabilirler.

Yukarıda yer verdiğim Kenan Evren'in 12 Eylül'ün hedef ikrarı sonrasında estirilen kasırga ile sıra, yine ve 12 Mart'tan sonra  bir kez daha, Nasuh Mitap' a, bugün de, o günlerde de çok değerli olduğu takdir edilen yaptıklarının bedelini ödetmeye geldi.Yer DAL işkence odaları idi. İşkenceler, işkencede yaşananlar bir biçimde dalga dalga duyuluyordu. Korkunçtu işitilenler. Çözülenler, itirafçılık yapanlar, nedamet getirenler duyuldu evvela, belki de özellikle duyulması sağlandı, derin devlet kanallarıyla. Zaten yaşanmakta olan kaos ve ihbar-iftira ortamı en a-politik insanları bile suskunlaştırmışken, devrimcilerde, demokratlarda moral çöküntüsü emareleri başlamıştı. Sonra birden bire içimize ışıklar saçan haberler gelmeye başladı. NASUH MİTAP (DEV-YOL), MUSTAFA KAÇAROĞLU (KURTULUŞ), GARBİS ALTUNOĞLU (TKP-ML TİKKO), aylarca ve kesintisiz süren en ağır işkencelerde, işkencecilerinin bile saygısını kazanacak kadar insanüstü bir tavır sergilemişlerdi. Sonraki yıllarda NOKTA dergisinde, işkenceci polislerin itiraflarında da bütün ülke okudu, direniş destanlarını.

İşkencede iki insan

34 yıl önce yaşanmış bir olayı paylaşmadan geçemiyeceğim. Artık işkence timi, seanslardan bıkmıştır ama nafile, Garbis Altunoğlu direnmeye devam etmektedir. Tim, görevi başka bir  timin devralması için amirlerine müracaat eder. Çünkü Garbis işkencecilerinin sinirlerini felç etmiştir. İşkence başlayıp Filistin askısında bir de elektrik verilince Garbis o zamanlar pek popüler olan, Diyarbakır yöresine ait şu türküye başlar:

Çay içinde dökme taş

Gönlüm huni gözüm yaş

Aklımı baştan aldı

Orta boylu kalem kaş

 

Bir mumdur iki mumdur üç mumdur

Dört mumdur on dört mumdur

Bana bir bade doldur

Bu ne güzel düğündür ha ninnah

Ha ninnah ha ninnah

 

Bu küçe uzun küçe

Küçeye serdim keçe

Hak yoluna üç kurban

Yar gele burdan geçe

 

Bir mumdur iki mumdur üç mumdur

Dört mumdur on dört mumdur

Bana bir bade doldur

Bu ne güzel düğündür ha ninnah

Ha ninnah ha ninnah

 

Bu küçe baş aşağı

Belinde şal kuşağı

Hergün gel burdan savuş

Çatlasın el uşağı

 

Bir mumdur iki mumdur üç mumdur

Dört mumdur on dört mumdur

Bana bir bade doldur

Bu ne güzel düğündür ha ninnah

Ha ninnah ha ninnah

 

Garbis'in müzikal ekolünden başka, Nasuh Mitap da sakinliği ve sükuneti ile bir başka direniş ekolü yaratır. Bu insanlar sayesinde devrimci militanlar arasında moraller yerine gelir. Kollar yeniden, demokrasi mücadelesi için sıvanır. Upuzun sürecek ağır bir yolculuk başlatır devrimciler, sosyalistler, demokratlar. Liberalizmin küresel tren olmasına, solun dünya ölçeğinde gerilemesine, 68 dalgasının geri çekilmiş olmasına rağmen...

Ölümünden 40 yıl sonra bu satırların muharriri, bir arayışın tezahürü olarak, çok sevdiği THKP-C' li SABAHATTİN KURT'un izini sürmeye başlar. Amaç bu unutulmuş devrimciyi bilince çıkarmak, hatırlatmak ve genç kuşaklara göstermektir. Bu yeni dönem yolculuğunda çok gerek duyulmaktadır bu isimlere ve o ortak meziyetlerin asabiyyesine.

Nasuh Mitap: Aynı ahırın atlarıyız

(ARA BAŞLIK)

Bu çalışmalanın daha ilk etabında Nasuh Mitap ismiyle karşılaşır. Temas kurulur, sevgili Oğuzhan Müftüoğlu'nun telefonunu vermesi sayesinde. İlk görüşmeler hafif serin geçer. Muharririn ısrarlı aramaları, duyduğu derin saygıyı ve bitimsiz sevgisini ifade etmesi, referansları, bu çalışmaları bir karşılık beklemeden yapıyor olması, Nasuh Mitap tarafından derhal fark edilir. 12 Mart, 12 Eylül işkencecilerinin çözemediği Trakyalı pehlivan ilmek ilmek çözülmeye başlar?

Bir telefon görüşmesinde "Nerdeysen ben senin yanına geleceğim, seni görmek ve tanışmak istiyorum" diyerek, muharriri onore eder.        ''Abi, siz zahmet etmeyin, bu çalışmalar için zaten İstanbul'a geleceğim ben, Kırklareli'ne de gelirim'', yanıtı verildikten sonra telefon görüşmeleri, artık bir kardeş ve hayran olunan abi boyutuna geçer.

Ama bir müddet sonra, konuşmaların odağına, kendisinin 1 Mayıs 2013, muharririn 1 Mayıs 2014 tarihinde kanser ameliyatları ve yaşanan şiddetli kilo kaybı, radyoterapi, kemoterapi süreçleri, geçer. Ünlü Fransız filozofu GİLLES DELEUZE, PERİKLES ve VERDİ kitabında şöyle diyor:

''... hastalık bile yenilemediği vakit, yönetilmesi gereken bir şeydir ve zorunlu olarak insani ilişkileri buna yerleştirmek lazımdır."

Nasuh abi de bunu yapıyordu zaten, ama kanser bir müddet sonra yönetilme erkini ele geçirerek yöneten oldu...

Nasuh abimle en son telefon diyaloğumuzu buraya almayı lüzumlu buluyorum:

NM: Sen kaç doğumlusun Murat?

- 1960

NM: Sen daha çok gençsin yavrum, atlatırsın, ben 45 kiloya düştüm.

- Moralinizi yüksek tutun abi, çünkü tahmin bile edemeyeceğiniz kadar çok seviliyorsunuz.

NM: Bak şimdi, beni bu yaşta şımartacaksın, vallahi yaşıma bakmam şımarırım bak.

- Vallahi abartısız söylüyorum abi,

NM: Murat biraz toparlanalım ikimiz de, oraya geleceğim, uzun uzun oturup konuşacağız,

- Nasuh abi, çok sevinirim, konuşacak çok şey var kanser dışında, başımın üstünde yeriniz var, geçen görüşmemizde selamınızı ve tetkik sonuçlarınızın iyiye gittiğini ilettim Oğuz abiye,  O da Melih' e söyleyecek. Çok sevindi selamınız ve iyiyiye gittiğinizi söylediğimde.

NM: Öyle olacak tabii Murat, bakma biz döğüşür, çekişiriz ama AYNI AHIRIN ATLARIYIZ.

Son sözleri bu oldu. Ardından 35 kiloya kadar düştü ve bu dünyaya unutulmaz bir isim olarak veda etti. Yatağımdan takip ettim, cenaze törenini, ardından yazılanları... Sevgi haleleri ile yolcu edilirken "Nasuh abi ne kadar haklıymışım ne çok sevildiğinizi söylediğimde" dedim, kendisine 1500 kilometre uzakta, toprağa verilirken.

AYNI AHIRIN ATLARI, zekâ dolu bir metafordur, devam ettireyim, NASUH abime bir selam çakarak:

ABİ, O AHIRIN BİR DE TAYLARI VARDI, BİLİRSİN. ŞİMDİ NE Mİ YAPIYORLAR? GEZİ'DE, KOBANE'DE DEVRİMCİ ENTERNASYONALİZMİN 21. YÜZYIL DESTANININI YAZIYORLAR.

SEN RAHAT UYU NASUH ABİ, EMEKLERİN BOŞA GİTMEDİ...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...