09 Nisan 2012

'Kız veya oğlan fark etmez, çocuğumuzun adını Kurtuluş koy...'

Resmi kayıtlarda Ünye, Sarıhalil köyünde 1946 doğumlu olarak geçse de Ahmet Atasoy’un gerçek doğum yılı...

Resmi kayıtlarda Ünye, Sarıhalil köyünde 1946 doğumlu olarak geçse de Ahmet Atasoy’un gerçek doğum yılı 1942-43 olarak tahmin ediliyor. Askere 24 yaşında gittiğine işaret eden ailesinin görüşü böyle.

Çiftçilikle geçinen köylü bir ailenin beş çocuğundan biridir Ahmet Atastş. Ortaokul ikinci sınıfta öğrenim hayatına son verir. İçerisinde doğduğu ve yer aldığı sosyal çevrede ne Mahir Çayan'ın “Revizyonizmin Keskin Kokusu” ve “Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine” başlıklı makalelerini, ne de Marks, Engels, Lenin okuyup irdeleyecek, tartışacak; tiyatrolara, konserlere gidecek entelektüel ortama ya da araçlara sahiptir.

Sözünün eri, sağlam karakterli, cesur, şakacı, haksızlıklara karşı tepkili bir insan olarak yaşamını sadelik ve tevazuyla sürdürmektedir.

Peki Ahmet Atasoy, köy kökenli, küçük çiftçi profiliyle, Fatsa/yf mütevazı bir ofşfh sürerken, nasıl Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'ne girdi, THKP-C'nin önemli isimlerinden biri oldu? Bu soru, hem Ahmet Atasoy’ u tanımak ve anlamak, hem de THKP-C'nin o dönemdeki etkisini çözme çabası için önem taşıyor. Çünkü THKP-C  o dönemde diğer sol grupları teorik tartışmalarda zorlayacak kadar kuramsal iddiası bulunan, dönemin koşullarına göre entelektüel düzeyi yüksek insanların Ankara ve İstanbul odaklı kurmuş göründüğü bir örgüttü.

THKP-C, ilk bakışta, önder kadrosu hep en iyi  üniversitelerin parlak öğrencilerinden oluştuğu için kentli ve öğrenci ağırlıklı bir örgüt intibaı verir. Türkiye siyasi yaşamında kendini gösterdiğinde de böyle bir ortalama algıyla değerlendirilmişti. Ancak Kızıldere’de katledilen gençlere baktığımızda, egemen yapının dayatmasıyla bu ortalama algının aslında yaratılmak istendiğini ve gerçeği yansıtmadığını görürüz.

Ahmet Atasoy, bunun en çarpıcı kanıtıdır.

\

Bugün hâlâ THKP-C konusunda önemli bir başvuru kaynağı mertebesinde olan 559 sayfalık iddianamede, Ahmet Atasoy’un, 226. sayfaya kadar adı geçmez. Adının geçmeye başladığı yer, Mahir Çayan'ların Karadeniz'e geçiş süreciyle  beraber başlar. O sayfadan itibaren de Ahmet Atasoy, her sayfada anılır. Çünkü, THKP-C’lilerin yöreye geldiği andan itibaren barınma, saklanma, yer değiştirme, Deniz Gezmiş'lerin idamını engellemek için yapılacak eylemin tasarlanması, istihbaratı, eylem sonrasında saklanacak yerin temini, eylemde yer alma ve bütün bu süreç içerisinde ikna yeteneği ile sorunları ya da muhtemel sorunları çözmede Ahmet Atasoy  insanüstü bir gayret halindedir.

Tabii Karadeniz deyince, Ziya Yılmaz ilk akla gelen isim oluyor. 68’li değil Ziya Yılmaz, yüksek öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra döndüğü Fatsa’da TİP’in ilçe başkanlığını yaparken sosyalist fikirlerin çevresinde tanınmasında katkılar yapar. Matbaa işine girip, Yeşil Fatsa isimli bir gazete çıkarır bölgede. Bölgede sosyalizm idealine sahip her insanın mutlaka tanıştığı Ziya Yılmaz’ı, Ahmet Atasoy da gelip bulur. Ahmet Atasoy’un yanı sıra kader birliği yaptığı Ertan Sarıhan ve Nihat Yılmaz’ı da saymak gerekir bu süreçte.

Ziya Yılmaz’la tanıştıktan sonraki dönemde askere giden Atasoy, döndükten sonra yine Yılmaz'la çalışmaya başlar.

Türkiye İşçi Partisi  '60’lı yıllardaki parlak parlamento deneyiminden sonraki düşüş döneminde yeni arayışlara yönelinir.

Ziya Yılmaz da işte bu dönemde TİP’ten kopup yeni mecraya katılacaktır. Beraberinde Ahmet Atasoy, Nihat Yılmaz ve Ertan Sarıhan’ı da görürüz.

 

Kızıldere rotasını Ahmet Atasoy çizdi

 

Atasoy, THKP-C'nin Karadeniz'deki etkisini yükselten bir dinamo olmuştur. Nihat Yılmaz’ ın kardeşi Abdullah Yılmaz, Koray Düzgören tarafında hazırlanan  “THKP-C ve Kızıldere” kitabında   çok iyi tanıdığı Ahmet Atasoy'u anarken Kızıldere'ye gidiş hikâyesini de anlatır:

“Ahmet Atasoy göçebedir. Çok uzak, Sarıhalil diye bir köyden. Fatsa'nın yakınlarında Gariboğluların bir tarlasına yerleşmiş göçebelerdir. Alevi bir çocuk.

Bir yer var Niksar'dan ileride. Bir yayla ve bu yaylada İteniç ormanı denilen büyük bir ormanlık var... Nihat abim ve Ahmet Atasoy gidiyorlar, orayı dolaşıyorlar, ciple. Ahmet oraya gidiyor, not tutuyor. Günlük tutuyor, işte şöyle gittik diye. Ünye’de onu polise yakalatmış. Bu nedenle o bölgede de deşifre olmuş oluyor bizim gözümüzde.

Mesela biz Ünye'den Kızıldere köyüne giderken ben vardım, Ahmet Atasoy vardı, Nihat Yılmaz vardı, biri daha vardı, köy muhtarının yakınıydı.

“Yüncü Hasan” derlerdi biri. Yüncü Hasan bağ fidesi satıyordu.Onu Ahmet pazar yerinde buldu. Çünkü Ahmet çok yetenekli bir adamdı.

Bu Kızıldere köyünün muhtar vekiliydi o zaman Emrulah Arslan. Ahmet konuştu denildiği gibi. Ahmet bu işi anlatırken hangi kozları kullandı, nasıl kandırdı. Ahmet Gariboğulları diye bilinen bir ailenin Fatsa yakınlarındaki bir tarlasında göçebeydi.

Bunlar Sarıhalil'den göçmüşler. Ordu'da Alevi bir köy. 1968 yılında Ziya'nın Fatsa'daki matbaasına gelmiş. Orada bir köy çocuğu. Çok açıkgöz, direngen bir çocuk, kendi emsalleri arasında yiğitliği olan bir çocuk, o sıra artık çocuk değildi, evliydi, çocukları vardı. Kardeşleri vardı. Sosyalist hareketle bu matbaada tanıştı. İlk iş olarak Alevi geleneklerine bağlı olarak verdikleri hakullahı ödemedi. Ondan sonra gitti hakullahı kendisinden alan dededen daha öncekilerin karşılığı olarak para aldı.

Köyleri çok iyi biliyordu ve alevi köyleri üzerinden taa Sivas'a kadar gidebilirdi. Böylede bir yeteneği vardı ve Tepeden tırnağa kadar da inanmıştı. Muhtara şöyle dedi:

'Maltepe Cezaevi'ni yarıp geçen arkadaşlardan dört kişiyi buraya getireceğiz. Bunlar Alevidir – Muhtar Alevi'ydi- bunları saklamak bizim görevimizdir. Sen de görevini yapmalısın. Bunlar yiğit insanlardır. Doğru insanlardır. Namuslu insanlardır.'

Adam ilkin biraz çekindi. Sonra görev olarak bildi. 'Kayseri'de Hıdır diye biri var, bu Hüseyin İnan'ın babası. Onun çocuğu kurtarılacaktır' dedi.

Tokat'a aynı arabayla gitmek zorunda kaldık, Tokat'tan da Samsun'a kadar. Samsun'da ayrıldık. Ahmet Ünye'ye gitti, ben Fatsa'ya geçtim. Ahmet'i bundan sonra gördüğümü hatırlamıyorum.”

1966 yılında Orman Dairesi'nde 6 ay işçi olarak çalışıp ayrılan Ahmet Atasoy, ailesinin geçimini sağlamak için  küçük çaplı mahalli işler yapar.

 

'Oğlan-kız fark etmez, çocuğumuzun adını 'Kurtuluş' koy'

 

Mart 1965'te Yapraklı köyünde bir köy düğünüyle evlendiği eşi Dürdane Atasoy, Bianet’e verdiği mülakatta Ahmet Atasoy’u anlatır:

“Askerden gelince Ziya Yılmaz'ı buldu; onun yanında gazete dağıtıyordu. Kitapları vardı, okurdu. Ertan Sarıhan da bize gelir giderdi. Ahmet çok şakacıydı, herkes onu çok severdi. Devrimci olmadan önce de ona herkes güvenir saygı duyardı, kimse kötü bir şey yapamazdı. Cesaretliydi.

Önce bir oğlumuz oldu; daha bebekken yanlış iğneden öldü. Askerden sonra Süheyla doğdu. Ahmet giderken oğlan, kız fark etmez adını 'Kurtuluş' koy demişti.

Her şeyi aklımda. Fakirdik ama mutsuzluğumuzu görmedim. Sert, sinirli gibi görünürdü ama hiç kavga etmedik. Birbirimizi evlendikten sonra sevdik.

Devrimcilerin iyi ve dürüst olduğunu söylerdi bana. Ben de ona inanıyordum. Devrimcileri tanıdıkça da ne kadar doğru söylediğini kendim de gördüm.

 

Kaçaklıklarında Sinan Kazım, Saffet, Hüdai ve Sabahattin Kurt bizde üç gün kaldılar. İsimlerini bilmiyordum. Bir odada kaldılar, hiç dışarı çıkmadılar. Evdeki çocukları evden çıkarmadım, ağızlarından bir şey kaçırırlar diye.

Sinan Kazım'ı hatırlıyorum; evi görünce 'sen de Alevi misin' demişti Ahmet'e.

Yüzleri açıktı. Yemeklerini veriyorduk. Çay pek içmiyorlardı, süt içiyorlardı.

Teknisyenler kaçırılınca kaynanamı, ağabeyimi ve beni aldılar. Hamileydim. Ağabeyime üç gün üç gece işkence yaptılar.

'Size kimler geldi', 'nereye gittiler' gibi sorular sordular.

Evi on kere aradılar, bir şey bulamadılar. Her tarafı toplamıştım, fotoğrafları bile toprağın altına gömmüştüm. Ayaklarım şişmişti, ayakkabılarım elimde nezaretten çıktım.

Kızıldere'yi radyodan duyduk.

Kızıldere'nin ertesi günü Kurtuluş'u doğurdum. Ben loğusaydım. Cenaze törenine jiple beni de götürdüler. Ahmet'i alnından vurmuşlar. Ertan'ın ayağı kopmuş, dediler. Bilemiyorum.

Alevi dedesinin oğlu cenaze namazını kıldırdı. Davetleri yaptık.

Askerler Ahmet öldükten sonra gelmediler. Sadece bir asker geldi, 'kocanın kanlı gömleğini getireceğiz' dedi, ama gelmedi.’’

Ahmet Atasoy’ un cenazesini almaya annesi Sultan Atasoy ile amcasının oğlu Hasan Atasoy giderler. Ahmet Atasoy'un da alnında bir kurşun ya da şarapnel yarası dikkat çeker.

Cenazeyi alan bu iki kişi de artık hayatta değil... Cenazeyi köy evinde gören birkaç kişinin “Sanki her an canlanacakmış  gibi duruyordu” dedikleri anlatılıyor.

 

Çayan'ları Karadeniz'e geçirme ziyareti

 

Ahmet Atasoy’un bir erkek ve bir kız kardeşi hayatta. Kardeşleri ve eşi için bu acıya katlanmak, her 30 Mart'ta o acıyı yaşamak kolay değil…

Kızıldere öncesindeki süreçte değişik zamanlarda bölgeyi tanıma amacıyla Karadeniz'e gelenlere lojistik desteği genellikle Ahmet Atasoy veriyor. Maltepe'deki çatışmada can veren Hüseyin Cevahir gelenler arasında.

Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, Kızıldere süreci öncesinde tanışmıyorlar Ahmet Atasoy ile.  Kızıldere ekibinden sadece Sabahattin Kurt tanışıyor Atasoy'la, zira  Karadenize ilk ve en sık gelen o.

\

THKP-C'liler Karadenize geldiklerinde, Ahmet Atasoy’ un şimdi hayatta olmayan kardeşi Mehmet Atasoy’un evinde kalıyorlar, ilk tanışma orada oluyor. Kızıldere’ye geçip orada hep birlikte geçirdikleri o üç gün Atasoy ailesince hâlâ çok merak ediliyor.

Ama merak konusu olan bir başka zaman dilimi var, çok kısa ama önemli birkaç gün. İddianamede ya da başka yazılı kaynaklarda izine raslamadığımız bir  ayrıntıyı araştırma lüzumu hasıl oldu.THKP-C  davasının askeri savcısı Naci Gür’ün hazırladığı İddianamede Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü henüz Karadeniz öncesi günlerde Ankara’da saklanırlarken, Ertan Sarıhan’ın yoğunluğu nedeniyle Ahmet Atasoy’un Çayan ve arkadaşlarının Karadeniz'e geçmeleri konusunu istişare etmek için Ankara’ya gelip kendileriyle görüştüğü yazılı.

Ancak iddianamede öne sürülen bu görüşme için Ertuğrul Kürkçü, tereddüt etmeden “Hayır öyle bir şey olmadı, Ahmet Atasoy Ankara’ya gelmedi” diyerek, iddianamede yazılı olanlar için dikkatli olunması uyarısını yapıyor.

Ama, bu birkaç güne ilişkin araştırmada ilginç bir gerçeğe ulaştık. Ahmet Atasoy’un Ankara’ya gelişi iddianamede anlatıldığı gibi değildi. Atasoy Ankara'ya gelmişti, ancak bu ziyaretten ne Mahir Çayan'ın, ne de Ertuğrul Kürkçü’nün haberi olmuştu. Çünkü Atasoy, güvenlik tedbirleri gereği, takip edilen Çayan'larla değil Oğuzhan Müftüoğlu ile görüşüp Ünye’ye dönmüştü. Bu temasın ardından Karadenize intikal süreci ve organizasyon başlamıştı.

Bu organizasyonun Karadeniz ayağını Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy, Nihat Yılmaz ve Abdullah Yılmaz koordine eder.

Bu koordinasyonun sonu Kızıldere'dir. Aslında adım adım ölüme gittiklerini bilirler. Sabahattin Kurt, “Ne dersin devrimi görecek miyiz” sorusuna, “Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi, yaşasak yaşasak altı ay yaşarız” mealinde söylenen bir cevap verir.

Ahmet Atasoy, doğmak üzere olan çocuğunu göremeyeceğini bilir. Karısına, “Kız veya oğlan fark etmez, adını Kurtuluş koy” sözleriyle veda eder.

Süreyya Berfe, “Çocuklar hayatın ölüme verdiği gözdağıdır” der.

Ahmet Atasoy 30 Mart 1972'de Kızıldere'de öldürülür.

Bir gün sonra, adını daha doğmadan koyduğu oğlu gelir, Kurtuluş gelir...

Yarın: Aileler anlatıyor / Sinan Kazım Özüdoğru

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...