01 Temmuz 2018

Çerkeslerin diaspora ideolojisi: Dönüş

Savaşı ve sürgünü yaşamış bu halk, sürgün sonrasında da nüfus kırılmalarıyla yok oluş vadisinin eşiğine itilmiş ama eşikten aşağı düşmemiştir

Dönüş, Adige halkına münhasır bir ideolojik nosyondur. 1864 yılında, vatanlarından sürgün edilişleriyle başlayan, geri dönüş umut ve arzusunu içerir. Bu bakımdan bir dünya görüşünün ötesinde ideolojik işleve sahiptir.

On yıllarca sürmüş olan Çarlık ordusunun muazzam askeri üstünlüğü karşısında yenik düşen ve akabinde sürgüne gönderilen Adigelerin, diasporadaki yaşamlarında temel kaygı asimilasyondur.

Dilin ve kültürün kaybedilme kaygısı bir ideolojik dürtü fonksiyonu görmüştür. Dönüş kavramını bir ideolojik nosyon mertebesine getiren de bu etkenlerdir.

Savaşı ve sürgünü yaşamış bu halk, sürgün sonrasında da nüfus kırılmalarıyla yok oluş vadisinin eşiğine itilmiş ama eşikten aşağı düşmemiştir. Bütün aleyhte koşullara ve imkansızlıklara rağmen, Adigeler çok sevdikleri ve yürekten bağlı oldukları kültürlerinin temel normlarına sadakatleri sayesinde o eşikten aşağı itilememiş ve varoluşlarını muhafaza edebilmişlerdir.

Bu direnç ve irade, 1960'larda Adige aydınlarınca kafa yorulan, Ne Yapmalı ? sorusunun yanıtını da doğurmuş, yüz çiçek açarken yüz fikir yarışmaya başlamıştır.

Gönderildiği ve mecburen gittiği yerlerde, istek ve iradesi kaale bile alınmayan Adigeler, daha ilk zamanlarda bile kendilerini ait hissetmedikleri bir geniş coğrafyada vatana dönüş arzu ve inancına sahiptiler. Belki de, gelinen yabancı diyarlarda bir hayat tutamağı olmuştur vatana dönüş hayali.

 Bu istem bir moral dayanağıdır; ve 19. Yüzyıla aittir. Aynı zamanda yaşanan tahrip edici kültür çatışmasını da kısmen asgariye çekebilmiştir.

20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya’da Ekim Devrimi, Osmanlı ülkesindeki cumhuriyet dönüşümü ile yaşanan tarihsel olaylar sonrasında, vatana dönme arzusu artık otantik ve naif bir dilek ya da temenni mertebesindedir.

 İlk kuşağın hayata veda etmesinden sonra ve yaşanılan ülkelerdeki ( Türkiye, Ürdün, İsrail, Suriye, Irak ) büyük altüst oluşlar, devrim ve darbeler, Adigeleri artık yaşadıkları bölgelerde kök salacakları inancına ve yerleşik olarak o ülkelerin uygun gördükleri dış- Kafkas Türkleri) kimlikleri kabul etme, hatta benimsetmeye yöneltince, Kafkasya bir uzak düş haline gelmiştir.

Her düş gibi, vatana dönüş iyimserliği de, kültürünü ve dilini muhafaza etmeye matuf sınırlı bir mevziye çekilmeye itilince, Adige aydınlarının bu vaziyetin getireceği akıbetin, birkaç kuşak sonra silinip gitme olacağını ön görmelerine de, düşünsel bir zemin hazırlamıştır.

1960'larda yaşanan toplumsal olaylar, ideolojik gelişmeler, başka halkların egemenlerine karşı başlattıkları mücadelelerin de etkisiyle Adige aydınları, uzun bir tartışma sürecini başlattılar. Derneklerde, aile ilişkilerinde, Qase'lerde geniş bir hoşgörü ve karşı tarafı da dinleme nezaketi gösterilen bu tartışmalar, ileri merhalelere sıçramanın önünü açmıştır. Modern zamanlarda benimsenen kavram olan ve izlerini Paris komününde gördüğümüz taban demokrasisi anlayışıyla tartışmalar genişleyen katılımlarla soruna yönelik olumlu adımların atılabilmesine zemin hazırlamıştır. Bu evrede, Adige halkının önüne getirilen iki tez öne çıkmış, kıyasıya tartışılmıştır.

İlki; vatana dönüş hayaldir, Adigelerin yaşadıkları ülkelerde devrim ve demokrasi mücadelesine iştirak ederek haklar alınmalıdır.

İkincisi ise; ne kadar başarılı olursa olsun alınan hakların sınırları genişletilse de, Adige halkının varlığını devam ettirmesi ancak vatana dönüşle mümkündür. Üstelik yaşanılan ülkelerde de devrim ve geniş demokratik hakların ne zaman elde edileceği, pratiğe nasıl yansıyacağı ve bunun Adigelerin istediği imkan ve araçları sağlayıp sağlayamayacağı meçhuldür. Zaman ve gidişat iyimser olmaya imkan vermemektedir. Tek yol, evet, tek yol vatana dönüştür. Ama demokratik hakların alınması mücadelesi elbette ki dışlanmamalıdır.

Dönüş, uzak bir hayal değildir. Diasporada daha ilk kuşaktan itibaren halkın bilincinde yer etmiş ve varlığını zaten sürdürdüğünden, gitgide bir siyasi – etnik nosyon olarak yavaş yavaş daha ciddiye alınır düzeye gelmiştir. Çünkü Adige halkı, tüm tezlerin çarpışmasını izlerken, aynı zamanda dikkatini tezleri ortaya atanların gündelik hayattaki tavırlarının süreğenliğine, içtenliğine de dikkat etmiştir. Bu noktada Dönüş, 70'lerin ikinci yarısından itibaren halkın ilgi gösterdiği bir platform olabilme ve harekete dönüşme seyrinde ikircik yaratmamayı becerebilmiştir. Bu sayede, mayıs 68 sonrasındaki zihniyet ve kültür devriminin kavramsal açılım sağlamasıyla da, olgunlaşarak bir üst aşamaya evrilebilmiştir.

Siyasi tercihleri farklılıklar gösterse de, Thametelerin her koşulda, ''Adige olduğunu unutma, dilini öğren ve konuş '' telkin ve uyarılarının çok önemli rolü ve etkisi inkar edilemez. Dönüş, hareket formunu alırken ve diasporanın ideolojisi mertebesine gelirken, bu telkin ve uyarı artık hareketin halkla en güçlü bağını oluşturmuş; temel tezlerinin de şiarı haline gelmiştir.

Dönüş düşüncesinin bir hareket, bir vaziyet alış konumuna gelmesine yakından bakalım.

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tezin temel sütunudur. Desantralize ve pragmatik; kendiliğinden oluşan bir yapıdır Dönüş. Bir parti, bir örgüt yoktur ardında yöneten yönlendiren. Spontane ataklar ve sorumluluk duygusudur ana motivasyon.

Uğrunda gerekli çaba gösterilir ise, imkansız olmadığı düşüncesinin idrak boyutunda yaygınlaşması, Dönüş hareketinin en temel düşünsel katkısıdır. Keskin, ultra ve ekstrem söylemlerden, empozelerden özenle kaçınılmıştır. Buna mukabil büyük sözler değil, küçük gündelik işlere odaklanılmıştır. Upuzun yıllar boyunca asla halkın canını sıkacak taleplerde bulunulmamış, aksine fedakarlık karşılık beklenmeden tek taraflı üstlenme erdemi, hayat içinde kanıtlanarak yaşamlar sürdürülmüş ve bu uğraşı Dönüş hareketinin Adige halkı içerisinde, Gramsciyen manada mevziler kazanmasının da önünü açmıştır.

Bu müthiş bir başarıdır demek abartı olmaz.

 Dönüş, bir ideoloji değilse de, Adigeler için bir ideolojik nosyondur. Ama hayatın içinde çok güçlü karşılığı da vardır. Yok oluş vadisi betimlemem ya da bu imgeyi kullanmam bir retorik değil; tam aksine parrhesiadır. Foucaultyen bağlamda, entelektüel bir edim olarak, başka zihinlerde faaliyet yürütmekte iken namuslu olmak, doğruyu, dosdoğruca söylemektir. Dönüş de zaten bunu yapmıştır, en başından beri.

Dönüş hareketi hiçbir zaman retoriğe başvurmadı; parrhesia idi benimsenen dil.

Doğru söz ile Adige ve Dönüş, yaşamın diyalektiği içerisinde zaten örtüşmektedir. Bu söz, kurtuluş vatandadır, dönmek tek çaredir diye özetlenebilir.

On yıllar süren arayış, tartışma, meşguliyet utkuya varmış, vatana dönüş arzusu ile vatanda yeniden buluşma amacı, ham halinden olgun bir özgül ideolojik form düzeyine gelebilmiştir.

Her Dönüşçü için onur vesilesidir sözünü ettiğim gelişmeler.. Ama daha kat edilmesi gereken uzun bir yol vardır. Dönüş, bu uzun yolun ve zorlukların farkındadır. Vatan ve diaspora arasında bir köprü kurulmuş ise tarih bu başarıyı Dönüş hanesine yazmıştır.

Bu bir onur vesilesidir ve her emek veren Dönüşçü bu onuru hak etmiştir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...