15 Aralık 2018

Örgüte üye olmadan…

Bu toplumun tarihi boyunca demokrasi görmemiştik ama böylesini de görmemiştik

Türkiye, modern Türkiye, ceza yasasını Mussolini’nin yasasından almayı tercih etmişti. Anlamlı bir tercihti. Neyi anlattığını anlatmama herhalde gerek yok. Ama Mussolini’nin ceza yasasında bir birtakım -özellikle siyasi- maddelerde İtalyan cezalarını hafif bulup yılları artırdıkları söylenir. Normal.

AKP iktidarında bu ceza yasası birkaç değişikliğe uğradı. Bir “yenilik” var ki şu günlerde sık sık gündeme geliyor ve Mussolini’ye parmak ısırtır.

Eskiden yasada, ama daha çok da insanların zihninde “örgüt” diye kötü bir şey vardı. Biri sesini yükseltip “örrgütt” dedi mi titremeler gelirdi. “Örgüt” kötü bir şeydi; kötülük yapmak isteyenler bu işi örgüte girerek yapıyorlardı. Bu arada başka birileri de “Toplum örgütlü olmalı” diye çağrışıyordu ama onlara kulak veren olmuyordu.

Ceza yasasının maddeleri de buna göre, örgüte göre düzenlenmişti. On iki yıl, on beş yıl v.b. İdamlar da vardı. İdamın kalkmasından ötürü, “Hani nerede o eski bayramlar?” üslubuyla nostalji atağı geçmeyenler var hâlâ.

Şimdi ceza yasasının gelip yakanıza yapışması için artık “örgüt” gerekmiyor. Söylediğim yenilik bu. Şimdi “örgüte üye olmamakla birlikte yardımcı olan” birileri bulundu, yeni yasaya bu eylem biçimi girdi.

Böylece “örgüt” ortadan kalktı mı? Hayır. Daha da ağır bir suç olarak duracağı yerde duruyor ama şimdiki koşullarda kötülük yapmak isteyen kötü insanların kötülük yapmak için örgüte girmeleri gerekmiyor. Bu, ceza yasası koşulları içinde “hariçten gazel okumak” gibi bir şey olmakla birlikte AKP iktidarının savcıları ve yargıçları sayesinde hayatımıza kazandırılmış yeni bir olgu olarak yerleşti. Hatta şu son zamanlarda, verilen çeşitli hükümlerde ha bire bu “… örgüte üye olmaksızın” ibaresiyle karşılaşıyoruz. Sonunda örgüt kendisi mi daha kalabalık yoksa üye olmadan yardım edenler mi daha kalabalık, anlaşılmaz oldu. Görünen o ki, ikinci grup daha etkili. Örgütten talimat almadan ona nasıl yardımcı olacaklarını nereden biliyorlar, bilmiyorum, anlamıyorum, ama hükümlere bakınca durumun böyle olduğu anlaşılıyor.

Bugünlerde yeni bir olay bu yasal düzenlemeyi akıl ve mantığın sınırlarına getirdi. Sözcü gazetesi, onun yazarlarından Emin Çölaşan ve Necati Doğru’nun örgüt hiyerarşisi içinde yer almamakla birlikte FETÖ’ye yardımcı oldukları iddiasıyla bir  dava başlatılıyor. İktidarın “gazeteci” militanları da bunun nasıl mümkün ve mantıklı olduğunu anlatmakla meşguller ama bu kadarına aklı yatmayanlar epey kalabalık gibi görünüyor.

FETÖ (bu da bir tuhaf: “Fethullahçı Terör Örgütü” denilerek bu dört harf bir araya getirilmişti, ama şimdi “FETÖ ­terör örgütü” deniyor. “Ağırlaştırılmış terör örgütü” olmalı) Tayyip Erdoğan’ın iktidarına karşı, istemiyor onu. Emin Çölaşan’la Necati Doğru da örgüt hiyerarşisine girmeden FETÖ’ye yardımcı oluyorlar.

Bu arada, birçoğumuz, yani iktidara biat etmemiş yazar çizer birileri, yalnız bu son olaydan değil, yok üye olmaksızın, yok subliminal mesaj yağdırılan bu hukukla bağdaşmaz hükümlerden rahatsızız. Öyle tahmin ediyorum ki, Fethullah Gülen ve hiyerarşisi de rahatsızdır. O halde, ergo… O hiyerarşide yerimiz olmamakla birlikte, biz de FETÖ’nün amacına hizmet ediyoruz.

Yani bir kere böyle karakuşî bir maddeyi ceza yasasına soktuktan (ve ilgilileri “Bunu kullanacaksınız” diye uyardıktan) sonra bu işin sonu yok. Toplumun bir yarısı FETÖ üyesi olmadan Fethullah Gülen’le aynı isteği paylaşmış olabilir.

Bu toplumun tarihi boyunca demokrasi görmemiştik ama böylesini de görmemiştik.

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız