04 Mart 2017

Nâzım'ın "üstat"ları

Bu anektodlar vesilesiyle Sinan Cemgil'i de anmış oldum

Sertel'lerin Nâzım Hikmet üstüne anıları, ta 1993'te, neredeyse yirmi beş yıl önce, Adam Yayınları'ndan yayımlanmıştı. Yıldız Sertel, annesi ve babası, Sabiha ve Zekeriya Sertel'ler öldükten sonra, onların Nâzım hakkında yazdıklarını toplayıp, kendi anılarını da bunları ekleyerek yayımlamıştı.

Kitap baştan sona umulduğu kadar ilgi çekici olmayabilir; gene de bazı ilginç ve aynı zamanda önemli biyografik ayrıntılar ilkin bu yazılarda ortaya çıkmıştı. Aralarında benim ilgimi çeken bir küçük ayrıntıyı aktaracağım-niçin ilginç geldiğini de açıklayarak. 

Bu olayı hem Zekeriya, hem de Yıldız Sertel anlatıyor. Ben Zekeriya Sertel'in anlatımını seçtim; konu, "Putları Kırıyoruz" kampanyasının bir yan-sonucu:

"O vakitler büyük edipler birbirlerini 'Üstat' diye hitap ederlerdi," diye anlatıyor Zekeriya Sertel; "Hâmit 'Üstadı azam'dı, ötekiler ise sadece 'üstat.' Nâzım bu üstat kelimesini olur olmaz herkese ve her şeye kullanmaya başladı. Kahveci üstat, hizmetçi üstat, şoför üstat, artık herkes üstat olmuştu. Asıl üstat'lar da kendilerine 'üstat' diye hitap edilmesini hakaret saymaya başlamışlardı. Kimse üstatlığı üstüne almak istemiyordu. Fakat bu defa biz, Nâzım'ı 'üstat' diye çağırmaya başladık."

Sevimli bir anekdot. Bizim kuşak "genç adam" sırasına attığımız günlerde "üstat" hitabı Zekeriya Sertel'in burada anlattığı şekle yakın bir tarzda kullanılır olmuştu. Biz o zaman bu işte Nâzım'ın bir rol oynadığından haberdar değildik - Sertel'i okuyuncaya kadar böyle bir şeyin farkında bile değildim. Hafif mizahî bir tınısı olmuştu kelimenin; "üstat" dediğimiz kişiyi gerçekten bir "üstat" gibi gördüğümüz falan yoktu. Osmanlı kibarlığında bunun bir yeri olduğunu az çok biliyor, bu "edeb ve erkân" ile dalga geçmek için böyle konuşuyorduk. Ama bunun bir "eşitleme"amacı güttüğünün de farkında değildik. Oysa, evet, "arkadaş" gibi bir yeni anlam edinmişti. "Anlatsana,  üstat, geçen akşamki parti nasıl geçti?" türünden bir cümle örneğin. Bunun yerine, "Anlatsana, arkadaş..." diye başlamak hiçbir şey fark ettirmezdi. 

Bizim bu gençlik yıllarımızda benzer bir süreçten geçen bir başka kelime oldu: "Hocam." Zekeriya Sertel'in "üstat" için anlattığı gibi bu da sahici "hoca"lara hitap etme biçimi olmaktan çıkmıştı, çıkıyordu. Tamam, hocalara "hocam" deniyordu; hâlâ da deniyor. Ama bu da aynı zamanda "garson"a, "hademe"ye, "tamirci"ye vb. hitap etmenin bir yolu oldu. 

Ben bir rastlantıyla bu yeni "hocam" edebiyatını Sinan Cemgil'in ODTÜ'de icat ettiğini öğrenmiştim. Ama laf iyice yayılmış, böyle özgül devrimci çevrelerin dışına taşmıştı ve bunu duyup kullananların Sinan Cemgil'den haberleri yoktu.

Sinan'ın derdi de Nâzım'ınkiyle aynıydı. Belki "iki" bir hedefi olduğu söylenebilir. Birincisi kelimeyi ve dolayısıyla kelimenin temsil ettiği ilişkiyi "demokratize" etmek; ikincisi de, kelimenin içkin "saygıdeğerlik" çağrışımını, bu hitap biçiminin bilinin sahibinden alıp herkese ("avam"a) dağıtmak.

Yani, sözlük anlamından gidildiğinde "hoca"nın belirli bir tanımı var. Toplumda çok az kişi bu tanımın tanımladığı işi yapıyor. Ve bu işin de toplumca kabul gören bir saygıdeğerliği var. Ama şimdi sen bunu alıyorsun Nâzım'ın kullandığı şekliyle "üstat" kelimesi gibi, "arkadaş"la eşanlamlı bir konuma yerleştiriyorsun. Bir yandan da, dedim ya, garson, hademe, tamirci, her kimse, ona, "Sen de bana bir şey öğretebilirsin; senin bana öğreteceğin bir şey, mutlaka vardır" diyorsun. "Hoca"lık az sayıda "üstün yetenekli" kişinin tekelinde ("uhdesinde") bulunan bir "mertebe" olmaktan çıkıyor.

Bu anektodlar vesilesiyle Sinan Cemgil'i de anmış oldum. Sinan Cemgil çok özel bir insandı. 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı