13 Kasım 2018

AB'ye “tam üyelik”

Avrupa Birliği ilişkilerinde Türkiye tarafını olgunluktan uzak, hatta ergenlik psikozu yaşayan bir delikanlı gibi görürüm

Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan birtakım tanınmış dünya gazetelerine makaleler vermeye başladı. Bunların en yenisi de birkaç gün önce Figaro’da yayımlandı. Figaro sağda duran ama saygıdeğer, kurumsal bir gazetedir. Daha önce de New York Times’a bir yazı vermişti. New York Times, Amerika’da solda bir gazetedir. Bir denge mi gözetildi sorusu akla geliyor.

Yazın yayımlanan Times yazısında Erdoğan, Türkiye-Amerika ilişkileri üstünde durmuştu. Bunun bir çeşit, Amerikan yönetimini Amerikan halkına şikâyet etme yazısı olarak yorumlamak mümkündü. Figaro ise öncelikle Avrupa kamuoyuna hitap ediyor. Bugünlerin “okazyon”u Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi, bunun anılması. Makalede de Erdoğan bu olaya merkezi bir yer vererek ılımlı-eleştiren bir değerlendirme yapıyor.

İki cümleyle geçilen konu, ola ki, yazıyı yayımlamanın birinci nedeniydi. Erdoğan barış gereğini vurguladıktan sonra Avrupa’nın en ciddi barış projesinin Avrupa Birliği olduğunu söylüyor. Bence de bu doğru bir tespit ve pek kimsenin “öyle değil” diye itiraz edeceğini sanmıyorum. Ardından Erdoğan’ın kilit cümlesi geliyor: Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinden vazgeçmedi. Bu tek cümlecik yazının geri kalanından ayrı duruyor ve yanılmıyorsam asıl mesajı da o veriyor.

Bu hedeften vazgeçildiği konusunda herhangi bir önerme, açıklama v.b. olmamasına rağmen böyle bir izlenim yaratan başlıca etken Türkiye’nin, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, davranış ve konuşma tarzıydı. Bu tarz, bir aşamada, bir “referandum” uyarısına da gelip dayanmıştı. Biraz tuhaf bir “örtük tehdit” içeriyordu bu. Başvuran biziz “Dur bakalım, aklıma tam yatmadı” diyen onlar, “Bak, sonra başvurumuzu geri alırız, ha!” diyen de gene biziz. “İsabet edersiniz” derlerse ne olacak? “Sen beni tanımıyorsan ben seni hiç tanımıyorum” fıkrası gibi bir şey.

Türkiye’nin Avrupa ve “Birliği” karşısında aldığı tavırlar hep bir tuhaf olageldi. Buna üye olmanın en mümkün olduğu anda Ecevit süreci durdurdu. Gerekçeleri tamamen milliyetçi bir dünya görüşünden kaynaklanıyordu. Sonra Özal konuyu yeninden gündeme getirince de muhalefetin büyüğü bürokrasiden, öncelikle askeri kesimden geldi. Tabii ulusalcı entelijansiya onların sözcülüğünü yapıyordu. AKP iktidara yeni geldiğinde “Avrupacı” idi. Zamanla bu tavırdan çıktı; Avrupa’yla kavgaya girişti. Bu kavgalaşma Almanlara “Nazi” demeye kadar vardı. Şimdi bir ölçüde duruldu. Hollanda’yla “barıştık.” Almanya ile barıştık v.b.

Ve şimdi, son olarak “tam üyelikten vazgeçmedik” mesajı.

Bu ilişki içinde Türkiye tarafını olgunluktan uzak, hatta ergenlik psikozu yaşayan bir delikanlı gibi görürüm. O seçim zamanı zorlamaları filan… Hani, sivilce çıkaran, aynı zamanda ha bire olur olmaz maraza çıkaran, kapıları çarparak çıkan, sonra da “Kimse beni sevmiyor! Ben onlara ne yaptım?” diye bunalıma giren on altı, an yedi yaşlarında çocuklar vardır ya…

Tabii bu tahterevallinin öbür ucunda oturan “olgun” Avrupalıları haklı çıkarmaya yetmiyor. “Ayrıcalıklı ortaklık” diye olmadık bir kategori icat eden Merkel ya da bu kadarcık bir “nezaket dili” kılıfına da ihtiyaç duymayan Sarkozy’nin tavırları da onaylanır cinsten değildi, son derece sinir bozucuydu v.b…

Onların bu tavırlarının nedeni düpedüz önyargıydı. Önyargının büyük bir kısmı kendi halklarının önyargısı, “Türkler gelirse!” korkusu muhtemelen; ama bir kısmı da bizzat kendilerinin benimsemedikleri ideolojiye, izledikleri siyasi çizgiye içkin önyargılar.

Bugünün dünyasında “Sizi içeri alamayız, çünkü siz Türk’sünüz” demenin de sakıncaları var. Bunları söyleyenleri nitelemek için söylenen sözler Sarkozy’nin bile işitmekten hoşlanmayacağı şeyler. Dolayısıyla “Siz Türk’sünüz” demediler. “Eksikleriniz var” dediler. Dediler ve bunların giderilmesi için hiçbir şey yapmadılar.

O zaman gerekeni biz yaptık. Yani bu anlattığım şekilde davranan kişileri haklı çıkarmak için ne gerektiyse yaptık. “Bakın, biz dememiş miydik? Bunların bir demokrasi kültürü yok” derken onlar, “Demokrasi de neymiş! Ezer geçeriz biz onu!” diye meydan okuduk, okumaya da devam ediyoruz. “Başkanlık Sistemi”mizle, Hukuk Sistemi”mizle, “Bağımsız Yargı”mızla.

Ama tam üyelikten de vazgeçmeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız