26 Ocak 2016

Adını ne koyarsanız koyun, gül güldür

Bu gibi rejimler bir defa kuruldu mu kurtulmak kolay değildir. Herhangi bir İranlıya sorabilirsiniz.

1979 İran’da halk Şah’ı devirdi ve yönetimi din adamlarına devretti.  

İslam Cumhuriyeti adında bir din rejimi kuruldu. Cumhurbaşkanını ve meclisi halk seçiyordu ama son söz mollalardaydı.

Devrimden birkaç ay sonra bir grup muhafazakar öğrenci zorla Tahran’daki Amerikan Elçiliği’ne girdi ve elçilik personelini iki yıl kadar rehin tuttu. Bu olay İran’ın uluslararası toplumun dışına itilmesinin başlangıcı oldu.

Devrimden sonra bir grup öğrenci Amerikan Elçiliği’ne girdi ve personeli iki yıl kadar rehin tuttu. Bu olay İran’ın uluslararası toplumun dışına itilmesinin başlangıcı oldu.1980’de, İran,  sudan bir sebeple komşusu Irak’la sekiz yıl süren bir savaşa tutuldu. Her iki taraftan yüz binlerce insan hayatını kaybettikten, savaşın neden başlamış olduğu unutulduktan, hiç bir taraf istediğini elde etmeden barış oldu.

Mollalar rahat oturmadılar. Dini ideolojilerini ihraç etmeye giriştiler,  terörist örgütlere arka çıktılar ve amacı belli olmayan bir nükleer program başlattılar. Uluslararası toplum, Washington’un öncülüğünde İran’a sıkı bir ekonomik ambargo uyguladı.

Ekonomi tarumar oldu. Dünyada petrol rezervi olarak dördüncü, gaz rezervi olarak ikinci olan İran süratle yoksullaştı. Tahran’da benzincilerin önünde araç kuyrukları oluştu. Türkiye’den rafine edilmiş petrol ithal edildi.

Rahatı yerinde olan mollalar ve ülkenin ekonomik hayatında hakimiyet kuran Devrim Muhafızları’nın kurduğu din devleti aslında halis bir polis devleti ve sömürü düzeniydi. Hukuk devleti, özgürlükler kayboldu. Sayısız insan asıldı. Halk ezildi.

2013’te, nispeten daha ılımlı olan ve reform vadeden bir din adamı, Dr. Hasan Feridun Ruhani cumhurbaşkanı seçildi.  Ruhani Washington ile konuşmaya başladı ve sonuçta nükleer programdan vazgeçilmesi karşılığında on gün önce İran’a uygulanan ambargo kalktı.

Otuz beş yıl yalnızlığın kutuplarında yaşadıktan sonra, İran başladığı yere geri döndü. Ama mollaların boyunduruğundan kurtulması, liberal bir düzene kavuşması hala uzak bir hayal.

Demokrasinin faziletlerinden biri hükümetlerin yaptığı hataları düzeltmeyi kolaylaştırmasıdır.

Diktatörlükler bıçak kemiğe dayanmadan yanlıştan dönemezler. Bunun İran dışında çağımızdaki iki klasik örneği Rusya ve Çin’dir. Bu ülkelerin, koyu diktatörlükle komünizmin öldürücü bir kokteyl olduğunu anlaması yarım yüzyıldan fazla zaman aldı.

Türkiye’deki resmin tamamına bakınca görülen şudur:

AKP’nin iktidara gelmesi İran’da mollaların, Rusya ve Çin’de komünistlerin yönetimi devralmasına benzeyen köklü bir değişimdir. Hükümet değil rejim değişikliğidir.

Çarlık Rusya’sı ne kadar Putin’in rejiminden farklı ise, Erdoğan’ın Türkiye’si de Demirel’in veya Ecevit’in Türkiye’sinden o kadar farklıdır. Türkiye’nin adı değişmedi. Ama 1923’ten başlayan ve sendeleyerek de olsa demokrasiye doğru yol kat eden idare şekli adı konmamış bir otoriter din devletine doğru yön değiştirdi.

Shakespeare’inin dediği gibi, “Adını ne koyarsanız koyun, gül güldür.”

AKP kurulduğunda amaç bu muydu - ya da AKP’yi kuran herkesin amacı bu muydu?  Yoksa kervan yolda mı düzüldü?  Belki bir gün öğreniriz.

Ama, başlangıçta amaç ne olursa olsun bu gibi rejimler bir defa kuruldu mu onlardan kurtulmak kolay değildir. Herhangi bir İranlıya sorabilirsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları

Ağustos böceklerini güldürdüm

Bağırıyorum ama beni bahçede bağırışan ağustos böceklerinden başka duyan yok

Karar ver KKTC kardeş, açılıyor musun açılmıyor musun?

KKTC hükûmeti ise ülke turist akınına uğrayacakmış gibi davranıyor ve herkes için –ziyaretçiler, oteller ve uçak şirketleri– hayatı kolaylaştıracağına zorlaştırıyor