04 Mart 2016

Türkiye'nin 'gri'yi yönetememe zafiyeti

Keşke siyasetin bize dayattıklarına farklı bakabilen aydın ve entellektüel sayımız artsa

Büyük huni biçiminde öğütücü bir makina düşünün. Üst kısmı olabildiğince geniş, alt kısmı ise dar mı dar. Şimdi Türkiye’deki dış politika, güvenlik, eğitim, sağlık, siyaset, sivil toplum, akademik ve dahi aklınıza gelebilecek her türlü alandaki aktör, yapı, süreç, olgu, olay ve ilişkiyi bu öğütücünün üst kısmındaki geniş boşluktan içeri atın ve makina otomatik çalışmaya başlasın.

Gır gır gır gırr............

Gözünüz merakla en alttaki o daralmış delikten ne çıkacağında değil mi? Merakla beklediniz ama sonuçta çıkan şey ya ‘siyah’ ya da ‘beyaz’; ya ‘1’ ya da ‘0’; ya mutlak doğru ya da mutlak yanlış; ya iyi ya kötü; ya güzel ya da çirkin. Bu makina hayattaki tüm mümkünatları ve olasılıkları öğütüyor da öğütüyor, çalışıyor da çalışıyor. Makinadan gelen o çalışma sesi, gürültü patırtı sizi umutlandırdıkça umutlandırıyor. Ama ne yazık ki çıkan ürün sesle tam da tezat. “Bu kadar gürültü patırtıdan sonra bu mudur sonuç?” diyen, beklentisi ile gerçek arasında hayal kırıklığı yaşayan bir çocuk misali üzüntü içinde ayrılıyorsunuz oradan. Elinizdeki mi? İki mümkünata indirilmiş bir hayat. ‘O kapanla’ ‘bu kapan’ arasındaki sıkışmışlık hissi ve ondan kaynaklanan umutsuzluk.

Bu öğütücü ne mi? Türkiye’nin siyaset makinası. Üst kısmı o kadar geniş ki sivil toplumdan, üniversiteye, medyadan dış politikaya, sağlıktan eğitime, yargıdan  günlük pratiklere kadar hayatın her alanına nüfuz ediyor. Bu nedenle üst kısmı geniş mi geniş, kendisi görkemli mi görkemli, öğütme süreci anında çıkardığı ses de muazzam mı muazzam. Etkiliyor sizi. Ama günün sonunda elinizde kalan 90’ların siyah-beyaz televizyonunda seyrettiğiniz o donuk, içi geçmiş ve bozuk görüntü gibi. Ama bu siyaset makinasının çıkardığı ‘çıktı’daki görüntü daha da kötü çünkü bu makinada iki renk var. Siyah ve beyaz. Hayattaki her renkteki olgu, olay, aktör, süreç, yapı ve ilişkileri sadece siyahla veya beyazla görmek zorunda olduğunuz bir dünya düşünün. Ve size tercih hakkı sunuluyor. Ya siyahı ya da beyazı seçebilirsin. Ya o taraftasın ya da bu tarafta, ya ‘yeminli yandaş’sın ya da ‘yeminli karşıt’, ya tapacaksın ya da şeytanlaştıracaksın, ya hep doğru diyeceksin ya da hep yanlış...

Şimdi bu görüntü bulanıklığı ile çevrenizdeki meseleleri algılamaya ve yorumlamaya çalışın. Başarabilir misiniz?

Örneğin içinde grinin olmadığı bu televizyondaki görüntü ile Suriye’ye bir bakın. Mesela PYD’ye odaklanın. Size sunulan mümkünat listesinde PYD hakkında ya siyah ya da beyazı seçme hakkınız var. Bırakın diğer renkleri ‘gri’yi bile seçme hakkınız yok. Çünkü dedik ya makinanın sorunu hayatı iki mümkünata indirmesi. Ya siyah ya beyaz; ya doğru ya yanlış; ya 1 ya 0; ya iyi ya kötü. Peki gerçek durumda PYD gri ise. Yani örneğin 1 de değil ama 0 da değil, PYD  0.6 ise mesela. Veya ne Türkiye için ne ‘mutlak düşman’ ne de ‘mutlak dost’, bazı özellikleri ile düşmanlaştırılması gereken ama bazı özellikleri ile de kazanabilecek ve dönüştürülebilecek bir aktörse. İşte PYD hakkındaki ‘siyah’ mı ‘beyaz’  mı tartışmaları aslında onun yönetilmesi gereken bir ‘gri’ olduğu gerçeğini siler süpürür. Siz de griyi analiz edip anlamaya çalışmak yerine, onun ya siyah ya da beyaz olduğuna iman edersiniz. Bu günlerde Türkiye’de inanmak yani bir şeyin siyah ya da beyaz iman etmek, griyi anlamaya çalışmaktan ne kadar da kolay.

Veya Ankara ile PKK’nın bizi içine düşürdüğü ‘çatışma’ dinamiğine bir bakın. Ama ‘terörist’  veya ‘özgürlük savaşçısı/gerilla’ ikilemine düşmeden. Yani size hazır sunulan ve iman etmeniz istenen siyaha ve beyaza kanmadan. Bu çatışma dinamiği de gri. İçinde Ankara’nın doğru ve yanlış yaptıkları olan, Kürt siyasetinin de haklı ve haksız olduğu yanlar olan, PKK’nın eskiye nazaran farklılaşan stratejilerini ve önceliklendirmelerini kapsayan, içinde ‘kadrolu teröristlerle’ ‘kazara teröristlerin’ ve bunların yakınında olan 70 yaşındaki amcalarla, 50 yaşındaki teyzelerin olduğu, kundaktaki bebeklerin öldüğü, yanan camilerin kimin yaktığının belli olmadığı, duvarlara yazılan yazıların ilginç anlamlar taşıdığı tamamen gri bir süreç şu an yaşadığımız bu çatışma süreci. Ama ne yazık ki biz o siyaset öğütücüsünün bize sunduğu “siyah mı beyaz mı? Seç!” dayatması nedeniyle bu sürecin aslında gri olduğunu kabul etmeden süreci siyahlar ve beyazlar üzerinden tartışıyoruz.

Veya medyaya bir bakın... Size sunulan haber ve yorumlara. Ya ‘beyaz’a iman ederseniz her şey ‘başarı hikayesi.’ Yükselişteyiz ve uçuyoruz. Her alanda dünyada ilk 5’te olan bir ülkenin şanslı vatandaşlarıyız. Tam bir Alice Harikalar Diyarı’nda modu... Her şey masalımsı ve tıkırında. Ya da ‘siyah’a iman ederseniz her şey tam bir ‘fiyasko.’ Çöküyoruz, öldük bittik ve yandık. Yani neredeyse kapatalım  dükkanı gidelim buralardan seviyesindeyiz. Her şey kötü, her süreç, aktör, olay, olgu ve ilişki kategorik siyah.

Sosyal medyadaki capslere bakın... Hani şu iki fotoğrafla “hayaller ve gerçekler” şeklinde verilen son dönemin modası olan capsler. Bu capsler bize hayatımızdaki siyahın ve beyazın tezatlığını gözümüze çarpıyor. Ama ne yazık ki bir ağlanacak halimize gülüyoruz. Dikkat ettiniz mi bu tarz capsler sadece Türkiye’ye, yani bize özel. Ben bu tarz bir mizah kültürüne diğer dillerde ve ülkelerde pek de rastlamadım...İşte mizah kültürümüz bile giderek yazımın girişindeki bu siyaset makinasından beslenir hale geliyor. Ülkemiz ya beyazların (hayaller) ya da siyahların (gerçekler) ülkesi haline gelebiliyor. Farklı mümkünatlara yer yok. Siyaha ya da beyaza inanmayı kolaylaştıran ama ‘gri’yi anlamayı zorlaştıran bir siyaset makina bizimkisi.

Türkiye giderek hayata akademisyenlerin/entellektüellerin bile yeminli beyazcılık ve yeminli siyahcılık çizgisinden baktığı bir yer olunca biz de her türlü konudaki anlama/kavrama ve analiz/sentez yeteneklerimizi ‘otomatik pilota’ alıyoruz. Nasıl olsa hayat dikotomik. Ya beyazı seç ve yeminli beyazcı ol, ya da siyahı seç ve yeminli siyahçı ol. Bırak makinaya kendini o sana hazır otomatik açıklamalar sunsun, seni kategorik yorumlarla beslesin.

Bu satırları size Kazakistan’ın başkenti Astana’dan yazıyorum. Dünyadan pek çok uzmanın katıldığı ve IŞID’i anlamaya çalışan uluslararası bir çalıştaya davetliyim. Dedim ya burada amaç anlamak. Tam da bu nedenle “IŞID eşittir Hristiyan Batı’nın İslam dünyasındaki mızrak ucudur”  veya “IŞID eşittir ABD’nin ve İsrail’in akıllı tasarımıdır” veya “IŞID eşittir Rusya’nın araçsallaştırdığı şımarık bir çocuktur” tarzındaki kategorik açıklama ve yorumlara kaçmadan gri bir aktör olan IŞID’i tartışıyoruz, anlamaya çalışıyoruz, farklı yaklaşım ve yorumları dinliyoruz.

Ne yazık ki önümüzde bir tanker misali tam gazla üzerine gittiğimiz ve çarpışmamız mukadder (umarım kafadan çarpmayız ve yandan sürterek teğet geçeriz) bir Suriye buzdağı, Güneydoğu’da da hala devam eden çatışmalar ve anayasa-başkanlık tartışmaları gibi 3 gri kriz süreci bizi bekliyor. Ama biz bu süreçlerin ya mutlak siyahlığına veya mutlak beyazlığına iman derecesine inanmışız ki aslında her birinin yönetilmesi gereken GRİ olduğu gerçeğinden çok uzağız. İşte bu renk körlüğü beni çok endişelendiriyor. En fazla endişelendirense topluma yol gösteren ve ışık saçan ikaz lambaları olan aydınların/entellektüellerin, siyah/beyaz dayatmasını topluma yayan ve tam da bu nedenle yazının başındaki siyaset makinasının en başat aktörleri haline gelmesi.

Ne yazık ki aydınlarımız ve entellektüellerimiz yeminli siyahçı ve yeminli beyazcı bölünmesi ile topluma şu karmaşık dünyada her aktör, süreç, yapı ve ilişkinin gri olduğu ve ‘gri’nin yönetilmesi gereken bir alan olduğu gerçeğini çok da iyi anlatamıyor. Türkiye’deki bu entellektüel kurumanın bırakın renk yelpazesindeki diğer renklere (mümkünatlara) ‘gri’ye bile tahammülünün kalmadığını görmek ne acı...

Keşke siyaset makinasının bize dayattığı ‘yeminli siyahçı’ ve ‘yeminli beyazcı’ kimliklerinin ötesinde farklı mümkünatların da arayışında olan, durumsal farkındalığı yüksek, oksijen geçirgenliği fazla, analiz yapabilen, meselelere analitik ve objektif bakabilen aydın ve entellektüel sayımız artsa da en azından şimdilik gri rengin de var olduğunu bas bas bağıran 3’ncü bir yaklaşım toplumda büyüse. Bari bu sayede hayatı ‘siyah-beyaz televizyonlarda’ izleyip, anlamlandırmaya çalışmaya bile razı oluruz. Çünkü gri’nin mucizevi etkisi sayesinde mutlak siyah biraz beyazlaşır, mutlak beyaz biraz siyahlaşır. Tam da o zaman gri ortaya çıkar ve grinin tonları hakkında söz (diyalog) ve yapıcı tartışmalar başlar.

Umarım ABD, Rusya ve İran gibi aktörlerle aşık attığımız Suriye krizi ve yeni dinamiklerle şekillenen Güneydoğu’daki çatışmalar aslında hayatın gri olduğu gerçeğini yüzümüze çarpmadan biz bir an önce gri renginin varlığının farkına varır ve tonlarını tartışmaya başlarız.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye politikasızlığımızın artan maliyeti: Peki çözüm ne?

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?

Fırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var?

Soçi’deki zirvede ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin bir şey almadan Tel Rifat’ı bize vermez. Bölgede, yani Fırat batısında ABD’nin ne hava sahasında ne de karada etkisi var; muhatabımız Moskova

Suriye, İdlib, TSK'dan istifalar ve tarihe bir not

İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?