09 Ocak 2016

‘Kopya milliyetçilikler’ kıskacı ve ‘ruh ikizi düşmanlar’

Bu çatışmalarda aslında hepimiz kazanamazsak hepimiz mağlup olmuşuz demektir

Bazı Kürtlerdeki ‘mekânsal bağımsızlık’ hissi ile bazı Türklerdeki “kork ve mekânsal abine itaat et’ hissi birbirini yiyen iki etnik yılan.  Şimdilik hangisinin hangisini yediğini söylemek güç ama aslında her ikisi de hem “ötekini” besliyor hem de ötekinden besleniyor. Bölgemizde Reelpolitik giderek acı tadını hissettirirken acilen Kürt’le Türk’ün birbirine iyi geldiği günlere kavuşmamız gerekiyor. Bunun içinde hem Türkiye’de hem de bölgede ‘ortak ve eşitçe’ bir gelecek tasarımı yapmamız şart. Her iki kesimde de sesleri giderek yükselen ‘Ayrılalım’cılara sorum basit: Aynı mekanda küs de olsa ‘kardeş’ bile kalmayı başaramayanlar, farklı mekanlarda iyi komşu olabilirler mi?

Hep diyorum ya ‘Terör bir eko-sistemdir ve hepimiz onun parçasıyız.’ Bu yaklaşımda kritik kelime Mimetik İzomorfizm. Ne mi demek? Siyaset bilimindeki kurumsalcı teorilerde geçen bu kavram. Bir başka yapıyı kendisine ‘öteki-düşman’ seçen bir yapının zaman içinde giderek ötekisi-düşmanı seçtiği diğer yapının yöntem-taktik-pratik paketini kopyalaması ve ondan kopyalaya kopyalaya giderek ötekisine ‘benzeşmesini’ ifade ediyor. Somut örnekle açıklayalım. Mimetik İzomorfizm modern dünya ordularının temel dönüşüm kaynağıdır. TSK gibi modern dünya orduları modernist paradigmanın ürünü, standartlaştırma, homojenleştirme üzerine kurulu hiyerarşiyi, disiplini, amirlere ve emirlere mutlak itaati gerekirse ‘kutsal dava’ için canını feda etmeyi amaç edinen sert yapılardır. Arşive ve geleneğe sıkı sıkıya bağlı ve hep bir önceki savaş için hazırlanan modern orduların kendilerini dönüştürmek ve yeni duruma adapte olabilmek için uyguladığı en önemli yöntemdir mimetik izomorfizm. Yani düşmanı yakından izle, onun her adımını takip et, ne yaptıysa kopyala, onun gibi taarruz et, onun gibi savun, onun gibi eğitim yap, onun gibi yat, onun gibi kalk. Neticede bir süre sonra bir de bakmışsınız ki bir modern dünya ordusu belki de hiç fark etmeden düşmanının tüm taktik-teknik-pratiklerini kopyalamış yani kısaca tam da düşmanı olup çıkıvermiş.

Şimdi mimetik izomorfizmi önce bir Kürt-etno milliyetçiliğine ve onun ‘ötekisi’ bildiği Ortodoks Türk milliyetçiliğine uyarlayalım. Bakalım ortaya ne çıkacak?

Aslında son asırda Kürt etno-siyaseti bulunduğumuz mekanın altındaki aktif bir tektonik tabaka misali zaman zaman harekete geçerek büyük ölçekli depremlere neden oldu. Genelde hazırlıksız yakalandığımız bu depremlerde çok evler viran oldu, çok canlar yandı, hep depreme kızdık ama evimizi nasıl sağlamlaştırabileceğimize kafa yormadık. En son bazılarının “29’ncu  isyan” dediği ve yaklaşık 30 yıldır devam eden bu sonuncu depremde binlerce canımızı toprağa, milyarlarca dolar öz kaynağımızı dağlara gömdük. Ama, beğenelim veya beğenmeyelim, ‘Çözüm Süreci’ sayesinde, Türkiye ilk kez sosyal, ekonomik ve siyasi enerjisini 30 yıldır emen “ölme ve öldürme” üzerine kurulu depremin ürettiği şiddet sarmalından kurtulma imkanı yakalamıştı. Çözüm sürecinin en net başarısı artık Kürt kardeşlerimizin demokratik hak taleplerini ölümler üzerinden değil de siyasi zeminlerde konuşabilir hale gelmemiz oldu. Artık Türkiye’de “kim, ne der?” hesabı yapmadan herkes memleketimizin geleceğine yönelik kendi düşüncelerini korkmadan, çekinmeden konuşabiliyor ki bana göre bu bir psikolojik eşiğin aşıldığını gösteren olumlu bir aşamaydı. Şimdi hep beraber bu sürecin canına kıymaya çalışıyoruz.

Şimdi Kürt etno-milliyetçiliği ile Ortodoks Türk Milliyetçiliği arasındaki karşılıklı mimetik izomorfik etkileşime yoğunlaşalım.

Bu yaklaşımda bir varsayımım ve bir temel tezim var.

Varsayımım şu: Etnik Kürt milliyetçiliği ilginç şekilde; hem “söylem” (Kürt siyasetçilerin Kemalizm’i andıran sert seküler söylemlerini hatırlayın) hem “semboller (yaratılan Öcalan miti ve Mustafa Kemal mitini hatırlayın. Öcalan’ın resim, heykel ve rozetlerine gösterilen saygı ilginç şekilde Öcalanizm’i Kemalizm boyutuna taşıyor) hem de “yöntemler” açısından   (Kürt siyasetinin geliştirdiği totalize edici, hiyerarşik ve kategorik temalar barındıran, özgürleşmeyi ve birey olmayı kısıtlayan belediyecilik ve siyaset anlayışını hatırlayın). Türk milliyetçiliği ne yaptıysa onu yapıyor. Yani Kürt etno-milliyetçiliği ötekisi seçtiği Ortodoks Türk milliyetçiliğini taklit ediyor, stratejilerini ve yöntemlerini kopyalıyor. Gregory Jusdandis, herkese okumasını tavsiye ettiğim The Necessary Nation kitabında “Gecikmiş Milliyetçilikler” adında bir kavramdan bahseder. Bana göre Kürt etno-milliyetçiliği, tam da Jusdanis’in tanımladığı gibi 19.yy proto milliyetçiliği şeklinde doğmuş, ancak 20.yy’da kendini geliştiremeyip moderniteyi ıskalamış ve 21.yy’a taşmak zorunda kalmış bir “geç modernite” milliyetçiliğidir. Bu nedenle bir aşk-nefret ilişkisi misali kendine ötekisi seçtiği Ortodoks Türk milliyetçiliğini taklit etmekte, stratejilerini, yöntemlerini kopyalamaktadır. Kısaca bu iki mutant milliyetçilik türü arasındaki bu aşk-nefret ilişkisini kurumsal açıdan kopyalamaya dayanan bir benzeşme olarak tanımlamak mümkün.

Tezim ise şu: Şu anda ‘Kürt birey’ ile ‘Türk birey’ arasında giderek sağlıksız ve etnik zemine kaydığını görerek endişelendiğim ‘BEN-ÖTEKİ’ ilişkisi bu hali ile sağlıksız yükselişini sürdürürse aynı anda ülkenin doğusundaki “beklenti” ile batısındaki “endişe” tam olarak yönetilemez. Bu da aslında birbirinden beslenen bu iki mutant milliyetçiliğin kısa zamanda tokuşması anlamına gelir.

Ben şu anda ‘Çözüm Sürecinin’ ölmediğini ve şu anda ağır bir ameliyat için masada olduğunu düşünenlerdenim. Ancak dışarıda bekleme odasında iki tip vatandaş var. Biri “Kürtlüğü“ temsi ediyor. Hem kültürel hem siyaseten ‘etnik uyanmış’ Kürt birey şu ana kadarki kazanımları ve ameliyatın iyi geçeceğine olan güveni tam şekilde bekleme odasında mutlu bir gelecek için her geçen an istek ve beklentileri artıyor. Yani hastanın ayağa kalkıp, güç kuvvet bulacağı güzel günlerin hayalinde. Diğeri ise kendini “Sünni Türk” hisseden birey ki bir karamsarlık, “korku ve endişe” ile hem kendinin hem de toplumun ve ülkenin yarınından umutsuz. En büyük temennisi hastanın masada kalması. Aslında Kürt kardeşimin kafasındaki “beklenti” ile Türk kardeşimin kafasındaki “korku ve endişe” birbirini yiyen iki mitolojik yılan misali hem “ötekini” besliyor hem de ötekinden besleniyor.

O halde yapılması gereken ne? Aslında çok basit. Şayet varsayımımı doğru kabul ediyor ve tezim size mantıklı geliyor ise o zaman yapılacak ilk şey “geç modernite” ürünü olan ancak hala kendisini 20.yy’da yaşıyor zanneden Kürt etno-milliyetçiliğinin “ehlileştirilmesi” ve 21.yy’da yaşadığımızın kendisine “nazikçe” hatırlatılması. Kısaca zamanın ruhuna uygun ve daha “civic ” bir hale getirilmesi. Ancak bunun için de önce söylem, sembol ve yöntemlerini kopyaladığı Ortodoks Türk milliyetçiliğinin dönüşmesi gerekiyor.

Bakın şimdi size Kürt ile Türk arasındaki mimetik izomorfizm’in nasıl da  ürpertici bir şey olduğunu açıklayayım. Dedim ya ‘eli silahlı olanlar’ yaptığı iş gereği mimetik izomorfizmi en iyi yapanlardır. Çünkü ölmemek için düşmanlarını kopyalarlar, ona ‘benzeşmeye’ çalışırlar. Türkiye’yi sonsuz şimdinin içine hapseden temel dinamik şu anda Güneydoğu’daki çatışma dinamiği. Sizce çatışmanın tarafları olan devletin güvenlik güçleri ile PKK’lılar ve onlara destek olan YDG-H’liler arasında bir mimetik izomorfizm yok mu? Hem saha gözlemlerim hem de sosyal medya analizlerim bana bunun olduğunu söylüyor.

Öncelikle bilmem farkında mısınız ama çatışma olan yerlerde Ortodoks Türk Milliyetçiliğinin de Kürt etno-milliyetçiliğinin de giderek ‘militerleştiğini’ söylemem gerekiyor. Önceleri taş atan çocukları, sokak gösterilerini, kriminal sınırlar içinde kalan aktivist şiddeti konuşurken şu günlerde tankları, topları, ağır zırhlı araçları, büyük kuşatmaları, sistemik hale gelen EYP eylemlerini, pusu bölgelerini, roket saldırılarını konuşuyoruz. Buram buram milliyetçilik kokan sokaklardaki çatışmalardaki şiddetin türü ‘militer şiddet.’ Acaba sosyal medyada gördüğüm polis özel harekat personeli ile YDG-H’li gençlerin yüzlerine aynı ‘iskeletor’ maskesini takmasının nedenini hiç düşündünüz mü? Veya örneğin YDG-H’li gençlerin ele geçirdikleri polise ait teçhizatları aynen güvenlik güçlerinin yaptığı gibi sergilediğini gösteren fotoğraflar? Veya buram buram etno-milliyetçilik kokan duvar yazıları. Aslında ‘kork ve Türk’e itaat et, yoksa tepene bineriz’ temalı yazılar ‘Kürt’ün gücünü göreceksin ve bedelini ödeyeceksin’ temalı yazılara ne kadar da benzer. Silahlı pozlar, çatışma alanlarındaki ‘fetih’ ve ‘direniş’ fotoğrafları. Aslında hepsi birbirinin aynısı. Bir ‘benzeşim’ söz konusu. Son olarak ‘din’ teması. Enfal suresinden bir ayetle basılan Joy Stick (Zevk Çubuğu) butonu ile vurulanlara karşılık cami minaresinden yayını yapılan PKK marşları. Aslında bir çatışma pratiği olarak ne kadar da benzer sembolik temalar. Peki ya medya. Medyada da yaşananlar güzel bir mimetik izomorfizm örneği. Hem Ortodoks Türk milliyetçiliğini hem de Kürt etno-milliyetçiliğini besleyen aynı ırkçı dil şu anda medyaya hakim. İddia ediyorum: ‘o taraftaki’ X gazetesindeki köşe yazısını ‘bu taraftaki’ Y gazetesine köşe yazısı olarak sadece içindeki ‘Türk’ ve ‘Kürt’ kelimelerini değiştirerek basabilirsiniz. Veya 10 dk.lık bir edit işi ile bir ‘Fetih’ haberini bir ‘Direniş’ haberine çevirebilirsiniz. Bu kadar mı benzerlik olur?

Aslında meseleyi şu basit cümle ile bitirelim. Her ne kadar etno-milliyetçilikler boyutunda birbirimizin giderek ‘MİLİTERLEŞEN ÖTEKİSİ’ olsak da aslında aynı çatışmada bir elmanın “iki yarısı” veya aynı şiddet sarmalındaki “RUH İKİZİYİZ.” Tam da bu nedenle bu çatışmayı her iki kesimde de ‘zafer veya mağlubiyet’ olarak kodlayanlar çok yanılıyor. Neden mi? Çünkü bu çatışmalarda aslında hepimiz kazanamazsak hepimiz mağlup olmuşuz demektir.

       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye politikasızlığımızın artan maliyeti: Peki çözüm ne?

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?

Fırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var?

Soçi’deki zirvede ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin bir şey almadan Tel Rifat’ı bize vermez. Bölgede, yani Fırat batısında ABD’nin ne hava sahasında ne de karada etkisi var; muhatabımız Moskova

Suriye, İdlib, TSK'dan istifalar ve tarihe bir not

İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?