02 Şubat 2014

Türkiye'nin Muzaffer'i ABD’nin Sherif'i

Muzaffer Şerif/Sherif toplumumuzun bugün bulunduğu sıkıntılı yapı içerisinde sosyal bilimlerin önemini yıllar öncesinden kavramış bir bilim adamı olarak dikkat çekiyor

Toplumsal yapımıza eleştirel bir gözle baktığımızda Doğu’yla Batı arasında, gelişmişlikle gelişmemişlik arasında kalmanın, laiklikle dini yaşam arasında kalmanın, açlıkla tokluk arasında kalmanın kısacası ikilemde kalmanın sıkıntısını yaşarız. Herşeyi sadece siyah veya sadece beyaz olarak değerlendirerek yaşıyoruz toplum olarak. “Bu bağlamda sosyal bilimler çalışanların karşısına çıkarılan dayatmalar, diretmeler, kurallar, standartlar ve memleketin bekası için belirlenen kanunlar karşısında aydınlar küstürülüyor, susturuluyor, sürgün ediliyor ya da daha kötüsü, öldürüyorlar.” Aydınımızın başına hiçbir şey gelmese bile dinlenilmiyor trajikomik bir şekilde.

Toplumsal yapımızı anlamak, çözümlemek ve bu yapıya uygun çözümler üretebilmek için siyasetin mikrofonu biraz da aydınlara uzatması doğru olacaktır. Bugünkü yazımızın konusu bir sosyal bilimci daha doğrusu toplum içerisinde bireylerin yapısını inceleyen bilim dalı olan Sosyal Psikoloji’nin kurucularından biri üzerine. Doğarken kendisine verilen isimle Muzaffer Şerif Başoğlu veya ölürken tercih ettiği şekliyle Muzaffer Sherif yazımızın konusu.

“1906 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğan, önce Amerikan Kolejini ardından İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitiren Şerif, lisansüstü eğitimini Harvard Üniversitesinde tamamlıyor. “Toplumsal Kuralların Psikolojisi” başlığıyla sunduğu doktora teziyle adından söz ettiren Muzaffer Şerif, yaptığı çalışmaları yetiştiği topluma sunmak amacıyla ülkesine dönüyor. 1940’lı yıllarda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Felsefe Psikolojisi Doçenti unvanıyla dersler vermeye başlıyor.”

Dönemin, dönemimizin veya en doğru ifadeyle ülkemizin değişmeyen malum gidişatı karşısında psikolojiden toplumsal yapıya odaklanan bir çalışma seyri izliyor yapıtlarında Şerif. Sertan Batur’un ifadesiyle; “Muzaffer Şerif aslında Tanzimat’ta ortaya çıkan ve günümüze kadar varlığını devam ettiren bir aydın geleneğinin parçasıdır. Bu geleneğe göre bilim, felsefe ve sanat ancak siyasal olana müdahale ettikleri sürece anlamlıdırlar. Bilim toplumunun ilerlemesine hizmet etmelidir. İlerleme ise çağdaşlaşmayla eş anlamlıdır. Muzaffer Şerif’in Türkiye dönemi yazılarının konuları çok çeşitli olsa da bu yazılarının çoğunun altında toplanabileceği üst başlık çağdaşlaşmadır. Bu bir rastlantı değildir. Çağdaşlaşma ya da çağdaşlaşamama meselesi günümüze kadar Cumhuriyet aydınlarının temel sorunudur.”

Yine Sertan Batur’dan alıntılayacak olursak; “Muzaffer Şerif’te halkın batılılaşmış aydınlar ya da bürokratlar eliyle yukarıdan aşağıya çağdaşlaştırılması gibi bir elitist düşünce vurgulu değildir. Muzaffer Şerif ve Behice Boran’ın öncelikle halkın yaşam gerçekliğinin tanınması, sömürü ilişkilerinin ve toplumsal yapının saptanması ile işe başlamak istemelerinin arkasında bu vardır. Toplumsal yapının değişmesinin, çağdaşlaşmanın koşulu olduğunu düşünürler. Dinsel hurafelerin, ağaların, sultanların, şeyhlerin sömürüsünden, karanlık fikirlerden kurtulmuş olan ve teknolojik gelişme olanaklarını bulan halk kendi çağdaşlaşma dinamiklerini de geliştirecektir.” Batur’un Şerif hakkında yaptığı tespit günümüzde toplumumuzun yapısına ilişkin önemli bir sorunu da işaret ediyor. Aydınla halkın arasında yaşanan kopukluk, halkın farklı bir makamdan türküsünü çığırırken aydın kesimin “bu ülke neden hâlâ böyle” sorusunun anlamsızlığını da açığa çıkartıyor.

1930’lı yıllar Nazi Almanya’sının yükseldiği, I.Dünya Savaşı’nın sonucunda yok olan milyonlarca insanın yasının tutulduğu yıllardır. Dünya yeni bir toplu savaşa (katliama) karşı önlem alınabilir mi sorusuna cevap aramaktadır. Günümüzün Birleşmiş Milletleri’nin ya da o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti’nin kurulma sebebi bu soruya yanıt ve bu soruna çare bulmak amacıyladır. 1940’lı yıllarla beraber dünya ikinci kez bir savaşın içerisinde kendisini bulmuş, ülkemiz bir yandan bağımsızlığını koruma telaşındayken öte yandan komünizmi bir tehdit olarak görmekte ve bu konuda en sert tedbirleri alma telaşındadır. Bu tedbirler doğrultusunda Turancılık karşıtı yayınları nedeniyle göz altına alınan Şerif hapis yatar. 1945 yılında serbest kalan bilim adamı Princeton Üniversitesinden aldığı teklifi de değerlendirerek ülkeden uzaklaşmaya karar verir.

Çalışmalarına ABD’de devam eden Şerif, Princeton Üniversitesinin ardından önce Yale daha sonra Oklahoma Üniversitelerinde çalışır. Grup İlişkileri Enstitüsünü bu üniversitede kuran Şerif, Pennsylvania Park Üniversitesinden emekli olur.

ABD’de Carolyn Wood ile evlenen Şerif’in Sue (yakın arkadaşı Ruhi Su’ya atfen), Joan (Can) ve Ann (An) (Sertan Batur’a göre Hasan Ali Yücel’in çocuklarına atıf olduğu tahmin ediliyor) üç çocuğu olur.  ABD’de yaklaşık 40 yıl süren akademik yaşamı boyunca sosyal psikolojiyle ilgili deneyleri gerçekleştiren bilim adamı, bireyle grup arasındaki ilişkilere yoğunlaşır. Otokinetik ve Robbers Mağarası deneyleri bu alanda önemli deneyler olarak dikkat çeker.

Toplum psikolojisinin temelini ortaya koyan Otokinetik deneyinde, karanlık bir odaya birbirini tanımayan 3 kişi ayrı ayrı konuyordu. Odaya sabit bir ışık veriliyor ve ışığın hangi yöne hareket ettiği soruluyordu. Herkes farklı bir yönü işaret ediyordu. Deneyin ikinci bölümünde ise aynı üç kişi, bu kez grup halinde odaya alınıyordu. Yüksek sesle ışığın hangi yöne hareket ettiği sorulduğunda grup, bir süre sonra aynı yönü işaret etmeye başlıyordu. Üçüncü aşamada ise tek tek konuşulan bireyler ilk görüşlerinden vazgeçip ikinci aşamada grubun belirttiği ortak görüşü yineliyorlardı.

Robbers Cave deneyi ise toplumda ayrımcılık ve ötekileştirme sorununa değinen bir çalışma olarak tarihe geçer. Robbers Cave Milli Parkı’nda gerçekleştirilen deneyde 12’şer kişiden oluşan iki ayrı grup oluşturulur. Bu gruplar ilk önce birbirlerinden habersizdir. Gruplar kendi içerisinde bir hiyerarşik yapı oluştururlar ve alttakiler üsttekilere itaat ederler. Nihayetinde bu iki grup bir araya getirildiğinde grup üyelerinin diğer gruptan olanlara karşı sebepsizce düşmanca davrandığı görülür. Grubun oluşumu, normların yapısı ve grupların birbiriyle çatışması açısından önemli tespitler sunar deney.

Veysel Batmaz’ın yayınladığı Otoriteryen Kişilik ve Uyma kitabında Şerif’in yaptığı çalışmalara yer verilmektedir. Kitaptan alıntı yapacak olursak; “Büyük bir oranla, toplumsallık içindeki karar ve normlarımızı başkalarına bakarak ve otorite zannettiğimiz ve çoğunluk olarak bize çeşitli baskılar kuran veya kurabilen kişilere göre veriyoruz.”

Sonuç olarak Muzaffer Şerif/Sherif toplumumuzun bugün bulunduğu sıkıntılı yapı içerisinde sosyal bilimlerin önemini yıllar öncesinden kavramış ve toplumsal yapıya ilişkin önemli çalışmalar yapmış bir bilim adamı olarak  dikkat çekiyor. Toplumsal sorunlara ilişkin olarak daha fazla araştırma yapılması, kimsenin “ötekileştirilmeden” bir arada yürütülecek çalışmalarla toplumsal yapının çözümlenmesi gerekiyor. Yoksa giderek kendi içerisinde gruplaşan, ayrımlaşan ve birbirine düşmanca davranan gruplardan oluşan toplumsal yapımızın içerisinde barınmak bir gururdan ziyade var olma çabasına dönüşecek gibi görünüyor.

• Yazıya katkılarından dolayı Sertan Batur’a teşekkür ederim.

Muzaffer Şerif’e Armağan

Derleyenler: Sertan Batur, Ersin Aslıtürk

İletişim Yayınevi, İstanbul, 2007

 

Yazarın Diğer Yazıları

Banksy İstanbul’da! Yani?

Evet, Banksy İstanbul'a geldi ve kendisi eserlerinin ücret karşılığında sergilenmesine karşı olsa da sergiyi gezmek ücretli

2015’te Google’da ne aradık, gerçekte ne kaybettik?

Hem gerçek sorunları tespiti hem de sorunlara çözümler geliştirilmesiyle ilgili hem bireysel hem de toplumsal olarak sıkıntılar yaşadığımız aşikar. Belki de bunun sebebini sorgulamamız gerekiyor…

Star Wars VII: Doğru! Hem de hepsi…

Star Wars VII’de eski karakterlerle özlemimizi giderirken bir yandan yeni kuşağın yeni hedef kitlelerin kucaklandığı görülüyor