14 Kasım 2018

Kendi himmete muhtaç dede!

Biri çıkıp, "Orta Doğu'da bugüne kadar desteklediğiniz demokratik ve özgürlükçü yönetimlerin bir listesini verebilir misiniz" diye sorar, verecek yanıt bulamazsınız

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fransa’da yayınlanan Le Figaro gazetesine, 1. Dünya Savaşı’nın bitişinin 100. yıl dönümü nedeniyle bir makale yazdı.
Makalesinde Türkiye’nin AB üyeliği hedefinden vazgeçmediğini söyledikten sonra şunu da ekliyor:

“Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında kitleleri temsil eden demokratik ve özgürlükçü yönetimleri desteklemeye devam edecektir.”

Cumhurbaşkanı’nın bu tür metinlerini kim yazıyor, kim onaylıyor, bilmiyorum.
Ama şunu söylemek zorundayım ki bu metni yazan kimse Orta Doğu ile ilgili bilgilerini yeniden gözden geçirmesinde yarar var.
Sonra birisi çıkar “Orta Doğu’da bugüne kadar desteklediğiniz demokratik ve özgürlükçü yönetimlerin bir listesini verebilir misiniz” diye sorar ve verecek yanıt, listeye yazacak yönetim bulamazsınız.
Pardon, bir tane var: Filistin halkına karşı ırkçı politikalarını sürdürmekle birlikte bölgemizde en azından kendi halkına karşı tek özgürlükçü demokratik ülke İsrail var.
İsrail ile hangi konularda hemfikirler, hangisinde değiller şimdilik bunu bir kenara bırakıyorum.
Ne yazık ki Orta Doğu’da böyle bir ülke yok.
Buna yine en yakını bizim ülkemiz ama biz de hızla o noktadan uzağa gitme arayışı içindeymişiz gibi geliyor bana.
Demokratik ve özgürlükçü yönetimler, basın özgürlüğünü savunurlar, muhalif basına ilan ambargosu için devlet gücünü kullanmazlar mesela.
Ya da bir protesto yürüyüşüne katıldı diye bir hekimi işsiz bırakmayı da düşünmezler.
Her eleştirinin altında hakaret yattığını düşünmek, özgürlükçü ve demokratik rejimlerin adeti değildir.
Bunun için sadece seçim yapmak yetmez. Bölgede seçim yapmayan ülke mi var?
Başka düşüncelerin, fikirlerin ifade edilmesine izin veriliyor mu? Bir uygulamadan memnun olmayanlar, onu protesto etmek için her türlü olanağa sahip mi? Protesto ederlerse başlarına iş açılıyor mu?
Bunlara da bakmak gerekir.
Türkiye eğer Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi bölgemizde özgürlükçü ve demokratik yönetimlerin artmasından yanaysa, önce kendi söküklerini dikerek yola çıkmalıdır.
Atasözümüz bile var: Kendi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede!

***

Osmanlıcı-İslamcıların bir palavrası

Kayseri Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Veysel Aslantaş hakkında, 10 Kasım’da Atatürk için “Türk’ün 1000 küsur yıl tabi olduğu Allah’ın ahkamını ecnebi kanunlarıyla değiştirdi” dediği için soruşturma başladı.
Aslantaş bu fikrini sosyal medyada paylaşmış, mesajının bir yerinde de şöyle diyor:

“Türk’ün 1000 küsur yıl boyunca ilmi, edebi, tarihi, iktisadi, idari, hukuki, fikri, harsi, medeni vs. bütün faaliyetlerini kayıt altına aldığı alfabeyi, ecnebi alfabesiyle değiştirdi.”

Yeni bir şey söylemiyor aslında. “Alfabe değişti, geçmişin kültürel birikimi yok oldu” diye sıkça tekrarlanan bir görüş bu.
Matbaanın Osmanlı topraklarına gelmesiyle, alfabenin değiştirildiği devrime kadar geçen 200 yılda öyle bir kültürel birikim olmuş olmalı ki, alfabenin değişimi ile birlikte bunları kaybetmiş olalım.
Veysel Bey belki hep mimari ile meşgul olduğu için bilmiyor olabilir, ben kendisine söyleyeyim: Eski harfler ile Türkçe basılan eser sayısı 40 bin.
Bunun yaklaşık 20 bini aynı eserlerin tekrar baskısı.
Kalanın 15 bini, ya yabancı dilden tercüme ya da derlemenin derlemesi eserler.
“Monte Kristo Kontu” gibi popüler eserler de var ki gençler bugünün Türkçesiyle de okuyabilirler.
Özgün telif eser sayısı iyi ihtimalle 3-5 bini geçmiyor.
Bu telif eserlerin hemen hepsi daha sonra yeni alfabe ile tekrar yayımlanmış. Dolayısıyla 'ulaşılamayan' bir kültür hazinesi de yok.
Bu, Osmanlıcıların bir palavrası.
İslamcı-Osmanlıcı beylere şunu öneriyorum: Matbaanın topraklarımıza gelmesinden önce el yazması olarak çoğaltılmış önemli eserlerin sayısı çok değil. Bu kadar önemli eserler varsa neden bunları günümüz Türkçesiyle bastırmayı denemiyorlar?
Devletin bütün kültür kurumları ellerinde, büyük olanaklara sahipler.
Neden palavralar ile vakit geçiriyorlar da bu 'önemli eserleri' genç kuşaklar da öğrensin, gelecek kuşaklara da kalsın diye bastırmıyorlar?

***


Önce gazetelerinizi fabrika ayarlarına döndürün

Demirören Medya Holding İcra Kurulu Başkanı Mehmet Soysal, Milliyet’teki köşesinde “medyanın darağacına doğru yürümekte olduğunu” yazdı.
Soysal, okuyucu ve izleyici sayısının azalmasının nedenlerinden biri olarak “medyaya olan güvenin azalmasını” saymakla birlikte asıl suçu internet medyasına atıyor.
“İnternet medyasına dur diyen yok” diyor.
İnternetin yaygınlaştığı, akıllı mobil telefon ve tabletlere sahipliğin çok arttığı bir dönemde yaşıyoruz.
Gazetelerin ve televizyonların bu nedenle okuyucu-izleyici kaybetmeleri bir sürpriz değil, dünyanın başka yerlerinde de yaşanıyor.
Ama Türkiye’deki yıkım daha büyük.
Ve bu yıkımı yaratan şey internetin yaygınlaşmasından çok, tek sesli bir medya düzeninin kurulmaya çalışılması.
Hükümet politikalarıyla medya sahiplik düzeni yeniden dizayn edildi ve görevi hükümet borazanı olan bir medya ortamı yaratıldı.
Farklı seslere yer yok, eleştiri yok, Reis’in hoşuna gitmeyeceği düşünülen haberler hiç yok.
İktidar kontrolündeki gazetelerin neredeyse hepsi aynı manşetlerle çıkıyor, habercilik peşinde koşmak da çok tehlikeli.
Haber kanallarındaki tartışma programlarına bile artık sadece izin verilen aynı isimler çıkartılabiliyor. Aynı insanlar, aynı şeyleri tekrarlarken, kim televizyonun karşısına geçip izler?
İçinde olmayanın fark etmesi zor belki ama uzun süredir gazeteler arasında bir tiraj rekabeti de yok.
Çünkü herkesin görevi belli, Hazine’den ve kamu reklamlarından kimin ne pay alacağı önceden biliniyor, böyle bir ortamda gazeteni çok satsan ne olur, satmasan ne olur zihniyeti hakim.
Bir de tabii Reis’in prensinin biraderini üzmemek gerekiyor ki bu işi yönetemediği anlaşılmasın.
Soysal’a önerim Demirören Grubu’nun satın aldığı gazeteleri-televizyonları orijinal ayarlarına döndürmesidir. Ama bunu yapamayacağını biliyorum.
Ancak şunu da kendilerine sormalılar: Suçu internet medyasına atmadan önce, Reis’i de kızdırmadan yapabileceğimiz bazı şeyler var mı acaba?

Yazarın Diğer Yazıları

Dışişleri Bakanlığı, "dış kapının mandalı" mı?

Kim bilir, belki de Dışişleri şu günlerde daha çok Gazze'ye yoğunlaştığı için T.C. vatandaşlarının sınırlarda neler çektiğiyle ilgilenecek zaman bulamıyordur

Partisinden ümidini kesmiş bir genel başkan

Bahçeli belli ki Türkiye’de yeni yüzyılın kurtarıcı liderinin kendisi olamayacağını idrak etmiş

“Siz yine de dikkatli olun” diyorum!

Gezilerine, toplantılarına davet ettiği kişilerin ortak özelliği gazeteci rolü oynamaları, gazetecilik yapmak gibi bir dertlerinin olmaması. Televizyona çıktığında kimin hangi soruyu soracağı, karşılığında nasıl yanıt vereceği önceden ayarlanıyor. Bütün bunlar “münasebetsiz bir soruyla” karşılaşmamak için yapılıyor