07 Aralık 2018

Cumhurbaşkanı'nın bilip de söyleyemediği nedir?

Tam iki yıldır bekliyorum acaba Cumhurbaşkanı'nın "doğruları söylemesinin zamanı geldi mi” diye, hâlâ gelmiş değil

Yargıtay’ın “ByLock, FETÖ üyeliği için yeterli kanıttır” kararı üzerine sosyal medyada AKP’li bazı bakanlar ile milletvekillerinin isimlerinin yer aldığı bir liste dolaşmaya başlamıştı.
Bunun üzerine AKP’li 17 siyasetçi suç duyurusunda bulunmuş ve listeyi paylaşan bazı isimler hakkında davalar açılmıştı.
Dün Hürriyet’te yayınlanan habere göre bununla ilgili davada karar aşamasına gelinmiş.
Nasıl bir karar çıkacak tahmin edebiliriz ama şimdi bunu yazıp 'adil yargılanma hakkını' ihlal etmeyeyim.
Biliyorsunuz mahkemeleri etki altında bırakmak, sıradan insanlar yaparsa suçtur. Sıradan olmayanlarsa zaten doğrudan talimat verebiliyorlar, orası ayrı konu.
Bu davayı şu nedenle önemsiyorum:
Fethullahçı çetenin ordu, adliye, emniyet, üniversite, milli eğitim kurumlarından temizlendiğini, hâlâ bu temizliğin sürdüğünü ve sayılarının on binleri aştığını biliyoruz.
Gördük ki son derece etkin bir örgütlenme gerçekleştirmişler, adım adım her kurumu ellerine geçirmeyi başarmışlar.
Şu ana kadar bunların bulaşmadığı tek yerin de siyaset kurumları olduğu anlaşılıyor.
Daha doğru bir ifadeyle söyleyecek olursak, buna inanmamız isteniyor.
Her türlü soruşturma yapılabiliyor, ama Fethullahçı çetenin siyasi ayağı ile ilgili olarak bir iki küçük ilçe belediyesi ve muhalefet partilerinden bir iki isim dışında 'siyasi ayak' yokmuş gibi davranılıyor.
Bu nasıl bir gizli örgüt? Genelkurmay Başkanı’nın özel kalemine kadar sızmış, hatta içlerinden birini Hava Kuvvetleri Komutanı bile yapabilmişler ama sıra siyasete gelince “boş ver” demişler.
Bir iki küçük ilçe belediyesi, üç-beş encümen üyeliği, muhalefet partilerinde bir-iki etkisiz eleman ile yetinmeyi bilmişler.
Hatta şimdi buna güleceksiniz ama Sosyalist Birleşik Devrimci Partisi’nin dört üyesinin tutuklanmasının nedeni 'FETÖ' üyeliği olarak açıklanmıştı.
Oysa biliyoruz ki bu örgüt, hiç de öyle az ile yetinmeye razı bir örgüt değildi.
Onun için Cumhurbaşkanı da ne istedilerse verdi, ne istedilerse verdi, ne istedilerse verdi!

Sizlere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 24 Kasım 2016 tarihinde, Öğretmenler Günü vesilesiyle Sarayında ağırladığı öğretmenlere yaptığı konuşmadan bir bölüm sunmak istiyorum:

“Çünkü A’dan Z’ye kendilerini (FETÖ'cüleri kast ediyor) acayip saklıyorlar. ‘Ağlarım ağlatamam, hissederdim söyleyemem, dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım’ diyor şair. Şu anda bildiklerimi tabii söyleyemeyecek durumdayım ama günü geldiğinde inşallah onlar da belki kaleme dökülecektir. Çünkü her doğruyu, her yerde söylemek doğru değil. Onun için sabır gerekiyor.”

Cumhurbaşkanı’nın 'diklenmeden dik duran adam' olmak gibi bir şöhreti var, bir ara AKP propaganda makinesi tarafından bu özelliği çok öne çıkarılırdı.
Yani aslında kimseden çekinmiyor olması lazım, doğruları söylemek için. Ama “söyleyemem” diyor.
Tam iki yıldır bekliyorum acaba “doğruları söylemesinin zamanı geldi mi” diye, hâlâ gelmiş değil.
Cumhurbaşkanı’nın FETÖ'cüler ile ilgili olarak bildiği ve hem bizlerden hem de adaletten sakladığı ne olabilir?
Bu siyasi ayak olmasın?
Nasıl bir güç dengesi üzerinde duruyorsa, bu bilgi bir türlü ortaya dökülemiyor.

***

“Baltayı taşa vur” diplomasisi

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey, “Astana Süreci’nin fişinin çekilmesini” isteyince Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu sinirlendi.
Sinirlenmekte haklı da. Astana Süreci olmasaydı, İdlib’de nelerin olabileceğini, Türkiye’nin başına nasıl çok ciddi sorunlar açabileceğini düşünmek bile insanı geriyor.
Çavuşoğlu’na, Jeffrey’nin bu sözleri Brüksel’deki basın toplantısında sorulmuş, o da şu yanıtı vermiş:

“Böyle bir açıklama olduysa çok talihsiz bir açıklamadır. Jeffrey’nin kendi düşüncesi olduğunu zannetmiyorum.”

Böyle söyleyerek 'diplomasi' yaptığını zannediyor sanırım.
Bu fikri eleştirirken Jeffrey’i bir kenara ayırmak istiyor
Ama doğrusunu isterse söyleyeceğini direkt Jeffrey’ye söylese daha iyiydi.
Ne demek “kendi düşüncesi olduğunu zannetmiyorum”?
Şimdi Jeffrey çıkıp şöyle dese ne olacak:

“Bunlar benim düşüncelerimdir. Ben aldığı talimatları papağan gibi tekrarlayan bir politikacı değilim. Kendi aklım var, fikrim var.”

Tabii terbiyesini bozup “herkesi kendin gibi zannetme” bile diyebilir, Allah korusun.

***

Bu işleri kripto Fethullahçılar mı yapıyor?

Bükreş Savcısı, Türkiye’nin "terörist bir gruba üye olduğu" şüphesiyle iadesini talep ettiği Kamil Demirkaya'nın Rumen makamlarınca gözaltına alındığı açıkladı.
Demirkaya, Fethullahçı çetenin Zaman gazetesinin Bükreş bürosunda çalışıyor.
Avrupa Parlamentosu'nun Rumen kökenli milletvekili Christian Preda, Adalet Bakanı'na iade sürecini durdurması çağrısında bulundu.
Preda, Romanya'nın “insan haklarının tehlikede olduğu ülkelere vatandaşlarını iade etmeme konusunda uluslararası yükümlülükleri” olduğunu hatırlattı.
Haber böyle.
Fethullahçıların yurtdışında bu tür organizasyonlarda son derece etkin olduğunu biliyoruz.
Onun için şimdi var güçleriyle bu iadeyi önlemeye çalışacakları da sır sayılmaz.
Dikkatinizi çekmek istediğim konu Rumen milletvekilinin vurguladığı mesele.
Türkiye’nin insan hakları karnesi zayıf ve bu çete, bu zayıflığı sonuna kadar kullanacak.
Tutuklanan şahıs örgüt içinde hangi pozisyondaydı bilmiyorum ama küçük ya da büyük bütün Fethullahçıların iadesinde benzer sorunlar Türkiye’nin karşısına çıkarılacak.
Onun için diyorum ki eğer bu Fethullahçıları ülkemize getirip, işledikleri suçlardan yargılama konusunda samimiyseniz, şu insan hakları karnenizdeki kırık notları düzeltmeye bakın.
Adil ve herkese güven verecek bir yargı düzeni olmayan bir ülkeye kimse suçlu iade etmekte gönüllü davranmaz.
Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürmeyin, günlük politik hırslarınızla değil, aklınızla hareket edin.
Yoksa, çete başı başta olmak üzere tüm firari Fethullahçıların iadesini önlemek isteyenlerin tuzağına mı düşüyorsunuz?
İnsan hakları savunucularına yargıyı kullanarak saldırmanızın arkasında bu gizli niyet mi var?

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!