24 Ekim 2014

Sizin anneniz evde bekler sizi, ya Hayrettin Eren’in annesi?

Yarın Cumartesi, Cumartesi Anneleri sizi de kırmızı bir karanfille Galatasaray’a çağırıyor… Benden söylemesi…

Kayıp, yokluk büyük bir boşluktur. “Bulunamama hali” deniyor kimi sözlüklerde. Bulunamayan şeyin yeri dolmaz. Adı üstünde yok’tur. Kayıptır. Bir bardak kırılır mesela yenisini alırsınız. Ama yenisi asla eskisi gibi değildir. Daha önce içtiğiniz tüm çayların anısı o bardakla gitmiştir. Mesela saatiniz kaybolur, üzülürsünüz. Yenisini alırsınız. Ama uzun zaman her baktığınızda eskisini hatırlarsınız.

Ya insan yokluğu… Yok öyle size veda edip gidişi falan değil. Ölümü bile değil… Bir mezarı olur çünkü. Nerede olduğunu bilirsiniz. Birden bire ansızın ‘yok’ oluşu. Nereye gittiğini, nereye götürüldüğünü, ne olduğunu bilmediğiniz evladınızın, eşinizin, sevdiğinizin yokluğu… Korkunçtur…

O boşluk asla dolmaz. O yara asla kapanmaz. O umut asla bitmez. Ne zaman ansızın kapı çalsa o zannedersiniz. Sokakta yürüyeni, köşeden döneni, karşıdan karşıya geçeni, kaldırımda bekleyeni, otobüse bineni, vapurdan ineni…  Onun kokusu, onun sesi, onun gülüşü… Unutamazsınız… Mıh gibi çakılır aklınıza, kalbinize… Günler, aylar biter, mevsimler döner, aradan yıllar geçer ama sizden 15 yıl önce koparılan evladınız asla büyümez, yaşlanmaz o yaşlanmadığı için sizin acınız da ihtiyarlamaz.

Bu ülke çocuklarının hiç göremediği dayıları, amcaları var. Hayrettin Eren gibi… Yeğeni her hafta dayısını Galatasaray Meydanı’nda devletten soruyor.  Yaşı neredeyse Hayrettin Eren’in yaşına eş olan Setenay, “Siz hiç tanımadığınız birini özlediniz mi?” diye soruyor. Çünkü özlem hiç bitmiyor, hiç büyümüyor…

Bu ülke çocuklarının sarılamadıkları babaları var. Fehmi Tosun gibi… O 12 yaşındayken kaybedilen babasına her hafta karanfil götürüyor. Besna Tosun “Annem eşini aradı, ben babamı arıyorum, oğlum dedesini arayacak.” diyor.

Bu ülke kadınlarının başını bir daha omzuna yaslayamadıkları eşleri var.  Nihat Aydoğan gibi. Halime Aydoğan "Ben artık kimseden eşimi istemiyorum. Onun kemiklerini versinler, başka bir şey istemiyorum” diyor.

Bu ülke analarının 33 yıl boyunca kemiklerini bile bulamadıkları oğulları var. Cemil Kırkbayır gibi… Berfo Ana 33 yıl boyunca oğlunu aradı ve son sözleri 'Beni oğlumun kemiklerini bulmadan gömmeyin' oldu.

Biz hepsinin adına Cumartesi anaları dedik… Cumartesi insanları…

1,2,5, 10 değil.. 100 değil. 300 değil tam 499 kez her Cumartesi, İstanbul’un en işlek yerine Galatasaray Lisesi önüne gelip ellerinde karanfillerle evlatlarını, yakınlarını devletten sordular.

Talepleri basit ve netti:

  • Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.
  • Kayıpların akıbeti açıklansın.
  • Kaybedenler yargılansın.

Bunu için coplandılar, yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar, kaybedilmekle tehdit edildiler.  Saçları orada ağardı, yüzlerindeki çizgiler orada belirginleşti. Büyüdüler, yaşlandılar, hastalandılar, öldüler…

Tam 499 kez yağmur, kar, kış demeden, umursamazlık, yılgınlık demeden o lisenin önünde buluştular. Ellerinde hiç büyümeyen fotoğraflar ve hiç ihtiyarlamayan bir ızdırapla… İbadet eder gibi usulca ama inatla…

Ses vermedi devlet… Daha doğrusu verdiği tek ses zulüm oldu, sonra kayıtsızlık…  İstedikleri adaletti… Çocuklarının kemikleriydi… Çiçek bırakacak bir mezar yeri istiyorlardı… Bir mezar için evlatlarının bedeninden bir parça…  Bu devlet, Berfo Ana’ya, Ramazan Doğan’a oğlunun kemiklerini bile vermedi.  

Bu ülkede onlarca ana ve babanın evlatlarının mezarına kapaklanıp ağlayamadan bir mezarı oldu. Bu ülkede onlarca çocuk babasını, amcasını, dayısını göremeden büyüdü… Bu ülkede onlarca kadının saçları sevdiği adam bir daha dokunamadan ağardı. 

Kayıpların akıbeti açıklanmadı, kaybedenler yargılanmak bir yana ödüllendirildi. Ama bugün yani 2014’ün Türkiyesi’nde kimse gözaltında kaybedilmiyor/ kaybedilemiyor adı kayıplar arasına karışmıyorsa bu 499 kez Galatasaray Lisesi önünde oturan bunun için her türlü bedeli ödeyen Cumartesi Anaları sayesindedir. Devlet öldüresiye işkence yapmaktan vazgeçmek zorunda kaldıysa bazen umursamadan yanlarından geçtiğiniz o insanlar sayesindedir. Yani bugün yaşıyorsak biraz da onların sayesinde…

Yarın Cumartesi…

Sizin anneniz evde bekler sizi.

Ya Hayrettin Eren’in annesi? Hasan Gülünay’ın, Düzgün Tekin’in, Hüsamettin Yaman’ın, Hüseyin Toraman’ın, Kenan Bilgin’in, Rıdvan Karakoç’un kardeşi, annesi, kızı, yeğeni?

Yarın Cumartesi… Onlar yarın yine ellerinde karanfiller, hep genç kalan resimlerle yakınlarını devletten sormak için Galatasaray Lisesi önünde olacaklar. Tam 500. Kez… Aynı umut aynı kararlılıkla, ibadet eder gibi usulca ama yine inatla…  Giderseniz size verecek bir karanfilleri olacak. Evlatlarına bakar gibi bakacaklar size, gözleriyle kucaklayıp “sağol” diyecekler usulca… Yüzlerindeki koyu keder aydınlanacak.  Giderseniz seslerine yeni bir ses, soluklarına yeni bir soluk katılacak.

Yarın Cumartesi, Cumartesi Anneleri sizi de kırmızı bir karanfille Galatasaray’a çağırıyor… Benden söylemesi…

@leylaalp

 

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz