24 Şubat 2015

Masum değiliz artık hiçbirimiz

'Ama' ile başlayan, 'bu kadar da olmaz' ile biten her cümlenin sonuçlarından biri de 'İç Güvenlik Yasası'dır

İç Güvenlik Yasası Meclis’te. Günlerdir hepimiz meclisteki tartışmaları ve bütün itirazlara rağmen yasa maddelerinin teker teker kabul edilişini izliyoruz. Yasa maddeleriyle birlikte iktidarın meşruiyeti de ortadan kalkıyor. İç Güvenlik Yasa Paketi’nin ne kadar korkunç bir yasa paketi olduğu üzerine yazıp kimsenin kafasını şişirmeye ya da bildiklerini hatırlatmaya gerek yok. Ben hepimizin bildiği başka bir şeyi tekrar hatırlatmak istiyorum. Böyle bir yasanın tartışıldığı bu günlere nasıl geldik? Çok fazla uzağa gitmeden yakın tarihimizdeki birkaç örneğe bakalım…

Tarih: 21 Kasım 2004

Yer: Mardin Kızıltepe

12 yaşındaki Uğur Kaymaz, babası Ahmet Kaymaz'la birlikte evlerinin önünde, polisler tarafından açılan ateşle öldürüldü. 12 yaşındaki Uğur’un bedeninden tam 13 kurşun çıktı. Gazeteler resmi açıklamayı yazdı. Resmi açıklama özetle şöyleydi; İhbar gelmişti, Uğur ve babası teslim ol çağrılarına uymayıp silahla karşılık vermişti. Polis de mecburen ateş açmıştı. Yani Uğur ‘Terörist’ti…

 “12 yaşında bir çocuk nasıl terörist olur?” diye sorulmadı. Uğur’un elinde silah olduğunu bile varsaysak ki Uğur’un elinde silah yoktu, “çocuk onu oyuncak sanmıştır” diye bile düşünülmedi. Çünkü Uğur, 12 yaşında olmasına rağmen Kürt’tü ve Kürtlerde ‘terörist’ sayılmak için yaş sınırı yoktu…

Tarih: 28 Eylül 2009

Yer: Lice

Ceylan Önkol öğle saatlerinde koyunlarını otlatırken üzerine düşen havan mermisiyle yaşamını yitirdi. Ceylan 14 yaşındaydı…

Parçalanmış bedeni saatler boyu olay yerinde bırakıldı, savcı "can güvenliği" gerekçesiyle olay yerine üç gün sonra gitti. Annesi Ceylan’ın parçalarını eteklerinde taşıdı. 14 yaşında hayvan otlatırken öldürülen bu çocuk için savcı soruşturma açmaya bile gerek görmedi.

Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'nın takipsizlik kararında şöyle deniyor;

''…Ceylan Önkol'un ölümü ile ilgili dosyanın 2009/757 sırasında kayıtlı olup, halen derdest olduğu şüphelilerin görevlerini ihmal ettiklerini ve müsnet suçun unsurlarının oluştuğuna dair delil bulunmadığı anlaşılmasıyla, şüpheliler aleyhine kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.''

Yaşasaydı bugün 21 yaşında olacak olan Ceylan Önkol için Türkiye’de ceza alan bir allahın kulu bile yok…

Tarih: 20 Şubat 2010

Yer: İstanbul

Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül boynunda puşi var diye gözaltına alındı ve örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandı. Herhangi bir görgü tanığı, ifade, itiraf yoktu. Sadece bir puşi vardı. Ve puşi ‘suçlu’ olmak için yeterliydi… Savcı Kırmızıgül’e 45 yıl hapis istedi… 45 yıl…

Cihan 25 ay cezaevinde kaldı. Sonuç; Cihan’a 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi…Cihan’ın tutuklanması, aylarca hapiste kalması küçük bir azınlık dışında kimsenin umurunda olmadı…

Tarih: 2011

Yer: Ankara, İstanbul, Van…

KCK adı altında yürütülen operasyonlarda 36 gazeteci gözaltına alınıp tutuklandı. Örgüt üyeliklerine gerekçe olarak “sağlık, taciz” haberleri yani "Devletin imajını bozacak haberler" gösterildi. Gazeteciler aylarca cezaevinde kaldı.

Tarih: 28 Aralık 2011

Yer: Uludere (Roboski)

28 Aralık 2011 akşamı TSK’ya ait uçaklar, çoğu çocuk 34 köylünün üzerine bomba yağdırdı. Ve devlet yetkilisi bunu “operasyon kazası” olarak açıkladı. Ardından ‘onlar da kaçakçıydı’ denildi. Öldürülmelerini makul göstermek için yeterliydi. 50 lira için sınırda öldürülen 34 köylüyü katledenler hakkında açılan bir dava görevden alınan bir bekçi bile yok. Tam tersi Şenoba Tugay komutanı olan Abdullah Baysal’ın rütbesi yükseltilerek Şırnak Tümen komutanlığına getirildi.

Örnek çok, suskunluk da öyle…

Ve örneklerden anladığımız üzere devletin katliam yapmak için bahanesi her zaman var… Ya katliamlar karşısında suskun kalmanın bahanesi?

 

Suskunluğun bahanesi yoktur

 

Alman ilahiyatçı Martin Niemöller’in hepimizin bildiği bir sözü vardır. Şöyle der;

"Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı."

Gelelim yazının başındaki soruya. Böyle bir yasanın tartışıldığı bu günlere nasıl geldik?

Yanıt basit; Susarak, görmezden gelerek geldik…

Umursamayarak, yok sayarak, “ama”lı cümleler kurarak…

Uğur Kaymaz 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldüğünde susulduğu için Berkin Elvan 14 yaşında vuruldu. Ve Berkin için “ama elinde sapan vardı”, “ama yüzünde maske vardı” denilebildi…

14 yaşında bir çocuk yüzüne maske takıyorsa tanınmamak için olabilir. Çünkü bu ülkede 14 yaşında ve daha küçük yüzlerce çocuk ‘terörist’ olduğu iddiasıyla gözaltına alındı, tutuklandı, hapishanelerde tecavüze uğradı…

Bilmem kaç yaşındaki adamların yüzlerini gizleme gereksinimi duymadan satır, pala sallayıp, silah çekebildikleri ülkede yaşıyor olmamız, 14 yaşında yüzünü kapatmak zorunda kalan çocuklar yüzünden değil o satırları savunan devlet yüzündendir.

“Nasıl tecavüzcü olunur?” başlıklı yazımda “…kolaydır tecavüzcü olmak. Bambaşka bir karakter, ruh hali, hastalık gerektirmez. Sen meşrulaştırırsın. O uygular… Sen tetikçi olursun… Ona sadece yapmak düşer.” demiştim.

Zulme yancı olmak da o kadar kolaydır. Sen Roboski’deki köylüler için ‘katır’ dersin o bombalar ve özür bile dilemez. Sen 12 yaşındaki bir çocuk için ‘terörist’ dersin o 13 kurşunla öldürür. “Sen orada ne işi vardı” diye sorarsın, o havan mermisi atar annesi parçalarını eteklerinde toplar ama soruşturma bile açılmaz. Sen “ama boynunda puşi varmış” dersin. O tutuklar. “Ama” ile başlayan, “bu kadar da olmaz” ile biten her cümlenin sonuçlarından biri de “İç Güvenlik Yasası”dır.

O yasa gökten zembille inmedi. Cumhurbaşkanı bir gece uykusuz kalıp “yahu şöyle bir yasa çıkaralım” demedi. Adım adım geldi. Biz sustukça, “aman karışmayalım” dedikçe, süren davaların peşini bıraktıkça, ölenin kimliğini, milliyetini sorduğumuz için geldi. Masumiyet sorguladığımız, meşruluğa inanmadığımız için geldi.

Kürt çocukları katledilip sosyalistler öldürürken, gazeteciler hapse atılırken, en ufak hak eylemleri için sokağa çıkanlar işkence görüp saldırıya uğrarken sesimizi yükseltseydik bu yasa bu kadar kolay çıkamayacaktı.

Zalime cüreti biraz da sessizlik verir. Her susuş onaylamaktır çünkü. Sen “onaylıyorum” demesen de o bunun onaylamak olduğunu bilir.

İç Güvenlik Paketi yasalaştığında herhangi bir yer ve olayda masum olduğumuzu kanıtlamamız pek mümkün olmayacak. Kolayca gözaltına alınıp, tutuklanacak hatta öldürülebileceğiz. Bu güne kadar yaşanan zulme sessiz kalarak masumiyetimizi koruyup koruyamadığımız da ayrı bir soru ve sorundur. Bunu bir düşünelim derim…

Not: Bu yazıyı bitirdikten sonra Roboski Katiamını protesto yürüyüşüne katıldığı için Özgür Gündem gazetesi yazarı Özgür Amed’e  (Ethem Çağır) 3 yıl hapis cezası verildiğini öğrendim. Özgür Amed şimdi cezaevinde. Ona mektup ve kart göndermek isteyen olur diye buraya adresini bırakıyorum: Ethem Çağır  D Tipi Cezaevi / Diyarbakır

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz