04 Eylül 2015

Kürtler bizimle niye barışsın?

Hiç bu kadar alçak olunmamıştı… Hiç böyle bir alçaklık bu kadar rahat bir duvara yazılamamıştı

İnsanlık ayıbı, vicdansızlık gibi kelimelerin kifayetsiz kaldığı çok zamanlara tanık olduk.  Öldürülen çocukların kimliği sorgulandığında tanık olduk. Bir bomba patladığında ölenin kim olduğu sorulduğunda tanık olduk. Bir göçük olduğunda kime oy verdiği sorgulandığında tanık olduk.  Deprem olduğunda coğrafyaya göre yardıma gidildiğinde tanık olduk.  Kızdık, eleştirdik, sorguladık ama uzun uzadıya tahliller yapmadık. Yapanın, söyleyenin ahlak yoksunluğuna, vicdansızlığına verdik.

Ama bu fotoğrafta gördüğünüz duvar yazısındaki alçaklığa tanıklığımız çok yok. Çünkü her ne kadar Kürtlerin çoğunlukla “terörist” olduğu düşünülüyor bile olsa  “Kürt” komşularımız da vardı. Her ne kadar Kürt çocuklarının ölümünde “orada ne işi vardı?” diye sorulsa da “tabii böyle şeyler hiç olmasın” diye tamamlanan cümleler vardı. Yani “ama”lı, “fakat”lı, “onlar da ”lı cümleler vardı. Ve bu cümleler bir şeylerin üzerini kapatıyordu.

Bu duvar yazısında ise her şey çok açık.

Kin, nefret, düşmanlık, faşizm, ırkçılık…

“Kürtler Kısırlaştırılsın”

Hiç bu kadar alçak olunmamıştı…

Hiç böyle bir alçaklık bu kadar rahat bir duvara yazılamamıştı…

Bu yazı Pendik’te bir duvara yazıldı…

Bu yazı İstanbul’un Pendik’inde bir duvar da hala duruyor…

İstanbul’un bir ilçesinde hem de merkezi bir yerde böyle nefret kokan, böyle alçakça bir yazı yazılabildi. Bunu kifayetsiz muhterisin biri yazdı. İnsan demeye dilim varmıyor ama bunu bir insan yazdı. Ve okuma yazma biliyordu!

Ve kısırlaştırma ile neyin sağlanabileceğini bilecek bir aklı vardı!

Ve Kürtlerden sadece nefret etmiyor onların tümünün, topyekun yok olmasını yeryüzünden silinmesini istiyordu.

Ve bu yazıyı, böyle bir yazıyı ona yazdıracak cüreti vardı.

Mesela o yazıyı yazarken onu gören birinin hiçbir şey demeyeceğini biliyordu.

Kentin merkezi bir yerine rahatlıkla böyle rezil bir yazıyı yazmasını sağlayacak cüret ve cesaret ona devlet eliyle verilmişti.

“Kürt diye bir şey yok” ile başlayan “zaten cahiller” ile devam eden “Kürt ise ölsün” ile ilerleyen ve kulak kesmekten katledip çıplak fotoğrafını bir “zafer” edasıyla sergilemeye kadar giden ahlaksızlaşma süreci… İnsanlığa veda…

Kürtlerin yaşadığı onlarca ilde devlet eliyle yazılmış “Ne mutlu Türküm diyene” yazılı” onlarca yazı görebilirsiniz. Duvarlarına yazılmış onlarca Kürtçe veya Türkçe slogan görebilirsiniz ama hiç birinde böyle alçak bir yazı göremezsiniz. Hem de hemen her gün ateş hattında yaşadıkları ve resmi kurşunlarla öldürülen çocukları olduğu halde. Hemen her evde duvarda çerçeveli bir resim vardır. Ama hiç bir evde “Türkler kısırlaştırılsın” diye düşünebilecek bir alçak yoktur. Hemen her evde savaşın yarattığı yokluk, yoksulluk ve yoksunluk vardır ama böyle bir ahlak yoksunluğu yoktur. Hasbel kader biri Türklere de laf söyleyecek olsa başka biri uyarır. En kızgın olan devlete laf eder ama Türklere topyekün hakaret etmez, yok olsun demez.

İki aydır neden nasıl olduğunu ilkokul çağında bir çocuğun bile bildiği bir savaş sürecini yaşıyoruz. Hemen her gün ülkenin dört bir yanına cenazeler gidiyor.  Suruç katliamından bu yana en büyüğü 17 yaşında 10 çocuk öldürüldü. PKK silah bıraksın istiyoruz ya silahlar gömülsün, kırılsın, beton dökülsün falan… Evet kimse ölmesin. Hiç kimse… Ama böyle bir duvar yazısının yazıldığı bir ülkede Kürtler bizimle niye barışsın? Nasıl barışsın? Bizi nasıl affetsin?

Silahlar sussun istiyoruz ya bu nefret dili,  bu alçaklık susmadan bu alçaklık yerin en dibine gömülmeden o silah zor susar.

Şimdi bu duvar yazısına tekrar bakın. Şimdi bu duvar yazısından tekrar utanalım.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz