19 Eylül 2013

Yirmi kişi ölüyor, aldırmayın

Heyecanla beklenen demokratikleşme paketinin öyle hemen açılacağı yok, o yüzden biz işimize bakalım

 

Heyecanla beklenen demokratikleşme paketinin öyle hemen açılacağı yok, o yüzden biz işimize bakalım.

Zaten o pakette örneğin Van’da günler önce başlattıkları açlık grevini geçtiğimiz hafta ölüm orucuna çeviren yirmi insanı ilgilendiren bir şey de bulunmuyor sanırım.

Neden bulunsun ki?

Belki her şeye rağmen biraz olsun topluma nefes aldıracak kendi halinde bir paket bile
sandık hesaplarına feda ediliyorsa, insanların haklarını teslim etmek için bile anket rakamlarına öncelik veriliyorsa, insanlar değil koltuklar düşünülüyorsa neden bulunsun?

“Yaratılanı yaratandan ötürü sevenlerin” iktidarında öldürülen insanlarla bir de karikatürler çizilerek alay edilirken neden mi hayatlarından vazgeçmeyi göze aldı o yirmi kişi?

Dertleri ne darbe, ne barış sürecini baltalamak, ne de iktidarı devirmek.

Bunları düşünecek halleri bile yok zaten onların.

İki yıl önce yaşanan depremden sonra bir konteynere “tıkıştırılıp” başlarının çaresine bakmaya terk edilmişler.

Sıcağı sıcağına verilen sözlerin hiçbiri yerine getirilmemiş. Konteyner yaşayabilmeleri için yeterli görülmüş.

Birinin üç aylık bebeği yoğun bakımda, bir diğeri kalbindeki pille iki yıldır hayatta kalmaya çalışıyor.

Onlar da bakmışlar açlık grevi seslerini duyurmaya yetmiyor hayatlarını ortaya koymuşlar.

Haklı olarak soruyorlar, “Bu bize karşı bir kin ya da nefret mi? Devlet ne yapmaya çalışıyor?” diye.

Devlet kendileriyle ilgilenemeyecek kadar meşgul. Bir yandan “güçlenmesini hazmedemeyen iç ve dış mihrakların” oyunlarını bozmaya çabalarken bir yandan da tüm “engelleme çabalarına” rağmen bu topraklara barışı getirmeye çalışıyor.

Karşılığında özgürlüğü, adaleti, eşitliği, demokrasiyi, yaşama hakkını verirsek onlar da bize barışı vereceklermiş, barışı nasıl bir şey sanıyorlarsa artık.

Devletin insanlarına gösterdiği özende, verdiği kıymette, duyduğu saygıda bir değişiklik olmayacaksa o barış ne kadar sürer?

Ama bir dakika… Demokratikleşme paketindeki, “Yerleşim yerlerine Türkçe isim zorunluluğunun kaldırılması” “değişikliğini” unutursak haksızlık etmiş oluruz…

Yani Van’daki o insanlar belki seslerini hiçbir zaman duyuramayacak, belki yaşayacakları doğru dürüst bir evleri olmayacak ama yaşadıkları yerin Türkçe isimle anılması da zorunlu olmayacak.

Daha ne olsun? Daha ne istiyorsunuz? Kürtçe isimli bir kasabada öleceksiniz. Bu iktidar sizin için daha ne yapsın?

Tüm geç kalınmış “normalleşmeleri” “sessiz devrim” diye insanlara “yutturmaya” kalkanların ülkesinde sizi insanca yaşatmaya güçleri yetmiyor ama sizi “orijinal” isimli yerlerde ölüme terk edecek kadar da iyi kalpli ve demokratlar.

Ben bu yazıyı yazarken haberlerde Başbakan’ın demokratikleşme paketinden şöyle bahsettiğini duyuyorum: “Paketin halkımızın birçok beklentisini gidereceğini göreceksiniz. Yola çıkarken dediğimiz gibi her şey insan için dedik.”

Başbakan yola çıkarken verdiği “sözü” bir de devlet sahip çıkmadığı için başını sokacak bir ev bulamayıp ölmeye hazırlanan depremzedelerin yüzüne söylesin. Su bulamayan anneye, yoğun bakımdaki bebeğe söylesin.

Tabii başbakan bir gün Van’a gittiğinde, yetmiş milyonluk koskoca bir toplumun arkasını döndüğü, acılarıyla hiç ilgilenmediği o insanlar hâlâ hayattaysa.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayaller duşakabin

Bu saçma sapan hayalin toslayıp paramparça olacağı duvara fazla bir şey kalmadı…

"Ay resmen evrim"

Mizahtan korkanların çaresiz vahşetleri bunu durdurmaya yetmez…

Reddedildi

Bana kalırsa bunların para sayma makinasından çok hesap makinasına ihtiyaçları var…