10 Eylül 2016

Sevgili Ahmet, sevgili Mehmet, sakın enseyi karartmayın!

Devlete itiraz edeni yok etmek, dilini koparmak istiyorsunuz ama...

Kaç ay önceydi, hatırlamıyorum.
Cengiz Çandar savcılığa ifade vermeye gidiyordu.
Ben de peşine takıldım.
Ne diye geliyorsun diye vozurdadı.
Hazır cevap bir adam değilimdir ama bu seferki tepkim eğlenceliydi:
“Cengo, tutuklanırsan bir yazı kurtarırım da ondan geliyorum seninle...”
Tuhaf tuhaf bakmıştı yüzüme.
Savcı Bey nazik bir insandı, Cengiz’in ifadesini alırken       beni de odaya buyur etti.
Tutuklama talebi çıkmadı.
Cengiz, Savcı Bey’e demez mi:
Hasan Cemal’i hayal kırıklığına uğrattınız, bir yazı kurtaramadı.”
Bu sefer Savcı Bey’deydi, tuhaf tuhaf bakma sırası...
Bugün sabah vakti Yasemin Çongar’dan telefon geldi:
Mehmet Altan’ı gözaltına aldılar, Ahmet’i de birazdan alıyorlar.”
Yasemin’le Ahmet Altan bu yakınlarda Balyoz davasından mahkeme önündeydiler.
Çağlayan yolundayken sevgili Ahmet’i aramıştım:
“Ahmetcim, tutuklanırsan güzel bir yazı kurtaracağım, belki senden daha iyisini de yazarım. Yazı kafamda şimdiden hazır...”
Duruşmadan tutuklama çıkmayınca Ahmet aradı:
“Hasancığım özür diliyorum senden, bu karar sana bir yazıya maloldu, artık bir dahaki sefere...”
Ama bu sefer çabuk geldi.
Üstelik beni tatildeyken yakaladı.
Son zamanlarda hep böyle, tam yazılarımı keserken pat bir şey oluyor yazıya oturmamı gerektiren...
Temmuz ortası yazılara tam ara veriyordum ki, o gün 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık.
Şimdi de bayram tatiline giderken denizin ortasında ulaştı, Ahmet’le Mehmet’in demir parmaklık arkasına atıldıkları haberi...

Aslı Erdoğan’ın deyişiyle:
Yorgun düştü sözcükler...

Ne yazayım?..
Düşünüyorum.

Ahmet Altan kadar iyisini, dokunaklısını yazabileceğimi sanmıyorum.
Çünkü ‘tuhaf bakışlı adam’ sadece benim bir meslektaşım değil, aynı zamanda çok iyi bir romancı...
Ben sözcükleri onun kadar dans ettiremiyorum, onun kadar fazla derine gidemiyorum, bir gazeteci ne kadar yazabilirse, o kadar işte...
Artık sözcükler de eskidi galiba.
Aslı Erdoğan’ın deyişiyle:
Yorgun düştü sözcükler...
Hep aynı şeyleri yazıyoruz.
Yüz yıldır bir kısır döngünün içinde kıvranan bir memlekette, sanki hep aynı filmi seyrediyoruz duygusu...
Ya da kendi hayat tarzlarını ve hayata bakışlarını başkalarına devlet zoruyla dikte etmeye çalışanların can sıkıcı ve can yakıcı filmi...
Türkiye her geçen gün koskocaman bir hapishane haline geliyor.
Bir ‘korku imparatorluğu’nun karanlık gölgesi özgürlükleri boğuyor.
Farklı sesler, eleştirel sesler gitgide kısılıyor, susturuluyor.
Devlete itiraz yok edilmek isteniyor.
Ya da devlete itiraza kalkışanlara karşı, devletin hoyrat ve acımasız çarkları tüm korkunçluğuyla işliyor.

Tarihin sayfaları özgürlük düşmanlarının nice başarısızlık öyküleriyle doludur.

Ahmet Altan son yazısında uyarmıştı:

Neden herkesi susturmak istiyorsunuz?
İttihatçılar da böyle yapmışlardı, bütün eleştirileri baskılarla susturmuşlardı, sonuç felaket oldu.
Yaptıklarınıza bir baksanıza.
Yüz küsur gazeteci hapiste.
Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısı, Mısır, İran ve Çin’deki toplam tutuklu gazeteci sayısını geçmiş.
Övünülecek bir iş mi?
Suçlanan insanların eşlerini, yakınlarını, yaşlı akrabalarını bile cezalandırıyorsunuz.
Bir gecede binlerce insanı işsiz bırakıyorsunuz.
Mallarına, mülklerine el koyuyorsunuz.
İşsiz ve aç bırakmaya uğraşıyorsunuz.
Neden yapıyorsunuz bunları?
AKP’ye yakın, insaf duygusunu tümüyle kaybetmemiş bir hukukçu geçen akşam televizyonda şöyle diyordu:
“Yargıçlar FETÖ’cü suçlamasıyla önlerine gelen herkesi tutukluyorlar çünkü tutuklamazlarsa kendilerinin FETÖ’cülükle suçlanacaklarından korkuyorlar.”
Böyle bir dehşet ortamında ülkeyi nasıl sağlıklı biçimde yöneteceksiniz, doğru kararları nasıl alacaksınız?
Demokrasiye ve hukuka doğru ilerlemeniz hâlinde, geçmişteki kavgaları unutacak, sizi destekleyecek bir “dayanışma” ortamı bulmuşken neden yeni kavgalar, yeni düşmanlıklar, yeni baskılar yaratıyorsunuz?
İstediğiniz herkesi hapse atabilirsiniz, istediğiniz herkesi yakalayıp götürebilirsiniz, istediğiniz kadar hukuku çiğneyebilirsiniz, bunları yapmaya yetecek gücünüz var bugün…
Ama bütün bunların yaratacağı ağulu sorunları oradan kaldıracak gücünüz yok.

Sevgili Çetin Abi hep enseyi karartmayın derdi.
Ben de böyle seslenmek istiyorum, sevgili Ahmet’le Mehmet kardeşlerime...
Yanınızdayım!
Ayrıca ‘muktedirler’e bir sözüm var:
Size tabi olmayanı, size, devlete itiraz edeni yok etmek ve hepsinin dilini koparmak istiyorsunuz.
Ama yazın bir kenara:
Başaramayacaksınız!
Tarihin sayfaları özgürlük düşmanlarının nice başarısızlık öyküleriyle doludur.

Yazarın Diğer Yazıları

Osman Kavala nasılsın? Hayırlı bayramlar!

31 Mart güzel bir başlangıç, bir umut kapısı aralanıyor; inşallah senin için de adalet ve hukuk kapısı açılır sevgili kardeşim

31 Mart, CHP için bir büyük seçim başarısı ama yetmez!

Bu başarıyı bir adım daha ileriye götürmek şart. Bunun da yolu, "demokrasi için bir büyük uzlaşma"yı gerçekleştirmekten, yepyeni bir anayasal çatı kurmaktan geçiyor

Bir "Türkiye ittifakı"nda buluşmak üzere, herkese iyi bayramlar!

Gelin hangi inançtan, hangi renkten, hangi partiden olursanız olun, gelin hep birlikte barış ve huzur içinde yaşayacağımız yepyeni bir çatı kuralım, "eski Türkiye"yi tarihe gömelim!