13 Ocak 2017

‘Ne Yahya Kemal o şiirleri yazabilirdi bugün, ne de Münir Nurettin Selçuk onları besteleyebilirdi’

Münir Nurettin Selçuk'un oğlu Selim Selçuk ile söyleşi...

Endülüs’te Raks, Dönülmez Akşamın Ufkundayız, Kalamış (Yok Başka Yerin Lütfu), Aziz İstanbul, Sevdiğim Dünyalar Kadar, Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın... Münir Nurettin Selçuk eserleri. Çocuklarımız da eserlerimiz midir? Lavanta kolonyalı mendili cebinden eksik olmayan Münir Nurettin Selçuk’un oğullarından Selim Selçuk ile biraraya geldik. Bestelerini, davulunu ve damacanalardan yaptığı ritim atölyesini konuştuk. Kulislerde büyüyor, babası Münir Nurettin Selçuk ona penaltı atıyor evlerinin salonunda. Biz de, hayatı, müziği ve tabii babasını, Münir Nurettin Selçuk’u konuştuk kendisiyle. Selim Selçuk’a sordum:

Şu an Münir Nurettin Selçuk olsaydı aramızda, bugünlerde neler yapardı?

Müziğini yapmaya devam ederdi. Eski İstanbul’un insanlarındandı babam, Yahya Kemal Beyatlı... Boğaz hayranlık uyandıran bir yerdi. Bu binalar dikilmemişti, beton yığınları.. Uzak yerlerden gelenler yine hayranlık duyabilir ama benim midemi bulandırıyor, çok zevksiz, görgüsüz, doğaya aykırı. Boğazı çok severim. İnsana ızdırap veriyor bu hali. Ne Yahya Kemal o şiirleri yazabilirdi bugün, ne de babam onları besteleyebilirdi; çünkü gökdelenler var artık, tabiata saygı duyulmuyor. Artık böyle bir ülkedeyiz. Halbuki müzik duygudur. Babam da o duygularını dışa vuruyordu, ifade ediyordu müziğiyle, sesi ile. Şu anda, İstanbul'un hatta Türkiye'nin duygusunu ifade etmek istediğinizde zarif, güzel müzikler, sesler çıkmaz, babam da olsa. Bilmiyorum, müziği mi bırakırdı? Bırakmazdı herhalde. O tarz besteler yapamazdı belki. Elektronik müziğe çok daha uygun bu dönem. Doğaçlamalar... Babam da öyleydi. Gazellerde üzerine yoktur. Gazel demek doğaçlama demektir. Babam mesela, Amerikalı caz üstadlarıyla bir ensemble, jam session yapabilselerdi, birbirlerine bayılırlardı. O birliktelikten de muhteşem bir müzik çıkardı.

Cazdaki doğaçlamayı biliyorum, soloları; ama gazeldekini gözümün önüne getiremedim. Kanun taksimi gibi mi?

Evet, evet. Ses sanatçısının enstrümanı da sesi. Babam büyük ustadır. Bülbüller ile birlikte söyler, düetler yapar, sohbet eder. Müthiş incelikler vardır stilinde, müziğinde, büyük usta, üstad.

Babanızla birlikteyken kendisini şimdiki gibi merak etmiş miydiniz?

Çocuktum. Ben doğduğumda babam elli altı yaşında. İlkokulda yatılı okumaya başladım Galatasaray’da. Ortaokul son sınıftayken profesyonel müzisyenliğe başladım. Çocukken birlikte çok sık vakit geçirdik; ama bir çocuk babasına ne sorabilir? Duygu olarak geliştim çok. Beni müziğe çok yönlendirdi. Aramızda duygusal alışveriş hep vardı. Öyle bir insanın yanında yaşamak başlı başına bir eğitim zaten. Çocukluğum kuyruklu piyanonun altında geçti. Mağara diyordum. Oyuncaklarımı oraya doldurmuştum. Arada piyano tahtalarına vurup tellerin titreşiminden oluşan müziği dinlerdim. Bu büyük bir ders başlıbaşına zaten, fark etmek üzerine duygular gelişti. Ortaokulda besteler yapmaya başlamıştım. Babama da çalardım. Yeni bir beste var mı diye sorar teşvik ederdi. Gerisi, futbol oynardık salonda veya terasta. Annemin antikalarını kırardık. Babam eskiden Fenerbahçe’de oynamış. Ben kaleye geçerdim evde, o da penaltı atardı bana.

Kendine çok dikkat edermiş değil mi?

Çok! Atkısını sarmadan çıkmazdı. Atkısı, şapkası mutlaka olurdu. Sana sesini duyurmaya gayret etmez. Duydunuz, duydunuz, duyamadınız, senin problemin artık. Kışın evden dışarı çıkacağız. Bana kapıyı açtırırdı. Dışarının havası içeri girsin diye kendini dışarıdaki havaya alıştırır, bekler. Sonra üç, dört adım atar. Arabaya bineriz. Bu kadar mesafe için bile hazırlık yapardı. Lavantaya çok meraklıydı. Lavanta kolonyalı mendili cebinden eksik olmazdı. Sesine çok dikkat ederdi. Buzlu, soğuk bir şey asla içmez. Hepsi ders bunların tabii. Ses sanatçısı olarak kendinize bakmanız gerektiğini idrak etmeye başlarsınız. Tüm müzisyenler için durum böyledir.

Siz musikinin içine doğdunuz. Cazla buluşmanız nasıl oldu?

Ortaokulda, İstanbul Gelişim Orkestrası’nda çok sevdiğim insanlar vardı. Selçuk Başar, Uğur Başar, Garo Mafyan, Asım Ekren, ben de onların en ufağı olarak perküsyoncu olarak girdim gruba. Birebir orijinalini çalmayı severlerdi parçanın. İyi müzik dinlerlerdi. Chicago, Bob James, Sérgio Mendes... Caz değil ama cazla köprü kurabileceğiniz en doğru adreslere yöneltirlerdi. Selçuk Abi’den çok doğru şeyler öğrendim. O zaman plaklardan kasede kayıt yapan yerler vardı. Evin yirmi metre ilerisindeydi. Yeni ne geldi diye koşarak giderdik. O kasetleri sabahlara kadar dinleyip evde kulaklığı takıp davulla çalışırdım. Sonra benim üstad kabul ettiğim davulcularla tanıştım. Biri Elvin Jones, diğeri Tony Williams. Sürekli dinledim, taklit etmeye çalıştım. Bu zaten başlı başına bir olay. Bu müziğin yapıldığı yeri merak ettim. İlk eşim rahmetli Nükhet Ruacan’la kalktık birlikte New York’a gittik. Caz müziğine başladık. Okula girdik, çalıştık, devam ettik.

Babamın Şarkıları programınız devam ediyor mu?

Beyin kanaması geçirince bitti. Hevesle yaptığım programdı. Ondan önce NTV radyoda yapmıştım Bir Tatlı Huzur diye. Babamın kendi sesinden kayıtlar, bilgiler... Babamı gençlerle buluşturmak istiyorum, o olanak tanındıkça; ama fırsatlar azalıyor. Müzikle bağlantısı azalıyor bu ülkenin. Şüphelenmeye başlamıştım. Tanıştırıyorlar beni, Münir Nurettin Selçuk’un oğlu diye, ne çocuklara ne velilere bir şey ifade etmiyor. Ben böyle olduğunu bilmiyordum, ders verdiğim yerin sahibi de bilmiyordu, araştırma yaptırdım. Tanımıyorlar. Otuz, otuz beş, kırk yaşında insanlar. Medeni ülkeler için olamaz böyle şey. Böyle bir ülke haline gelmiş burası. Babamın müziğini dinleyerek iyileşen insanlar vardı. Şimdi de iyileştirebilir insanları sesiyle. O duygulara en çok ihtiyaç duyulan zaman şimdi. Gençlerle babamı buluşturmak lazım. Biz üç varisler, babamın evlatları olarak, iki erkek kardeş ve en büyük kızkardeş var. Onlar babamın müziği ya olduğu gibi icra edilsin veya hiç edilmesin diyorlar; fakat bu mümkün değil, zira o şarkıları o şekilde sadece Münir Nurettin Selçuk söyleyebilir. Her şahsiyetli sanatçı o eserleri kendi tarzında yorumlamalı ve mesuliyetini üstlenmelidir. Aksi takdirde taklit ediliyor olur, bu da küçük düşürücü bir durumdur yetişkinler, profesyoneller için. 

 

Yasakladılar bugüne kadar. Kimse albümüne koyamadı, yorumlayamadı eserleri konserler haricinde. Birkaç isim hariç. Ben de bu işin bu kadar vahim bir hale geldiğini fark etmedim açıkçası. Bu gençler kimleri dinliyorlar? Popçular, rockçılar, elektronik. Bu müzisyenler Münir Nurettin Selçuk eserlerini çalsınlar, yorumlasınlar, gençlere sevdirsinler, tanıtsınlar. Çocukları klasik müzik konserine götüremezsin, Türk veya Batı müziği. Evinde onları dinlememiş. Medeni ülkelerde anne karnında dinletiyorlar, burada tam tersi, eller havaya müziği. Eğitimin ve sistemin suçu bu, çocukların değil. Tarkan söyledi.

Dönülmez Akşamın Ufkundayız’ı söyledi, değil mi?

Evet. Geçenlerde televizyonda gördüm. Babam da yaşıyor olsaydı, gülümserdi. Eleştirecek şeyleri olurdu tabii; ama bunu babamla kıyaslamamak lazım. Orijinal halinde okuyanları bile kıyaslayamam. Ondan çekinip o şarkılara yaklaşmamak olmaz. Birebir okumaya kalkarsanız tehlikeli olur dinleyenler burun kıvırabilirler. Swing söylesin, rock söylesin, atıyorum, hepsi olur, o şarkıyı gençler öğrenir, babamın adını öğrenir. Merak eder. Olgun yaşta babamın bir gazelini dinlerse “Yahu neymiş bu adam” der; ama hiç bilmezse bu mümkün değil. En muhteşem gazeli dinletsek çişi gelir, gitmek ister çocuk, baskı hisseder üzerinde. Bu durumu tek başıma düzeltmeye çalışıyorum. Konservatuarla görüştüm, doktora tezi hazırlansın diye. Belgelensin istedim, yok. İlgi alanlarına giremedi. Türkiye’deyiz, Bir Tane Münir Nurettin Selçuk var ve konservatuarın (müzik eğitimi veren kuruluşun) ilgi alanında değil. Burada olmayacak da nerede olacak? Devlet Sanatçısı seçilmemiş. Hülya Koçyiğit var. Münir Nurettin Selçuk yıllar önce de yok. Cemal Reşit Rey salonu var, niye Münir Nurettin Selçuk konser salonu yok, niye yok? İlkokuldan itibaren tanıtılması lazım. En üst seviyedir Münir Nurettin Selçuk. Tek başına önde icra ediyor müziğini , smokinini de giyip dünya seviyesine taşımış Türk müziğini. Sonra ileri yaşlarında İstanbul Belediyesi’nin temizlikçi kadrosundan emekli ediyorlar babamı. Bunu nerede yaparlar? Avrupa’da, Amerka'da olsa taparlardı babama.

Nasıl olmuş?

Babam devlet memuriyetine gireyim dememiş. Hürriyetine düşkün bir adam. Hep en fazla bir yıl sözleşme yapıyor. İleride ne olur diye yaşamamış. Sadece müzik için yaşamış. Yetmiş dört yaşında bir konser performansı var, inanılmaz.

Öyle mi?

Bu yaşınıza kadar bu ülkede yaşadınız değil mi? Şaşırıyor musunuz buna? Evet, medeni insanların kabul edemeyeceği bir şey. Adamın yaptıklarını değiştirmiyor. Babam Devlet Sanatçısı olarak seçsinler diye uğraşmadı. Onlara lütuf olurdu. Babamı diğer ülkelerde krallar karşılıyor. Ümmü Gülsüm’ün, en iyi isimlerin üstüne koyuyorlar orada. Sanatçıların hayatında hep rastlarız böyle hikâyelere. Ülke kaybediyor. Kültür, sanat, bu topraklardan çıkan bu özel insanlarla olur. Dünya ile paylaşmak için büyük gayrette olmalılar. Bizde ticaretten başka bir şey yok. Büyük bir holding burası da tüm dünya da öyle. Para ve güç çok önemli. Sanat tam tersini savunur. Para ve gücü aşağılar. Yaşamak için sebze, toprak, güneş, temiz hava, su, hayvanlar ve insan lazım. Bunlar olmadıktan sonra bana ne? Eskiden köprüye gökdelene ihtiyacımız yoktu. İstanbul’un nüfusu ben küçükken altı yüz bin kişiydi. Yolda insanlar selamlaşırdı, gülümserdi. O İstanbul’da yazdı Ümit Yaşar Oğuzcan, Turhan Oğuzbaş. O zaman vardı İstanbul'un yazar, çizerleri. Bunu göremiyorlarsa artık, çok zor.

Bir sokağın adı var, Münir Nurettin Selçuk diye.

Evet, bir de büst varmış.

Müze yapmak için ne gerekiyor acaba?

Ben sordum. Tanıdık, adam hep birilerini araya koymak gerekiyormuş. Sıcak bakmazlarsa konu kapanıyor.

Nota okumak ve eser okumak farklı şeyler...

Tabii, her müzikte böyledir. Kâğıt üzerindekinin fazla bir önemi yoktur. Müzisyenler onu çok güzel, kıymetli veya bir felaket haline getirebilirler.

Solist yapamazsa koro okusun diye hassasiyeti varmış Münir Nurettin Selçuk’un. Atatürk’e “Ya siz söyleyin ya ben” demiş.

Evet, çünkü babamın kulağının tahammül sınırı var. Bu kişi Atatürk olsa bile, ki çok sever, sayardı, limitleri fazla zorlamamak lazım. Müzik bu. Ben de TRT’de yaptığım programda üç kişilik koro kullandım. Onu bir kişiye yüklemek kolay değil, o sorumluluğu. Babam, rahatlıkla oynuyor, orasından giriyor, burasından çıkıyor, bir nevi fena halde cazcıydı babam. Koronun söylemesi çok doğru. Bazen trafiği, tempoyu değiştirirdi. Benim de çok yaptığım şey. Tempoyu biraz değiştirince şarkının başka bir tadı olur. Müzisyenler, klasik müzikte kurallara çok bağlıdır. Değiştirmezler. Hoca duyarsa ceza verir. Ne ayıp. Müzik yahu bu. Babam tam tersi, yenilik getiriyor. Sahnede değiştiriyor hem de; çünkü güveniyor o müzisyenlere, yeterince çalışmışlar da. Onlara da yeni bir heyecan geliyor. Otomobil Uçar Gider’i sambaya çekmiştim. Bambaşka olmuştu. Üstüne solo koyun. Güzel temeli olduğu için. Birer temeldir o eserler. Doğaçlamalarla onları açarsınız. Yeni duyguları tetikler. Şu tarafa git bakalım ne oluyor? Ama iyi müzisyenlerle, yoksa kabus senaryoları olabilir. Babam öyle değişik biriydi işte. Şöyle bir ensemble içinde babam muhteşem müzikler yapardı: Miles Davis çalsın, Elvin Jones çalsın, vb., Münir Nurettin de söylesin, inanılmaz. Çok merak ettiğim bir şey.

Başka bir şeyler de var mı bu kadar tutku ile peşinden gittiğiniz?

Müzik var. Bestelerim var. Davulum var.

Damacanalarla yaptığınız ritim atölyesi var, değil mi?

Evet. Bazen bir grup, şirketler olabiliyor, üniversite falan filan. Başta damacana ile bakıyoruz. https://youtu.be/y5NNlN4RWug Mutlu olurlarsa enstrüman alıyorlar. Sopalar zor çünkü ayrı bir iş o. Değişik bestelerim var. Timur Selçuk Orkestrası diye albüm çıkmıştı 1970’lerde. Orada dört bestem var, başka birçok bestem var değişik tarzlarda. Caz, funk projelerim var. Başka bir şey bilmiyorum, benden başka şey beklenmez zaten. Ticaret ve para işlerini beceremem. Bir caz klübü açmıştım: Naima. Öyle yani, benim hayatım böyle. Babam vefat edeli otuz beş sene oldu. Kimse yapmamış. İş başa düştü. Türk Müziği’nin içine girmiş oluyorum. Babam ile tekrar yakınlaşıyorum. Bakalım, hayat. Çok şey tetikleniyor. Heveslendiriyor beni.

Elli yıl, yüz yıl sonra bunlarla ilgilenecek birilerinin varlığına inanıyor musunuz? Şimdi sizin yaptığınız gibi...

Bir kere o İstanbul yok. Öyle eserler çıkmaz. O zamanki eserler o zaman yazıldı. Artık beklememek lazım. Şimdi şiddet, vahşet, savaş, para pisliği var, hastalıklar var. Bilimkurgu filmi gibi bir şeyden bahsediyoruz. Kayıtları dinlesinler, “Ne güzel şeyler yaşanıyormuş” desinler.

Zeki Müren’le arkadaşlıkları?

Yok.

Atatürk’le anıları?

Çok.

Oyunculuk da yapmış.

Dört, beş tane filmi var, evet.

Sarayın ahizesini kırmış mı gerçekten sesi ile?

Zannetmiyorum. Kırmak, dökmek karakteri değil, sesi ile de, hiç sanmıyorum.

Tenordu değil mi?

Evet.

Şan eğitimine yurt dışında mı başladı?

Evet. Tarım okumaya gitti ve müziğe geçti.

Aşkla arası nasıldı?

Hanımların çok hoşuna giderdi. Çok yakışıklı, çok özel bir şahsiyetti. Giyimi ile de meşhurdu müziğin yanısıra. Tanışmaya geldiklerinde filan heyecanlanırlardı insanlar.

Hafızlık var mıydı?

Dini eserleri bildiği, okuduğu malum. Hocaları aynı anda beş, altı üstat tartışırlarmış bir eserin en doğru versiyonunu babama öğretmek üzere ve eseri o şekilde hatmedermiş. Yani mükemmel ötesi bir durum, çok geniş bir repertuarı vardı. Alışkanlıkları kıran bir yanı vardı.

Yalnızlıklarına şahit oldunuz mu? Zorlandığına...

Onu bize yansıtmazdı. Bazı duygularınızı, sıkıntılarınızı çocuklarınıza göstermezsiniz. Bütün bunlara rağmen neler çıkarmış diye sonradan takdir ediliyor sanatçılar. Vefatından sonra.

Sizde iz bırakan anınız var mı?

Hepsi öyle, hepsi. O da fazla konuşmazdı, ben de. Bir saattir konuşuyorum şimdi ama bu söyleşiyi yapabilmek için. Konuşmadan uzun süre yürürdük Boğaz'da, İstinye'de. O da mutluydu, ben de. Müzik yaparken bunları kullanırsınız. İleride şahsiyetinizi oluşturacak olan duygular, tecrübeler vardır. Bana penaltı atıp antika vazoyu kırınca da babamdı, müzik yaparken de, sessiz Boğaz yürüyüşlerimizde de.

Annenizin tepkisi ne oluyordu?

(Gülüyoruz) Çoğu hanımın tepki gösterebileceği şekilde. Atalarından kalan şeyleri mahvediyoruz orada. Annem de bu arada, tiyatrocuydu. İstanbul Büyükşehir Tiyatroları sanatçılarından. Vasfi Rıza Zobu'nun talebesi. O alan da bambaşkaydı. Ben kulislerde büyüdüm. Bir babamın kulisi, beş annemin kulisi.

Okuyuculara ne söylemek istersiniz?

Kulaklarını, gönüllerini açsınlar babama. İyileşsinler, temizlensinler. Çocuklarına dinletsinler, tanıtsınlar babamı. Evlerine müzik aletleri alsınlar çeşit çeşit. Belediyelerin bedava müzik kursları var. Bol bol Münir Nurettin Selçuk dinlesinler, hele bu dönemde can simidi. Ondan sonra gerekeni yaparlar zaten.
 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.