19 Ağustos 2016

Müzik çalan mikroskop ya da ‘Let’s Play’ ya da Saniyé

Ne mutlu bana ki Saniyé’yi tanıdım. Sizin için de öyle olsun istedim

Ne mutlu bana ki Saniyé’yi tanıdım. Sizin için de öyle olsun istedim. O bir Türk-New Yorker. Bir yaşında babası vefat ediyor. Annesi ile Amerika’da hayat kuruyorlar. Biyoloji okuyor ama ‘su yolunu bulurmuş’ derler; müzikle buluşuyor, hiç ayrılmıyor ondan; ve sonra bir gün, John Lennon Ödülü’nü alıyor. Beste yapmak onu çok mutlu ediyor. Caz gitar, opera, şan, Müzik Mühendisliği okumuş. Son albümü pop. Futbol oynamış. Çok dil konuşuyor. Muzip ve oyun seviyor. Beste kardeşleri var. Amerika Milli Marşı’nı söyle(t)mişliği var. Müzik şirketi kurmuş ve yönetiyor. ‘Hepimiz aynı yerden geldik, aynı yere gidiyoruz. El ele gitmek daha güzel olur’ diyor. Yeni albümü Let’s Play bahane oldu, Saniyé’ye sordukça sordum:

 

Let’s Play’deki şarkı sözleri ve besteler kime/kimlere ait?

 

Evet, tüm şarkılar, müzik ve söz hep bana aittir. When I Don't Sleep adlı ilk albümümde tüm şarkıları ben bestelemiştim. Let's Play için de Los Angeles’a gittim kayıtlar için, ünlü prodüktör Mikal Blue ile beraber çalışırken yetenekli bestecilerle tanıştırdı beni ve yeni albümdeki parçaların birkaç tanesini onlarla da besteledim.


Karar vericiler arasında Prince, Aeurosmith gibi isimlerin bulunduğu John Lennon ödülünü Boom Sheke Nana adlı bestenizle aldığınızda neler hissettiniz?

Aslında, bana doğum günümde telefon gelmişti John Lennon Uluslararası Beste Yarışması’ndan, şaka olduğunu sandım. Şarkımın dünya müzik dalında birinci olduğunu duyunca şok oldum. Aynı anda da çok mutlu oldum tabii. John Lennon gibisi yok gerçekten, onu çok takdir ediyorum; tüm dünya takdir ediyor zaten ve seviyor, gerçekten efsane biri.  

 

Beş yaşında beste yazdığınız doğru mu? Hatırlıyor musunuz o besteyi? Paylaşabilir misiniz bizimle? 

Sizinle beş yaşında yazdım besteyi paylaşırsam bu röportaja devam etmezsiniz! Ha ha, gerçekten ama çok kötüydü. Ben bir Mozart değilim elbette. Beş yaşında iken gitar çalmasını bilmiyordum ama piyano çalıyordum biraz ve oradan müzik yapıyordum küçük küçük, artı Michael Jackson'ın danslarını taklit ediyordum. 

 

Amerika’da müzik yapmakla Türkiye’de müzik yapmak arasında nasıl farklar var peki?

Bence Amerika’da radyolarda çalan şarkıların belli bir stili var, ve o ABD'ye özel. Türkiye ise, daha çok Avrupalı tarzı var, bir de Türkçe şarkılar tabii. Amerika'da başarılı olan şarkılar Türkiye'de radyolarda çalıyor. İngilizce çünkü dünya dili. Uluslararası uçan pilotlar bile kontrol kulesiyle İngilizce konuşuyorlarmış; ikisi de bambaşka ülkelerden. Müzik konusunda tam tersi olamaz diye düşünüyorum. Türkiye'den Türkçe bir şarkıyı alıp Amerika'da başarılı olması son derece, çok çok zor. Her 10 yıl ya da 15-20 yılda bir, aradan İngilizce olmayan bir şarkı çıkıyor ve tüm dünyayı sarıyor.  Misaller: ‘Macarena’, ‘Gangnam Style’.


Saniyé adındaki “e” harfinin üzerinde neden işaret var?

Amerika'da sanatçı olarak çıktığım için Saniye ismini yanlış söylemesinler diye Fransız aksan egü'yü kullanıyorum. Burada okula giderken kuzenim Lale de aynı şeyi yaptı; Lalé olarak ismini yazdı; ve sonradan öğrendim ama Beyoncé de bunu yapıyormuş. Saniye benim babaannemin adıymış, ne yazık ki ben doğmadan evvel o vefat etmişti. Onun anısına büyük bir onurla ismini taşıyorum. 

 

1 yaşınızda babanızı kaybetmişsiniz ve onun bir dileğiymiş Amerika’da öğrenim görmeniz. Annenizle bu dileği gerçekleştirmişsiniz. Babanız için bestelediğiniz bir şarkı var mı?

Evet, hem babama hem anneme çok minnettarım. Annem ve ailem ne zorluklar geçirdi beni büyütmek için, yabancı bir ülkede yetiştirmek için okutmak için... Kendi mutluluklarını ve isteklerini feda ettiler benim için. Annem tüm gayreti ile babamın vasiyetini gerçekleştirdi.  Babam için bir şarkı değil, her yaptığım şey onun için. Let's Play albümü komple babamın anısına. Annemden birçok hikâye duydum babam hakkında ve hepsi çok komik! Gerçek bir şakacıymış; eğlenceli, muzip biriymiş, büyümüş ama çocuk gibi kalan biriymiş, oyun seven, şaka seven, insanları güldürmeyi seven, ve çocukluğunu bir yetişkin olarak yaşayan biriymiş. Babamla beraber büyüyemedim ama ne de olsa gelenler var ve birçok tarafı bana da geçmiş. Yaramaz, muzip, oyun seven, çocukluğunu tekrar tekrar yaşamak isteyen biriyim. Bunun için albümün adını Let's Play koydum, ‘Hadi, gel oynayalım’ anlamına geliyor; ve tüm albüm rahmetli Babacığım'ın tatlı, sevecen, oynak anısına. 



Müziğinizde pop, elektronik, caz, latin, bossa nova, Türkiye tınıları var. Bütün bu birliktelik hangi ülkelerde nasıl karşılık görüyor?

Doğru söylüyorsunuz, ilk çıkardığım albüm When I Don't Sleep, bu karışık tarzları bulunduruyordu; çünkü Grammy ödüllü prodüktör Henri Scars Struck ile çalışmıştım. O, bu tarz müzik için, yani elektronik, caz ve dünya müzik olarak meşhur. Bu yeni ve ikinci çıkan albüm Let's Play için daha çok pop şarkıları besteledim. Aslında ben kendimi daha çok besteci olarak düşünüyorum; şarkıcı değil ve bir çok tarzda beste yazmayı seviyorum. Bunun için Los Angeles'a gittiğimde sadece kendi albüm kayıtlarım için değil ama başka sanatçılar için de beste yazmaya gittim. Çok keyifli bir çalışmaydı. Los Angeles, California'da pop müziği çok severler, orası zaten Katy Perry'nin şehri. 



Beste yapmak sizin için nasıl gerçekleşen bir süreç?

Bir beste yazmak, ne kadar zaman tuttuğunu mı diyorsunuz? Her beste bir başka. Bunun için şarkı yaratmak çok keyifli; çünkü oluşması benim için de bir sürpriz. Bazıları yıllar sürüyor, bazıları bir ay, bazıları bir gün. Los Angeles’a gittiğinden beri en çok keyfi başkalarıyla bir besteyi beraber yazarak alıyorum. Ekip olarak çalışmak gibisi yok. Belki hayatımın çoğu kısmını tek başıma beste yazarak geçtiğim için bunu diyorum. Tek çocuk, kardeşlerini bulmuş gibi bir duygu herhalde. Aynı zevkleri paylaşan, aynı yetenekleri geliştirmeye çalışan, beraber çalışmaktan zevk alan beste kardeşler. Bu yeni albümdeki kardeşlerim ise Athena Marie Byrne, David Andronico, Bernardo Aguilera ve Hollywood Hot Sauce oluyor. 



Okullarınızdan ve okul dışındaki müzik eğitim yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz?

Tabii. Müzik eğitimine aslında çok geç başladım. Beş yaşımdan beri evde beste yazıyordum ama okulda başka programlara yazılmıştım; mesela yedi sene jimnastik yaptım. Haftada 4 kere antrenman, artı, takıma katılmıştım, yarışmalara gidiyorduk. Ondan sonra lisede futbol oynadım, lise sonda takım kaptanı oldum, dans grubuna katıldım, tiyatro yaptım; ve çok ağır matematik okudum, matematik ve fende yüksek not alarak mezun oldum. Bunun için üniversiteye devam ettiğimde yine Müzik dalı değil Biyoloji dalına girdim! Bir sene biyoloji okudum, bir buçuk seneydi aslında; ve çatlamak üzereydim. Ancak o zaman Skidmore Üniversitesi’nde Müzik bölümüne özel izin alarak geçtim. Annemler de bunu çok şükür desteklediler. Müzik bölümüne geçtikten sonra, biyoloji kadar zordu. Başka türlü zordu ama çok zevkliydi ve çok mutluydum. Skidmore Üniversitesi’nden Müzik bölümünde yüksek not alarak (with honors)-onur öğrencisi olarak- mezun oldum. Opera, şan okudum ve söyledim; ve tezimi Opera ve Müzik Mühendisliği (tonmeister) üzerinden aldım. Ondan sonra bir sene New York Üniversitesi'nde master programında Müzik Mühendisliği okudum ama bitirmedim; çünkü ilk albümüm için kayıtlara başladım.

 

Türkiye’de müziğe emek vermiş olanlar, Amerika’ya gelip yaşantısına orada devam etmek isterse, ne yapmalılar? Orada sistem nasıl işliyor?

Bence burada okullar çok iyi, tavsiye ederim. Türkiye'den gelenler iki şey yapsınlar; bir, istediği dalda bir müzik okuluna danışsınlar, yazılsınlar ve yaptığı müziğe göre Amerika'daki önemli bir müzik şehrinde yaşasınlar. Besteci olarak geliyorsanız, Nashville oranın kenti. Pop müzik, elektronik, edm, tonmeister için Los Angeles iyidir. Caz, folk, metal, çeşitli tarzlar için New York da çok iyidir. Her gün ve her yerde konser var. New York’a gelenlere bol bol konserlere gitmelerini tavsiye ederim. Bir sürü müzisyen ve müzik sektöründe çalışanlar, geceleri dışarılarda bulunuyor.


Yastık savaşı kampanyanız isteğiniz gibi sonuçlandı mı?


New York gerçekten eğlenceli bir şehir. Her sene uluslararası yastık savaşı yapılıyor; ve bu sene biz hem albüm tanıtımı için hem yardımseverlik için katıldık. Bu yastık güreşi  tarafından organize edildi, hem eğlenmek için hem de Dare2B.org destek olmak için. Dare2B organizasyon New York'daki evsiz çocuklar için yastık topluyor ve dağıtıyor; ve çeşitli programlarla evsizliği yok etmek için yardımcı oluyor. Biz herkes gibi ‘Hadi, gel oynayalım’ yani Let's Play deyip yastıklarımızı alıp hem eğlenmeye hem destek olmaya gittik. Yastıklarımızı bağışladık; ve New York'ta yaşayan ödüllü yönetmen Ali Akarçeşme ile albüm tanıtımı için küçük bir belgesel çektik.


The Fashion Magazine videonuzu izledim. Love Me’yi söylerken üzerinizdeki tişörtte ‘I never liked you anyway’ yazıyor. Bu seçimi kim yaptı?


Fashion ve modayı çok severim! 2015 yılının başında Türk giyim şirketi The Girl That Loves bana sponsor oldu. O videodaki kıyafetim ‘I never liked you anyway’ tişört dahil komple onların. Bu tişörtü çok sevdim; çünkü benim muzip ve belki biraz inatçı tarafımı anlatıyor. Yazılar birazcık da asi; ama şaka, eğlence anlamında. Ben öyle yorumladım en azından. 

 

Geçmişiniz size nasıl ilhamlar veriyor?

Bu yeni Let's Play albümünde çocukluğum ve çocukluğumda olduğum kişilik, artı babamın çocukumsu kişiliği bana ilham verdi.  Aynı zamanda bu, benim için bir istek ve hayal. Keşke hepimiz böyle olsak. Keşke herkesin babam gibi hayata karşı bakış açısı olsa: Saf, sevgi dolu, şaka dolu, eğlence dolu ve her kişinin iyi taraflarını görerek günlerimiz geçse, çocukluğumuzun geçtiği gibi. Hayata çok güzel, saf gözlerle bakınca stress kalkıyor; ve çocukken tek işimiz oynamak oluyor. Tabii herkes maalesef böyle büyümüyor, ama herkes ve her çocuk buna 1000 kere layıktır ve böyle olmalı. 


Ne kadar süredir caz gitar çalıyorsunuz? Bugüne kadar hangi caz gitaristleri hevesle takip ettiniz?

Üniversite sondan beri. Müzik kurslarımın dışında efsane Chuck D'Aloia ile caz gitara başladım ilk kez. Ondan sonrası Roni-Ben Hur, Ron Jackson... Pat Metheny konserine gittim bir kere, ama şu anki favorim, besteci ve süper yetenekli caz gitarist Dave Allen. Kendisiyle New York'ta tanıştım ve uzun süre İstanbul’da konserler verdi. Takip edilmesini tavsiye ederim.

 

Daha önceki çalışmalarınıza göre bu albüm daha mutlu bir iş diyebilir miyiz? 

Elbette! İlk albümde babamın kaybını aslında yokluğunu yaşıyordum; çünkü bestelerim günlük gibiydi. When I Don't Sleep, ilk albümdeki şarkılarım, bazıları daha ciddi ve daha acıklı, aslında. Hepsi değil ama bir kısmı böyle. Bu ikinci albüm için, yani Let's Play için artık hepinizi eğlendirmek istedim. Acıklı konularla değil, hareketli, hoş müziklerle. Kendimi ve dinleyecileri mutlu olarak bırakmak istedim. Umarım bunu başarmışımdır! 

 

Akif Hakan Çelebi ile nasıl yollarınız kesişti?

Facebook'ta onun fotoğraflarını gördüm, hayran oldum. Harika bir yeteneği var. Fotoğrafçılık ayrıca da benim küçük bir hobimdir. Sanatı çok severim; ve Akif'in çektiği fotoğraflar gerçekten muhteşem, çekici, renkli ve sanatsaldı. O zamanlar İstanbul’da oturuyordu, ben de İstanbul'a geldiğimde mesaj attım. Beraber çalışmak benim için büyük bir mutluluktu. Şimdi kendisi fotoğraf kariyerini yanılmıyorsam Hong Kong'da devam ettiriyor.


Let’s Play’i yolda insanlara siz dinletmişsiniz. Ve tam o sırada hem çok eğleniyorsunuz hem de çok pozitifsiniz. Bu hissiyatın sırrı müzikle yaşamaktan mı geçiyor?

Tabii. Bence mutlu olmanın sırrı, mutlu bir çocuk gibi yaşamaktır. Çocukken bizi korumak için büyükler çoğu zaman stresli olan olayları bizden uzak tutar. Bu güzel saflık buradan kaynaklanıyor. Büyüdükçe daha bilinçli oluyoruz. Hayatın acılarını yaşıyoruz. Etrafımızdaki olanlardan etkileniyoruz. Sorumluluklarla strese giriyoruz. Tabii bunların hepsini yok etmek imkansız. Hayatın anlamı hem iyi günler hem kötü günler yaşamaktır. Ama her ne kadar kısa olsa bile de, ben dinleyencilere pozitif bir dünya yaratmak istiyorum. Let's Play albümü ile 45 dakika hayatınızdaki zorlukları, stresli konuları unuttun. Reşarj olun! Benim de çok ihtiyacım var çünkü. Beraber oynayalım, gülelim, eğlenelim. 

 

Saniyé Music YouTube kanalında futbol oynayan siz misiniz?

Evet, benim! Bu sene Türkiye 2016 Euro Cup Croatia maçından evvel sosyal medya hesaplarım için ‘bol şans’ videosu çekmek istedim. Daha önce anlattığım gibi liseden beri futbol oynamıyorum, biraz nefes nefese kalmadım dersem yalan söylemiş olurum! Belki tekrar başlasam antrenmanlara seneye beni milli takıma alırlar. Hmm, yok, bence ben müzikle ilgilenirim biraz daha. Futbolu ve sporu da severim, ilk aşkım jimnastikti zaten. 

 

Şu sıralar neler dinliyorsunuz?

Şu sıralar arkadaşlarımın yeni çıkan albümlerini dinliyorum. Bunlar Roenin, Jenni Alpert, Gina Sicilia, Craig Greenberg, Rachael Sage, Meiko. 

 

Hangi vokaller sizi etkiledi/ilginizi çekiyor?

Adele. Adele dünyanın en kötü şarkısını söyleyebilir ve hâlâ etkileyici olur. Adele gerçek bir sanatçıdır. Sadece sesiyle değil, hikâyeleriyle ve kişiliğiyle bizi büyülüyor. Konuşurken çok şirin, şarkı söylerken de bu vokalleri olağanüstü. 

 

The Girl from Ipanema’yı Türkçe de söylüyorsunuz. Nasıl oldu o karar? Ve o sözleri kim yazdı?

The Girl From Ipanema dünyaca ünlü ve efsane bir şarkıdır, yazarı Antonio Carlos Jobim. Bu ilk Bossa Nova şarkılarından öğrendiğim biridir; ve çok tanınmış olduğu için, yaklaşık her dilde söyleniyor. Baktım ki Türkçesi yok, annemle beraber sözlerini çevirdik. Birçok caz programında bu parçayı söyledim. Tuncel Gülsoy'un Cazkolik programında söyledim; CNN Türk'te, başka zaman Fatih Erkoç ve Kerem Görsev ile Bodrum Antik Tiyatrosu’nda beraber. Türkiye'de herkes bu şarkıyı tanımıyorsa tanımasını da isterim.

 

Kediniz var mı?

Maalesef. Çok tatlı bir tekir kediciğimiz vardı; Türkçe adı Minnoş’tu, 14 sene yaşadı ve benimle beraber büyüdü. Onu kaybettikten sonra yokluğunu hâlâ çok hissediyoruz.  Hayvanları çok severim.  Bu hayvan ve özellikle kedi sevgisi hem anne tarafından hem babadan geçmiştir.

 

En sevdiğiniz caz standartları neler?

Oy, nasıl bir soru bu? Caz da çok severim, pop müziğini de çok severim. Caz standartları gibisi yok ama. Radyodaki çalan hit pop şarkılar gelip geçer. Caz standartlar bir sebep ile ‘standart’ oluyor. Jenerasyon aşan şarkılar çünkü. Bakayım, en sevdiklerimin bir çoğunu Ella Fitzgerald söylüyor: Lullaby of Birdland Summertime, Blue Skies, Take the ‘A’ Train, I Thought About You, Stormy Weather; ve bir sürü, bir sürü... 

 

Türkiye’deki hangi müzik kulüplerine gitmeyi seviyorsunuz?

Genelde Türkiye'ye geldiğimde ailemi görmeye geliyorum ve biraz dinlenmeye.  

Arkadaşlarla müzik dinlemeye gittiğimde en çok festivalleri seviyorum. Yaz sezonu açık hava konseri gibisi yok. Bunlardan İstanbul Caz Festivali, One Love Festivali, Rock n' Coke gitmiş olduğum müzik etkinlikleri. Yurtdışından sanatçılar ve değerli yerli sanatçılarımızı aynı sahnede görmek büyük bir keyif. 

 

Türkiye’de son zamanlarda yaşanan olayların size yansıması nasıl oldu?

Politikaya karışmıyorum. Sanatçı kalbim var. Herkesin huzur, sevgi ve mutluluk içinde yaşamasını dilerim. İlerisi için en iyisini ümit ederim. 

 

Albümünüzü hangi kanallardan edinebiliriz?

Let's Play albümü iTunes’tan satın alıp indirebilirsiniz. Bu yolu seçersensiz bizi mutlu edersiniz çünkü satışlar listelere gönderiliyor. Listeye çıkan albümlü sanatçılar Amerika’da Talk Show TV programına çıkabiliyorlar. Müzik satın almak sanatçılara ve bestecilere destek olmak oluyor. 

 

Yeni albümünüzdeki You (Can't) Won't Make Me Come’ı çok sevdim. Bu şarkı Türkçe olsaydı nasıl olurdu?

Bu şarkı aslında İngiliz sanatçı Lily Allen için bestelenmişti. Prodüktörüm  Mikal Blue bu şarkıyı o kadar çok beğendi ki vermemi istemedi. Lily Allen gibi, Amy Winehouse'un muzip sözlü şarkıları, başka dilde olmaz bence. Anlamını kaybeder. Bu şarkıda şakacı sözler ve Amerikan argo cümleleri kullanıyorum, onun için Türkçe'de yürümez. İngilizce şarkılar ABD kültürüne göre yaratılmış. ‘Söğüt Dalına Manda Yuva Yapmış’ İngilizce'de olabilirmi?!  Türk kültürüne göre tercüme edilenemeyecek bir çok şarkı misalinin bir tanesi...

 

Dansla aranız nasıl? Oryantal? Tango? Pole? Caz?

Ay, tango dansı ve müziği nasıl severim; ama henüz dans etmesini bilmem. Özel ders almak lazım. Daha önce caz, ballet, ve modern dans okudum, küçükken de lisedeyken, ama tango değil. Oryantal da çok severim, hatta, Kapalı Çarşı’dan dansöz kıyafeti alarak lisedeki dans programımda tek başıma şov yapmıştım. Herkes çok bayıldı. 

 

Finale kaldığınız Star of the Day yarışması sizin için nasıl bir deneyimdi?

Evet, Aralık 2015 ayında Fox TV 'de Let's Play albümündeki bulunan kendi bestemi söyledim, yarışmadaki jüri bana ‘Star of the Day’ yıldız ödülünü verdi, o günkü program için. Bölümü kazanmıştım. Daha sonra halk oylamasıyla finallere kaldım. Finalist olarak bitirdim yarışmayı ve gerçekten çok eğlenceliydi. Bana destek veren herkese teşekkür ederim! 


Biyoloji bilginiz müziğinizi etkilemiş midir?

Hayır. Kesinlikle hayır. Gülüyorum çünkü biyolojiden kaçmak için tüm cesaretimi topladım. Bir bölümde iyi notlar almak ille de o meslekte devam etmek istediğime dair değil. Üniversitede müzik bölümüne geçince, birkaç kişi şaka yaparak dalga geçti, ‘Müzik çalan mikroskop yaratırım belki’ dediler, ben aldırmadım. Aslında iyi fikir! 

 

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Yoğun. Müzik şirketi başlattım ve yönetiyorum. Annemin yaşı ileri ve yalnız yaşadığı için ona bakıyorum. Konser hazırlıklarım var, önümde Londra seyahati ve konser... Üzerimde sorumluluk çok; ama hayatımı değiştirmem. Boş olmaktansa yoğun olmak iyidir. Şükredecek çok şey var... 

 

Dünya nasıl bir yer sizce?

Dünya güzel bir yer. Daha da güzel olabilir. İstifade etmesini bilen çok büyük potansiyeli olan bir yer. Daha çok sevgi, şefkat, anlayış, barış, ve kardeşlik olabilir. Hepimiz aynı yerden geldik, aynı yere gidiyoruz. El ele gitmek daha güzel olur... 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.