23 Kasım 2014

Şu 'delik ayakkabılar' konusunda daha samimi olmaya ne dersiniz?

Kimse için kılımızı kıpırdatmadan yırtık ayakkabılara üzülerek 'erdemli' olacağız, öyle mi?

Hepimiz iyi insanlarız, değil mi?

Ahlaklı, vicdanlı, duyarlı bireyleriz.

Evet, hayat kavgasında bazen kızıp sinirlendiğimiz ve başkalarına karşı hata yaptığımız olabilir.

İstemeden kötü davrandığımız, bencillik yaptığımız zamanlar da olur.

Ama altın gibi bir kalbimiz vardır aslında.

Ve bir gün televizyonda, ölen madenci oğlunun cenazesinde delikli lastik ayakkabılarıyla saf tutan 75 yaşında bir ihtiyar gördüğümüzde...

Tereddütsüz cız eder hepimizin içi!..

Üzülürüz, gözlerimiz yaşarır, derin bir nefesle kederleniriz...

Bütün bunlar da yetmez; tepkimizi dışa vururuz:

"Yazık zavallı adama!" deriz.

"Yoksulluğun gözü çıksın!" diye iç çekeriz.

"Adaletin bu mu dünya!" deyip isyan ederiz.

"Bu ne biçim ülke, ne biçim devlet!" diye haykırırız.

Ekranda bize kıyasla pek düzgün konuşamayan, bizim kadar eğitimli görünmeyen ve bize göre epeyce yoksul olan (tam burada halimize şükrederek gizli bir mutluluk duygusu yaşamayı ihmal etmeyelim!) ihtiyara acıyarak, hatta ağlayarak bu kadar sert hayat şartlarında dahi gönlümüzün ne kadar yumuşak kalabildiğini sergileriz (bir de bu "insani zenginliğimizden dolayı" yeniden kendimizi daha iyi ve ahlaklı hissedelim!).

*   *   *

 

"Meseleye daha geniş bakabilenlerimiz", olayın günümüz siyasetiyle bağlantısını kurmaya girişir.

En kolayı, hiç kuşkusuz, delik ayakkabılarla ihtişam hırsının son büyük kanıtı olan milyonluk (kaç)AK Saray'ı ve yolsuzluk simgesi "ayakkabı kutularını" yan yana koymaktır.

İşgüzar Vali'nin yetkili olduğu sınırlar içindeki yoksul ihtiyarı televizyonlarda defalarca izledikten sonra, acele yeni ayakkabılar alınıp ona gönderilmesi talimatı da kolayca kınanabilecek, "devletin gücü buna mı yetti?" sorusuyla tepki gösterilebilecek bir konudur.

Elbette bugün servetinin büyüklüğünü kestirmekte zorluk çektiğimiz Sayın Cumhurbaşkanımız'ın, bir vakitler "okula delik ayakkabılarla gittiğinden" bahsetmesi de eşitsizliğin sergilenmesi bakımından isabetli bir örnek sayılabilir.

(Beş yıl kadar önce New York’taki Levin Enstitüsü’nde konuşan Recep Tayyip Erdoğan şöyle diyordu: "Küçük Tayyip okula yaya giderdi. Okula giderken annem elimden tutmazdı. Ayakkabılarım delik deşikti. Yağmurda, kışta, sıcakta ayakların kızardığıbilirdim." 24 Eylül 2009, Hürriyet.)

"İki Recep kıyaslaması" yaparak Cumhurbaşkanı'nın yanında adaşı Recep Göe'nin ne kadar yoksul ve korunmasız olduğunun sergilenmesi de pek mümkündür.

Bütün bunlara tamam diyelim.

Hangi görüntülerin ve haberlerin/yazıların seyircilerle okurların ilgisini çektiğini çok iyi bilen tecrübeli gazetecilerin ustalıklarını da es geçmeyelim.

Tekrar tekrar delik ayakkabıya odaklansın fotoğraflarla kameralar; durmadan bu haber verilsin, bu konu yazılsın; bu arada televizyon kanalları delik ayakkabıları zumlarken görüntüyü yavaşlatsın, bir de bu gibi durumlarda işe yarayan birkaç bildik hüzünlü müzikten birini kullansın.

Tamam mı?

Oldu mu?

Toplu halde üzülüp ahlaklı olma seanslarımız başarılı geçiyor mu?

Hep birlikte "vicdanımızın derinliklerine inerek" ulvi duygularla rahatlayabiliyor muyuz?

 

*   *   *

 

Siz bu "üzüntü showlarınız" arasında pek duyamıyor olabilirsiniz, ama Recep Gökçe bu durumdan çok rahatsız.

Delik ayakkabı ve "devlet yardımı" konusundan, kendisine telefonla ulaşmaya çalışarak maddi yardım teklif edenlerden, bütün bunlarla durmadan "gündem yaratan" gazetecilerden çok rahatsız.

Aslında o, rahatsızlığını siz ayakkabısına bakarken dile getirmeye çalıştı. Lastik ayakkabının ve ayakkabıdaki deliğin önemsiz olduğunu anlatmaya gayret etti. Devletin kendisine gönderdiği yeni ayakkabıları da pek umursamadığını kibarca dile getirdi, "Göndermişler bir kere, ne yapalım, almasak olmaz" diyerek birçoğumuzun kavrayamadığı incelikte tepkisini ortaya koydu. Kendisinden söz ederken kimseden asla maddi yardım almadığını, parası olmasa bile var dediğini araya sıkıştırdı. Lakin anlamak istemediniz.

Yürekten kopup gelen "Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı!" sözleriyle kendisinden önce "medyatik" olan eşi Ayşe Göe gibi güçsüzlüğüne teslim de olamıyor Recep Bey. "Kalkıp oralara kadar gelen" gazetecilere bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ama bir, üç, beş, on...

Yeter!..

Ayşe ve Recep Gökçe'nin yoksulluktan, yırtık giysilerden ve delik ayakkabılardan çok daha önemli bir sorunu var bugün: Oğullarını yitirdiler.

Ermenek'te pisi pisine kurban edildi 39 yaşındaki Tezcan Göe.

Evlatlarına ağlamak istiyorlar.

Ne yeni ayakkabılar, ne 1349 lira aylık, ne üzüntülü mesajlar, ne de yardımsever yüz ifadeleri!

Gidenin arkasından yas tutmak istiyorlar.

Biraz sessizlik lütfen!

 

*   *   *

 

Gerçekten de ilginç bir toplumuz biz.

İşaret ve semboller ile onlara karşı gösterilebileceğimiz yüzeysel ve geçici tepkilere ölümüne tutkunuz.

Bugün de bizi büyüsü altına alan şey "bir çift delik ayakkabı"...

Allah aşkına, gerçekten de delik ayakkabıların bu kadar önemli olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Çoğumuz giymedik mi delik ve yırtık ayakkabıları? Giymiyor muyuz? Kaç defa "pençe" yaptırmadık mı?..

Siyaset hokkabazlarının "dünya devletiyiz", "bölge lideriyiz", "en bük 16. ekonomiyiz" gibi sözlerini dinlerken (ve bazılarımız alkışlarken bile), aslında ne kadar yoksullukla çevrili olduğumuzu, çoğumuzun durmadan sıktığı kemerleri bir türlü gevşetemediğini bilmiyor muyuz?

Gelir dağılımı eşitsizliğinde dünyanın en adaletsiz ülkelerinden biri olduğumuzu hiç mi duymadık?

Emek sömürüsünün sık sık hiçbir kurala ve yasaya dayanmadan, tümüyle keyfiyet üzerinden ve ölçüsüzce sürdüğü bir memlekette yaşadığımızı unuttuk mu?

Bakın, durmadan aynı felaketler tekrarlanıyor: Maden trajedileri, asansör faciaları, trafik kazaları...

Her sabah aynı ne uyanan ve kaderini değtirmek için tek bir kararlı adım atmasıbile beceremeyen aciz bir toplumuz.

Devasa yolsuzlukları bile - bir böz alkışlarla, ötekiler etkili karşı çıkma yöntemlerini bir türlü bulamadan - yutup sindiren bir milletiz biz.

Ahlak ve din söylemlerine bayılır, ama burnumuzun dibinde adaletsizlik içinde kıvranan halklara ve topluluklara acımaz, hatta bir darbe de biz indirmeye çalışırız.

Gırtlağımıza kadar vicdansızlık içine gömüldüğümüz bir ortamda, çocukları, kadınları, işçileri, şu ya da bu açıdan azınlık durumuna düşmüş olanları desteklemek için istifimizi bile bozmaz; ama biraz daha yiyip içmek ve fazla ihtiyacımız olmasa da yeni mobilya, yeni telefon, yeni araba ve yeni ev sahibi olmak için bütün enerjimizi harcarız.

Hemen yanı başındaki insanların hayatını bir gramlık, bir milimlik, bir dakikalık iyileştirmek için kılı bile kıpırdamayan bizler; televizyon ve gazetelerde gördüğümüz kederli bir ihtiyarın yırtık ayakkabısına üzülerek birdenbire "iyi", "erdemli", "nezih" olacağız, öyle mi?

İnsan olmak o kadar kolay mı sanıyorsunuz?

@AksayHakan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar