03 Aralık 2017

Ne de olsa aynı gemide miyiz? Sizinle mi? Daha neler!..

Hayat dediğin nedir ki, huzur olmadan? Kutular veya odalar dolusu paran da olsa... Zamanın mutlu geçmiyorsa, onu ölçen kolundaki pahalı saat neye yarar, usta?

Zarrab diye bir adam...

Sevimsiz bir surat...

Küçük yaşta üçkâğıtçılığı öğrenmiş.

Hatta bazı prensipleri sıkı sıkıya benimsemiş.

“Orospu ile memurun parası peşinen ödenmeli” diyor, mesela.

Hayat herkese bir şeyler öğretiyor.

Ve bir şeyleri de öğretmiyor.

Ona da parayla, dolandırıcılıkla, “kiminle nasıl konuşma sanatı”yla, “parayı bastırıp boyun eğdirme ustalığı”yla ilgili çok şey öğretmiş.

Hak, hukuk, ahlak, vicdan falan da ona uzakta kalmış.

Ama küçük yaşta “bildiklerim bana yeter” havasına girmiş.

Bizim televizyon kanallarında bilgiç bir edayla, hafifçe arkaya kaykılarak, gazetecilere her an fırça atabilecek üslupla nasıl konuştuğunu ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçe açığının yüzde 15’ini tek başına karşıladığını” nasıl anlattığını hatırlarsınız.

Daha 20’li yaşlarını bitirmeden Türkiye Cumhuriyeti’nin çok önemli bazı kişilerini parayla “yola getirmesini” becermiş.

Kimisine avro vermiş...

Kimisine dolar...

Kimisine TL...

Kimisine saat...

Rüşvet vermede rekortmen bir yolsuzluk ustası.

Milyarlarca dolar dağıtmış.

Devletin üst yöneticileriyle senli-benli...

Görüşmesine yetişemeyecek gibi olunca İstanbul trafiğinin başındakilere bir telefon sallıyor; hoop, emniyet şeridini kullanma izni alıyor.

O derece rahat...

O derece esir almış herkesi.

Bir ara Zarrab denilen bu adamdan hesap sorulacak gibi olmuştu.

Sonra baktık, ödül verdiler.

Birkaç yıl geçti.

Şimdi yine her gün bu adamı konuşuyoruz.

*          *          *

Burada durdum.

Yukarıya bir baktım.

Zarrab denilen bu adamla ilgili kaç cümle kurmuşum diye...

Ne kadar çok.

Kalemin (klavyenin) kirlendiği hissine kapılıyorum.

Böyle birinin benim yazımda, hayatımda ne işi var!

Yazık!..

Midem kalkıyor.

Bana ne böyle zarrabgillerin paralarından, rüşvetlerinden, peşinen verdikleri paralarla esir aldıkları orospulardan ve memurlardan!..

Ama...

Olmuyor işte...

Gündemimiz bu.

Gırtlağımıza kadar zarrablaşan bir gündemin dibindeyiz.

Her yanımız yapış yapış...

*          *          *

Zarrab’ı vaktiyle el üstünde tutanlar şimdi karalamaya çalışıyorlar.

Taktik öncelikler değişiyor tabii.

Ama “meselenin esası” aynen devam ediyor:

Ne pahasına olursa olsun siyasetin, devletin, ekonominin tepesinde bulunmayı sürdürmek...

İktidarda kalmak...

“İyi ve mutlu bir hayata devam etmek” denmez buna pek.

Çünkü en ufak bir huzurları kalmamış durumda.

Hatta hayat bile denmez.

Hayat dediğin nedir ki, huzur olmadan?

Ya para pul? İster ayakkabı kutuları dolusu olsun, ister odalar, binalar dolusu...

Huzur olmazsa ne işe yarar?

Zamanın mutlu geçmiyorsa, asıl işlevi onu ölçmek olan kolundaki zavallı (evet, zavallı) saat yüz binlerce avro da olsa, neye yarar, usta?  

*          *          *

İktidar ve onu destekleyenlerin Zarrab’ı...

Muhalefet ve ABD’deki davadan kendi yapamadıklarını yapmasını uman insanların Zarrab’ı...

“Ne yazalım efendim?”, “Ne gösterelim?”, “Neyi ne kadar yazıp/gösterip, ne kadar yazmayalım/göstermeyelim”ci iğrenç gazetelerin ve televizyonların Zarrab’ı...

Metrodakilerin, otobüstekilerin, kahvedekilerin bir futbol maçı havasında izleyip yorumladıkları Zarrab...

İçimiz dışımız bu sevimsiz adamla doldu.

Yalnız içerdeki değil, dışardaki gündem de bu:

“Türkiye ve Zarrab”...

“Türkiye ve milyarlık rüşvetler”...

“Türkiye ve rezillikler”...

Birileri diyor ki: “Dur bakalım orada!”

“Dünya söz konusu olduğu zaman, içerde hepimiz birlik olmalıyız.”

Nedenmiş o?

“E, biz hepimiz buralıyız. Aynı gemideyiz. Batarsak hep birlikte batarız.”

*          *          *

Ne?

Aynı gemide miyiz?

Sizinle mi?

Daha neler!..
Her şeyden önce gırtlağına kadar adaletsizlik bataklığına batmış insanları batmakla tehdit etmeniz acı bir gülümsemeyi davet ediyor.

Ayrıca o sözünü etmekten pek keyif duyduğunuz gemide bizim gibilerine ne yer kaldı artık?

Dümen öylesine uzaklaştı ki...

Güvertede özgürce dolaşmak bile zorlaştı...

Çoğu kez “gemi sahiplerinin” asabi tepkilerine hedef olmamak, ancak kazan dairesi seviyesine inerek mümkün olabiliyor.

Zarrablardan ve onların “parasını peşinen ödedikleri”nden nefes alacak hava bile kalmıyor.

Zaman zaman filikalarla aşağı inenler olsa da, onlar da başka gemilerle savaşa gönderilenler oluyor.

Çevrede iyi komşu da kalmadı, dost gemi de...

“Aynı gemide” Kaptan’ın gözüne çarpmadan kölece kürek çekmek...

Ya da kırbaç cezasına çarpılmak...

Bu mu hayat?

*          *          *

Rus ressam İlya Repin’in (1844-1930) bir eseri var: “Volga Nehri’ndeki burlaklar”...

Burlak dedikleri o dönemlerde römorkör rolünü üstlenip vücutlarına bağladıkları halatlarla gemileri kıyıya çeken işçiler... Daha doğrusu köleler...

Zarrab tartışmalarında bazı iktidar ve hatta kimi muhalefet sözcülerinin “Hepimiz aynı gemideyiz” sözleri bana bu ünlü resmi hatırlatıyor.

Geminizi fırtınalardan kurtarmamız, sonra da vücutlarımıza bağladığımız halatlarla kıyıya çekmemiz gerekiyor, öyle mi?

Çünkü “hepimiz buralıyız” demek?

Hayır, baylar hayır!

“Aynı gemideyiz” edebiyatını boş verin!

Ortak gemimiz falan değil...

Sizsiniz batmakta olan.

İlya Repin, Volga Nehri'ndeki köleler, 1870-1873

Yazarın Diğer Yazıları

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar

Bahsedilen sayı değil insandır

Gerçekleri örten sayıların ruhunu tanımaktaki isteksizliğiniz yüzünden savaşlar, çatışmalar, trafik kazaları sürüp gidecek...Ve siz hep kaygısız dinleyeceksiniz o kanlı sayıları...

Bir sonraki Cumhurbaşkanı kim olmalı?

Türkiye'de aynı anda hem akıllı hem de ahlaklı olmak, seyrek rastlanan bir durum. Liderin bu iki özelliği taşıması benim en büyük dileklerimden biri