03 Temmuz 2011

Kaygısızlar, saygısızlar ve densizler

Her yerde, her zaman karşıma çıkarsınız. Kendime sığınak yaptığım evimden dışarı adım atar atmaz sizinle karşılaşıyorum...


Sizden nasıl bıktım, bir bilseniz!..
Her yerde, her zaman karşıma çıkarsınız. Kendime sığınak yaptığım evimden dışarı adım atar atmaz sizinle karşılaşıyorum.
Durakta sizinle birlikte otobüs bekliyoruz. Gelen otobüs boş olmasına karşın, açıkgözlük edip önüme geçmeye, gerekirse kol ve dirsek hareketleriyle beni safdışı etmeye çalışıyorsunuz. Otobüs sizlerle dolu. Biriniz hemen yanı başımda korkunç bir sesle sümkürüyor. Benim midem kalkıyor, ama sizin umurunuzda mı? Bir başkanız üzerime adanıp günün yorgunluğuna karşın yolculuğunu benim sırtımda yapmaya hevesleniyor. Uyardığım zaman, bana “ne olmuş yani biraz abandıksa?” gibisinden kırgın bakıyor.
Ön sıralara doğru ilerleyerek sizden kaçmak istiyorum. Ama orada da varsınız. Ağzınız sarımsak veya soğan kokuyor. Sizi görünce insanın “afiyet olsun!” diyeceği geliyor. Bu hoş (!) kokudan sanki herkesin yararlanmasını ister gibi derin nefeslerle onu yüzüme doğru üflüyorsunuz. Korkunç şapırtılarla, garip ağız hareketleriyle ve dilinizin yardımıyla, kürdan kullanmadan dişinizin arasında sıkışmış et parçasını çıkarmaya çalışıyorsunuz bir de. Yana çekiliyorum.
O da ne? Ayağımın üzerine bir buldozer çıktı. Yine siz! Nereye bastığınızın farkında bile değilsiniz.
Zorlukla çekiyorum ayağımı. Siz kaygısız gözlerle bana bakıyorsunuz. Öyle ya, ayağımın incisi mi döküldü sanki?
Bunlar yetmedi gibi, burnumun dibinde bağıra çağıra konuşmaya başlıyorsunuz. Aman Tanrım, insanlar birbirlerine 20 santim mesafeden konuşurken neden bu kadar bağırırlar? Yoksa konuştuklarının otobüsün en arkasından da duyulması şart mıdır? Üstelik bir de ani el-kol hareketleriyle destekliyorsunuz anlatınızı; parmağınızın gözüme girmesine son anda engel olabiliyorum.
Otobüsten inip de yolun karşısına geçmeye çalıştığımda sizlerden oluşan bir şoförler ordusu, sanki canımı almak için üzerime sürüyorlar arabalarını. Ne birbirinize, ne de yayalara yol vermeye ant içmişsiniz anlaşılan. Güçlükle kurtarabiliyorum canımı.
Sizden kaçmak, sizi unutmak istiyorum. Örneğin, sinemaya gitmek bu yolda işe yarayabilir. Bilet almak için sıraya giriyorum. Ve aynı anda sizi görüyorum. Şunun sırasında 3-4 kişilik bir sıra var; neden biriniz beni iteler, neden diğeriniz uyanıklık yapıp başını başka yerlere çevirerek ve gözlerine safça bir ifade vererek sıranın önüne dalar? Biraz bekleseniz kıyamet mi kopar sanki? Neyse, size çok uzakta bir koltuğa yerleşiyorum ve kendimi filme vermeye hazırlanıyorum. Film başlıyor.
Olamaz! Yanımdasınız! Sizin sohbet, gülüşme, popcorn ve çekirdek seslerinizden filmdeki konuşmaları duyamıyorum. Ya sabır çekiyorum. Ama o da ne? Arkamda da siz varsınız. Dizlerinizi benim koltuğum arkasına dayadınız ve film müziğinin ritmine uygun olarak benim koltuğu sallamaya başladınız. İyi de, size benim müziğe göre beşik misali sallanmak istediğimi kim söyledi? Anlaşılan filmleri yalnızca evde izlemeye mahkum olmak en iyisi.
Evet, eve dönmeli. Yani sığınağa, kaleye, siperlerimin ve surlarımın gerisine. Şükür ki orada yoksunuz. Kapıyı çektiğim zaman sizden uzak rahat nefes alabiliyorum.
Ama sokağa çıkmadan da yaşanmaz ki! O sokaklar ki sizin işgaliniz altında.
Yollarda cep telefonuyla bağırarak gezinen sizsiniz. Arabanızı üç arabanın park edebileceği bir yere bırakıp “benden sonra tufan” diyen de sizsiniz. Aynı arabanın direksiyonunda yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basan da. Tepemize halı silkerek, bizi kirletme pahasına temizlik yapan sizsiniz.
Her yeri, küçücük asansörleri bile o vazgeçemediğiniz sigaranızın dumanıyla zehirleyen, hoşgörü beklemekten çok, kayıtsız bir itaat talep eden yine sizsiniz.
Her yerde, her zaman karşıma çıkarsınız.
Sizden nasıl bıktım, bir bilseniz!..

Yazarın Diğer Yazıları

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar

Bahsedilen sayı değil insandır

Gerçekleri örten sayıların ruhunu tanımaktaki isteksizliğiniz yüzünden savaşlar, çatışmalar, trafik kazaları sürüp gidecek...Ve siz hep kaygısız dinleyeceksiniz o kanlı sayıları...