09 Nisan 2017

ABD’nin Suriye saldırısının Ankara’da bu kadar coşku uyandırması ürkütücü

Suriye'ye ABD bombalaması gerçekten de Türkiye’nin çıkarına mı? Esad nefreti ve intikam adına Rusya ile yeni gerginliklere girebilir miyiz?

Dünyanın en yetenekli, en akıllı, en bilge, en uzun vadeli düşünen vs. vs. lideri olduğunu hiç sanmadığım ABD Başkanı Trump, başa geldikten çok kısa bir süre sonra bir dizi konuda (en fazla da iç politikada) köşeye sıkışmıştı.

Suriye’de kimyasal patlama meselesi ortaya çıkınca mutluluktan havalara uçtu.

Sonra da Suriye'nin Humus kentindeki Şayrat Hava Üssü’nü havaya uçurmaya çalıştı.

Danışmanları Trump’un önüne koydukları raporlarla bu saldırıdan önce ve sonra şunu söylediler:

“Hiçbir risk yok, efendim. Her durumda siz kazanıyorsunuz. Üstelik bir sürü devlete mesaj vermiş oluyorsunuz.”

“Her durumda kazanma” konusundan ben pek emin değilim açıkçası.

Ama şu sıralarda görünen tabloya bakarsan, sanki öyle gibi.

Bu arada Trump rahatladı, kendine güveni geldi.

Bir Rus gazetecinin deyişiyle, “görevde üç ayını henüz doldurmayan Trump, Suriye’ye düzenlediği bu saldırı ile ilk ciddi dış politik adımını atmış oldu”.

Aferin ona!

 

*             *             *

 

“Kimyasal saldırı” iddiaları henüz açıklık kazanmadan, kimin, neyi, nasıl yaptığı kanıtlanmadan, meselenin hem savcısı, hem avukatı, hem yargıcı, hem de azraili olmaya soyundu Trump ve Suriye’ye Tomahawk füzeleri yağdırdı.

Bir taraftan da bunun “tek perdelik bir oyun” olduğu haberlerini yaydı.

- Yani ABD tam olarak savaşa girmiyor; bir seferliğine bombalayıp çekiliyor.

- “Oradaki savaşta asıl olanın Esad değil, IŞİD’le mücadele olduğu” açıklamasından dönmedi; kısacası öncelik hâlâ radikal İslamcı teröristler.

- Rusya ile işbirliği yapma sözlerinden vazgeçtiğini de açıklamadı ve Suriye denklemini tersyüz edeceğini ilan etmedi.

Ama...

Tüm bu alanlarda dengeleri sarsan ve birkaç hamle sonra (isteyerek veya istemeden) çok daha farklı sonuçlar doğurabilecek ciddi bir adım atmış oldu.

Bu adımı atarken de, “baş belası” saydığı Kuzey Kore’ye, onunla iyi geçinen Çin’e, Ortadoğu’da İran’a, elbette Rusya’ya (ki başından beri “Moskova’nın adamı” olduğu yolundaki iddialardan bıkıp usandığı ortadaydı) ve Suriye’ye mesajlar göndermenin rahatlığıyla sırtını koltuğuna dayayıp gelen tepkileri izlemeye başladı.

*             *             *

 

Rusya ve İran, olayı “egemen bir ülkeye yapılan saldırı” olarak değerlendirip Amerika’ya tepki gösterdi.

Batı dünyası – biraz ruhsuz ve cılız bir koro halinde de olsa – ABD’nin Suriye bombalamasını selamladı.

En “sıkı destek açıklamaları” iki adresten geldi: İsrail ve Türkiye’den.

Galiba Türkiye’nin sergilediği coşku, İsrail’i epeyce geride bıraktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırının doğru ama yetersiz olduğunu söyledi ve ABD yöneticilerini “Esad’ı devirmek için” yüreklendirmeye çalıştı.

Türkiye Esad’ı devirmekten vazgeçtiğini açıklamamış mıydı?

Rusya ile girdiği işbirliğinde (ki Suriye’de harekât yapabilmesinin temel koşuluydu bu) savaş önceliğini Esad’dan başka yerlere (herkes gibi IŞİD’e ve ayrıca kendi önceliği olarak Kürtlere) vermiyor muydu?

 

*             *             *

 

Moskova’nın ABD’nin Humus’ta gerçekleştirdiği bombalama sonrasında gösterdiği “kontrollü sert” tepkilerden biri, Rusya Savunma Bakanlığı ile Pentagon arasında “Suriye’deki hava operasyonları sırasında güvenliğin sağlanması anlaşmasının askıya alınması” oldu.

Bu karar, bir ihtimal, Türkiye ile Rusya arasındaki askerî işbirliği şemasını da etkileyebilir. Hatta Türkiye’nin Suriye’de hava operasyonu yapmasını imkânsız kılabilir.

Ama ne gam!

Bombalamadan sonra mevkidaşı Çavuşoğlu’nu arayan Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, diplomatik bir üslupla “Rusya ile Türkiye’nin, Suriye krizinin barışçıl yollardan çözülmesine yönelik çabalarını baltalayacak bu tür saldırılar kabul edilemez” diyerek Ankara’nın sorumluluğunu ima etti.

Çavuşoğlu o kadar diplomatik üsluba gerek duymadı; “Esad’ın arkasında durmayın!” dedi.

*             *             *

 

Peki, bu saldırı gerçekten de Türkiye’nin çıkarına mı?

Türkiye, Rusya ve İran arasında kurulmuş olan üçlü işbirliği ne olacak?

Sahi, Ankara, Astana sürecinden vaz mı geçti?

Zaytung “Putinci olarak başlanan haftanın sonunda Trumpçı olma” espirisiyle güldürüyor. Ya da artık güldürmüyor...

Amerikalılarla daha düne kadar PYD konusunda gergindik. Buna Gülen’in iadesi konusunu da ekleyebiliriz.

Şimdi ne oldu? ABD’nin “bir seferlik bombalaması” Türkiye’yi neden bu kadar heyecanlandırdı?

Ankara, Suriye’deki savaşın sonlandırılması sürecinde “garantör” konumunda değil mi? Astana, ona bu yükümlülüğü vermemiş miydi?

Üstelik ABD’nin peşine takılıp yeni Suriye planları yapmamız, Rusya’dan ne gibi tepkiler görecek; bunu düşünmüyor muyuz?

(Dün son dönemde Rus dış politikasının değişimindeki önemli isimlerden biri olan Fyodor Lukyanov, “Amerikan bombalamasını hemen ve dört elle savunan Türkiye konusunda dikkatli ve temkinli olmalıyız. Onu bir ortak olarak değerlendirirken asla hayallere kapılmamalıyız” yorumunu yaptı.)

Domates, turizm falan derken, onlardan çok daha büyük sıkıntılar yaşayabileceğimiz ortada olan (24 Kasım 2015 bunu yeterince gösterdi) Moskova ile yeni gerginliklere girebilir miyiz?

Ne adına?

Esad nefreti ve intikam hırsıyla mı?

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar