23 Şubat 2012

Nazi kurbanı Türkler

Almanya\'da bugün bayraklar yarıya indi, saygı duruşları yapıldı. Almanya\'da aşırı sağın kurbanları resmi törenlerle anılıyor...

 

 
Almanya'da bugün (23 Şubat 2012) bayraklar yarıya indi, saygı duruşları yapıldı. Almanya'da aşırı sağın kurbanları resmi törenlerle anılıyor.
 
Oysa Tam da Türklerin Almanya’daki varlığına ve geleceğine ilişkin iyimserlik ülkeyi sarmıştı. Herkes, Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün 50’nci yılı nedeniyle hazırlanan kültürel, bilimsel ve siyasal çalışmaların sunumlarıyla, sonuçlarıyla meşguldü. Bir anda Almanya’da 2000-2006 yılları arasında sekiz Türk, bir Yunanlı göçmenin öldürüldüğü bir dizi cinayetin, bombalı saldırı ve kundaklamanın sağcı teröristlerce işlendiği ortaya çıktı ve gündem tamamen değişti.
 
Her şey, 4 Kasım 2011’de Almanya’nın doğusundaki Zwickau kentinde bir evin havaya uçmasıyla başladı. Ev, aynı gün bu patlamadan üç saat önce, 180 kilometre uzaklıktaki Eisenach kentinde, bir karavan içinde cesetleri bulunan iki sağcı teröristle, kız arkadaşlarına aitti. Evin, daha sonra polise teslim olan, ancak bu konuda hiç konuşmayan Beate Zschaepe tarafından, terörist arkadaşlarının isteği üzerine havaya uçurulduğu tahmin ediliyor. Bir diğer tahmin de, 1998 yılından beri aranan Uwe Böhnhardt (34) ve Uwe Mundlos (38) isimli teröristlerin, olaydan önce banka soyma girişiminde bulundukları, daha sonra olay yerinden kaçarken polis takibine yakalandıkları ve yakalanacaklarını anlayınca da intihar ettikleri yolunda. Evlerinde ve karavanlarında çok sayıda ateşli silah bulunan, yeraltında oldukları dönemde, bu silahları adam öldürmek üzere sık sık kullandıkları ortaya çıkan iki teröristin, neden çatışmadan ölmeyi tercih ettikleri sorusu, yanıtsız. Ancak, yanmış karavan ve bombayla havaya uçurulmuş evdeki ipuçları ve “ölü olarak ele geçirilen iki terörist”in geçmişi, Almanya’daki Türklerin tarihinin yeniden yazılmasını gerektiriyor.
 

Ölüm makineleri

 
Yıllarca yaşadıkları kentte, Neo-Nazi gruplarda aktif olarak yer alan üçlü, bombalı bir saldırı nedeniyle aranmaya başlayıp, illegaliteye geçtikten sonra, NSU adı altında çok sayıda şiddet eylemi gerçekleştirdi. Sekizi Türk, biri Yunanlı, biri de Alman (Türkler arasında Alman vatandaşları da var), en az 10 kişinin ölümü, Köln’de, kentin ‘Küçük İstanbul’ olarak bilinen Keup Caddesi’nde 20’den fazla Türk’ün ağır yaralandığı, iş yerlerinin tahrip olduğu bombalı eylem (2004) başta olmak üzere, çok sayıda saldırının faili onlar.
 
Almanya’nın dört köşesinde Türkleri hedef alan çetenin, Ludwigshafen’da dokuz Türk vatandaşının yaşamını yitirdiği (2008) yangın da dâhil olmak üzere, çok sayıda kundaklama eylemini gerçekleştirmiş olabilecekleri söyleniyor. Heilbronn’da işledikleri ve burada polis devriye aracındaki memurlardan birini öldürdükleri, diğerini ağır yaraladıkları da ortaya çıkarılan olaylardan.
 
Peşpeşe ulaşılan olgular, bu çetenin uzun yıllar yeraltında varlığını sürdürebilmesi için aşırı sağcı çevrelerden yoğun destek aldığını gösteriyor. Şimdi gözaltına alınan, tutuklanan, hakkında soruşturma açılanların sayısı sürekli artıyor. Bu arada çetenin ‘başarısı’nın ancak polis ya da istihbarat içinden destek almalarıyla mümkün olabileceği ileri sürülüyor. Destek olmasa bile, güvenlik güçlerinin ihmali ve beceriksizliği söz konusu.
 

‘Derin devlet’ kuşkusu

 
Olaylar, sanki Türkiye’deki örneklerine benzer şekilde, kamuoyunun belki de hiçbir zaman tam olarak aydınlanamayacağı bir ‘derin devlet’ komplosuyla karşı karşıya olunduğuna işaret ediyor.
 
Peki, solcular ya da İslamcılar söz konusu olduğunda dünyanın en etkin istihbarat ve polisine sahip Almanya’da böylesine bir skandal nasıl mümkün olabiliyor?
 
Bu sorunun yanıtı, şimdilik verilemiyor. Ancak büyük birleşmenin gerçekleştiği 1990 yılından bu yana 200’e yakın can almış sağcı şiddetin takibatı ve bununla mücadelede aciz kalınmasının en önemli nedenlerinden biri, Almanya’da sağ terörün, yaygın ve örgütlü olarak varlığını ve faaliyetlerini sürdürüyor olduğu gerçeğinin bir türlü kabul edilmemesi. Oysa son soruşturmalarda ortaya çıkan ipuçları da bu tezi destekliyor. Örneğin, cinayetler devam ederken, aşırı sağcı çevrelerde hit olan bir şarkıda, açıkça bu eylemlerden övgüyle söz ediliyor. Ama aşırı sağı, yüzlerce köstebekle takip ettiği sanılan istihbarat örgütü, bu bilgiye ulaşıp, cinayetlerle bağlantısını ortaya çıkarmaya çalışmamış bile. Ya da cinayetlerden en az birinde, olay yerinde olduğu kanıtlanan bir istihbarat ajanının, aşırı sağ eğilimli olması ve çevresinde ‘Küçük Adolf’ olarak tanınmasında da ciddi bir ipucu niteliği görülmemiş.
 

Selma Ertan neden kendini yakmıştı?

 
Alman polisi ve istihbaratı, yıllardır Türklere yönelik, bir bölümü can alan şiddetin arkasında mafya, aile içi anlaşmazlıklar, kan davası, hatta Türk istihbaratının vs. olabileceği kuşkularını açıktan ya da el altından ama sürekli gündeme getirerek, ülke tarihinin en büyük komplosu karşısında en azından aciz kaldı. Her saldırıdan sonra kurbanların aileleri kuşkulu sorgulamalara, soruşturmalara hedef oldu. Yıllarca babalarının, eşlerinin, oğullarının yasadışı faaliyetler yüzünden öldürüldüğü kuşkusuyla yaşadılar.
 
Polis yıllarca, her cinayette susturucu takılarak kullanılan, kovanları olay yerinde bırakılmayan silah dışında, bu cinayetler arasında ortak bir yan olmadığını açıklayıp durdu. Oysa ortak yan belliydi. Kurbanların hemen hepsi Türk’tü. Cinayetleri Türk düşmanlarının, ırkçıların işlediği ortadaydı. Ama katilleri hiçbir zaman orada aramadılar.
 
30 yıl önce, Almanya’daki yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığın böylesine çok can almadığı dönemde, genç bir Türk kadını, sanki bu günleri görmüşcesine toplumu uyarmaya çalışmıştı. 26 Mayıs 1982’de Hamburg’da sokak ortasında üzerine benzin dökerek, kendisini yakan 25 yaşındaki Semra Ertan’ın protestosundan etkilenenler oldu. Ünlü gazeteci Günter Wallraff’ın kitabı ‘En Alttakiler’i ithaf ettiği üç kişiden biri Semra Ertan’dı. Ama sonra unutuldu.
 

Utanç yeter mi?

 
Şimdi ortaya çıkan son gerçekler, Cumhurbaşkanı, Federal Meclis Başkanı ve Federal Başbakan dâhil devletin en üst düzey temsilcilerinin “Utanç içinde olduklarını” açıklamalarına yol açıyor. Federal Meclis, konunun gündeme alındığı bir oturumuna öldürülen kurbanlar için saygı duruşuyla başladı. Cumhurbaşkanı, bu saldırılarda hayatlarını kaybeden kurbanların ailelerini, yakınlarını sarayında ağırlayarak, devlet adına özür diledi. Saldırı kurbanlarının ailelerine -miktarı çok düşük de olsa- tazminat ödenmesine karar verildi. Berlin’de 23 Şubat 2012’de düzenlenecek anma töreniyle de cinayetlerin kurbanları anılacak; devlet, başta cumhurbaşkanı olmak üzere bir bütün olarak ülkedeki yabancı düşmanlığına ve şiddete karşı tavır alacak.
 
Ama yetmiyor. Kasım ayı başından bu yana derinleştikçe yeni bir boyutu ortaya çıkan cinayetler, Almanya’daki göçmenlerin sadece güvenlik güçlerine değil, tüm kurumlarıyla devlete güvenlerinin sarsılmasına yol açtı. Sarsılan bu güveni, ne kadar içten olursa olsun, kurbanların anısına yönelik jestlerle, özürlerle, tazminatlarla yeniden tesis etmek mümkün değil. Cinayetlerin tam olarak aydınlığa kavuşması bile, bunun için yeterli olmayacak gibi.
 
Belki de sorun, işin özünde. Zira, Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün 50’nci yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler sırasında, Almanya’daki Türk varlığının her şeye rağmen “Hoşgeldin!” ile karşılandığı izlenimi doğmuş, son yıllarda esas itibarıyla Türkleri hedef alan ayrımcı, ırkçı ‘entegrasyon tartışmaları’ ve ‘entegrasyon politikaları’nın neden olduğu bunaltıcı hava dağılmış görünse de, bu etkinliklerin hiçbirinde, yaklaşık 20 yıl önceki Mölln ve Solingen katliamlarına yer verilmiyor ya da verilse bile küçük, önemsiz, bütünü belirlemeyen bir ayrıntı olarak yansıtılıyor. Sorunu gerçekten tanımlamadan da çözüm mümkün olmuyor.
 

2000-2006 yılları arasında işlenen seri cinayetler

 
Halit Yozgat
Kassel
06.4.2006
 
Enver Şimşek
Nürnberg
09.09.2000
 
Abdurrahim Özüdoğru
Nürnberg
13.06.2001
 
İsmail Yaşar
Nürnberg
09.06.2005
 
Süleyman Taşköprü
Hamburg
17.06.2001
 
Mehmet Kubasik
Dortmund
04.04.2006
 
Habil Kılıç
Münih
29.08.2001
 
Theodoros Boulgarides
Münih
15.06.2005
 
Mehmet Turgut
Rostock 
25.02.2004
 

NAZİ KURBANI TÜRKLER

 
- 1 Haziran 1981 / Ludwıgsburg: 44 yaşındaki Seydi Battal Koparan, aşırı sağcı motosiklet çetesi Stander Greif’ın üyelerince dövülerek öldürüldü.
 
- 22 Haziran 1982 / Norderstedt: 26 yaşındaki Tevfik Gürel, aşırı sağcılarla Türkler arasındaki kavgada dövülerek öldürüldü.
 
- Haziran 1985 / Hamburg: Bir grup Neo-Nazi dazlak, 29 yaşındaki Mehmet Kaymakçı’yı sokak ortasında dövüp, kafasını beton blokla ezerek öldürdü. Saldırganlardan birkaçı hapis cezası aldı ve hepsi yaşları küçük olduğu için ceza indiriminden yararlandı.
 
- 24 Aralık 1985 / Hamburg: Yaklaşık 30 Neo-Nazi dazlak tarafından sokak ortasında beyzbol sopası, balta gibi sert cisimlerle dövülerek ağır yaralanan 26 yaşındaki Ramazan Avcı, üç gün tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Cenazeyi Türkiye’ye göndermek üzere toplananlar da Neo-Nazilerin saldırısına uğradı, bir baba ve oğlu ağır yaralandı. Saldırganlardan dördü, 5-10 yıl arasında hapis cezası aldı, gençlik indiriminden yararlandı.
 
- 17 Aralık 1988 / Schwandoorf: Neo-Nazi örgütü ‘Nationalistische Front’ üyesi Josef Saller, Türklerin oturduğu evi kundakladı. Çıkan yangında, 49 yaşındaki işçi Osman Can, eşi Fatma (43) ve oğlu Mehmet (11) ile 47 yaşındaki Jürgen Hübener yaşamını yitirdi. Katil mahkemede açıkça “Yabancılardan nefret ediyorum“ diyerek, suçunu kabul etti.
 
- 12 Mayıs 1989 / Berlin: Bir çocuk babası Ufuk Şahin, Berlin’de aşırı sağcıların yoğun olduğu Maerkischen Viertel’de uğradığı bıçaklı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
 
- 28 Aralık 1990 / Hachenburg: 17 yaşındaki Nihat Yusufoğlu, aşırı sağcılar tarafından arkadan bıçaklanarak öldürüldü. Yusufoğlu, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra aşırı sağcılar tarafından öldürülen ilk Türk vatandaşı.
 
- 23 Kasım 1992 / Mölln: Hamburg yakınlarındaki Mölln kentinde, iki Neo-Nazi, geceyarısı Türklerin yaşadığı iki evi kundakladı. İlk saldırı, evdekilerin yangını erken fark etmesi üzerine iki yaralıyla atlatıldı. İkinci evde ise üç kişi (51 yaşındaki Bahide Arslan ile torunları 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 10 yaşındaki Yeliz Arslan) yaşamını yitirdi, bazıları ağır, yedi kişi yaralandı. Saldırganlar olaydan kısa süre sonra yakalandı. 25 yaşındaki Michael Peters ömür boyu, 19 yaşındaki Lars Christiansen 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Peters 14, Christiansen 7.5 yıl sonra serbest bırakıldı.
 
- 27 Aralık 1992 / Meersbucsh: 20 yaşındaki Şahin Çalışır, aşırı sağcılar tarafından öldürüldü.
 
- 9 Mart 1993 / Mulheım: Bir alışveriş merkezinde aşırı sağcıların saldırısına uğrayan kalp hastası 55 yaşındaki Mustafa Demiral, olay yerinde yaşamını yitirdi.
 
- 29 Mayıs 1993 / Solıngen: Yaşları 16-23 arasında değişen aşırı sağcı dört kişi, bir Türk ailesinin oturduğu evi gece yarısı kundakladı. Faciada iki genç kadın ve üç kız çocuğu (Saime Genç /4, Hülya Genç /9, Hatice Genç /18, Gülsüm İnce /27 ve Gülistan Öztürk /12) hayatını kaybetti. Ailenin 17 üyesi, bir kısmı ağır olmak üzere yaralandı. Bunlar arasında biri altı aylık, diğeri üç yaşında iki bebek de bulunuyor. Olay sırasında 15 yaşında olan Bekir Genç, o günden bu yana en az 30 ameliyat geçirdi. Saldırganlar bir ay sonra yakalandı. Katillerden 24 yaşındaki Markus Gartmann, 15 yıl hapis cezası aldı. Diğer katiller Felix Köhnen (18), Christian Buchholz (22) ve Christian Reher (19) ise yaşları küçük olduğu için 10’ar yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ayrıca kurbanlardan Bekir Genç’e 250 bin euro tazminat ödemeye mahkûm oldular. Katillerin ikisi iyi hallerinden dolayı, cezasının tamamını çekmeden serbest bırakıldı. Şu anda hepsi serbest. Hiçbiri ödemeleri gereken tazminatı ödemedi. Parayı almak için takibat yapılmıyor, çünkü savcılık adreslerini -tehdit altında oldukları gerekçesiyle- gizli tutuyor.
 
- 18 Şubat 1994 / Darmstadt: Aşırı sağcı bir Alman, sürekli tehdit ettiği komşusu Bayram ailesinin evine silahlı saldırıda bulundu. Olayda, eşi ve kızı gözlerinin önünde kurşunlanan Ali Bayram yaşamını yitirdi.12 yaşındaki diğer kızı Aslı ağır yaralandı. Bu olaydan 11 yıl sonra üniversite öğrencisi Aslı Bayram, Almanya güzeli seçildi (2005).
 
- 9 Ağustos 2002 / Sulzbach: 19 yaşındaki Ahmet Şarlak, bir şenlik sırasında aşırı sağcıların saldırısına uğradı ve bıçaklanarak öldürüldü.
 
-25 Şubat 2004 / Rostock: Katil zanlılarının çoğu Doğu Almanya kökenli. Cinayetler ise Batı Almanya'da işlendi. Bu noktada Kürt kökenli mülteci Mehmet Turgut cinayeti önemli, çünkü o da Doğu Almanya topraklarında yaşıyordu. Turgut öldüğünde, üzerinden kardeşi Yunus'un kimliği çıktı.
 
- Ve 2000-2006 yılları arasında seri cinayetler geldi.
 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Fazıl Say ve Nazım Hikmet, Frankfurt’taydı

Büyük şair Nazım Hikmet’in eserlerini ve yaşamını, ona yakışan derinlikte yorumlayan Fazıl Say’ın eserinin icrası muhteşem oldu

Nedim Gürsel'in kitabı Türkiye'de Yargıtay'da, Almanya'da ödül adayı

Nedim Gürsel\'in kitabı “Allah\'ın Kızları”nın Almancası çıkar çıkmaz, Almanya\'da yabancı yazarlara verilen önemli edebiyat ödüllerinden birine layık görüldü.

Almanya devletin başını yenilerken

Ülkenin 11\'nci, Angela Merkel döneminin 3\'ncü cumhurbaşkanı olacak Joachim Gauck\'ı, seleflerinkinden biraz daha farklı bir başlangıç bekliyor