22 Ekim 2015

Ezber olarak “hukuk devleti”

“1915’te soykırım olmamıştır” demek tabii ki özgürlükse, “PKK terör örgütü değildir” demek de kuşkusuz öyledir

Ezber hayatı çok kolaylaştıran bir şeydir. Ezberimizde olanı uygun yerde hatırlayınca, kendi zihnimizden sufle almış gibi oluruz.

Mesela “Türkiye bir hukuk devleti!” iyi bir ezberdir. Bunu pek çok operasyon ve davada, o operasyon ve davaların arkasında durmak için kullanabilirsiniz. Kimse size “hukuk” derken neyi kast ettiğinizi sormaz, çünkü “hukuk devleti” de kendi içinde ayrı bir ezberdir ve ona dokunulmaz.

Fakat devran döner, vaktiyle alkışladığınız operasyonlar sizin başınıza gelir. Hukuk yine hukuk, devlet aynı devlettir. Siz yine ama bu sefer diğer taraftan bakarak “Türkiye bir hukuk devleti!” demeye devam edersiniz. Gördüğünüz gibi, aynı ezber iki durumda da işe yarar. Ama hukuk derken neyi kast ettiğinizi size hala kimse sormamaktadır.

Bunun yanında bir de “bağımsız yargı!” ezberi var. Onun içi de bir o kadar boş.

Önce hukuktan başlayalım.

Hukukun kapsamlı analizi için doğru adres hukuk fakülteleri – olmalı tabii, ama bu analizin sayısı 100’ü aşan hukuk fakültelerinde ne şekilde yapıldığından emin olmak kolay değil.

Özet geçersek; içimizdeki adalet duygusuyla “hukuk” teriminin karşılığı farklı şeyler. Bir terim olarak hukuk, “devlet tarafından kabul gören davranış şekli” olarak tanımlanmaya daha müsait.

Bunun sebebi, mahkemelerin uyguladığı mevzuatın devlet tarafından tek başına yapılıyor olması. Yani burada partiler üstü bir “devletin bekası” konusu var ve kanunlar bu kaygı üzere düzenleniyor. Sonsuzluk ülküsüne neyin uygun düşüp düşmeyeceğine de, elbette yine devletin kendisi karar veriyor.

Olur da devlet bir “tekel” tarafından yönetilirse, topluma gösterilen örnekler ve sürdürülen politikalar da o tekel üzere olacağı için, hukuk da elbette o yöne evriliyor.

Yani mühür kimdeyse, Süleyman gerçekten o oluyor.

Hukuk devletinden kasıt ise, devletin kendi oluşturduğu hukuka saygılı olma yükümlülüğünden ibaret. Nitekim hayatın acımasız gerçekliğinde hukukun devleti olmaz, devletin hukuku olur.

Buradaki yapısal sorun, hukuku belirleyen devletin bambaşka yeni hukuklar belirlemesinin her zaman mümkün olmasıdır. Replik şudur: “Sen hukuka uymadığımı söylüyorsan, o zaman ben hukuku kendime uydururum.”

Bunu yapmasında “devletin hukuku” yönünden, yani mekanik bir sorun olmayabilir. Kanuna uymuyorsa kanunu kendine uydurur, o yeni kanuna uyunca da “kanuna uymamak” problemi çözülmüş olur. Zaten “meseleleri mesele etmeyince ortada mesele kalmaması,” siyasi geleneğimize de uygundur.

Bağımsız yargı ise, aslında hakim ve savcıların devletten dahi çekinmemeleri gerektiğini de ifade eder. Ama bu ifadenin gerçekleri yansıtmadığını zaten biliriz.

Kanunların toplumdan çok devletle olan göbek bağı meselesini şimdilik kenarda bırakalım. Fakat hakim-savcı bağımsızlığı konusundaki sorunlar atama ve tayinlerden daha kapsamlı.

Bir hakimin adalet duygusu ne kadar gelişmiş olursa olsun, özlük dosyasının elinde olduğu hükümetle ters düşmesi halinde başına geleceklerden korkması çok vahim bir mesele. Diğer taraftan, hakim ve savcıların kendilerini aslen nerede gördüklerini gerçekten biliyor muyuz?

Söz konusu avukatlar olduğunda konuşmak biraz daha kolay. Bizim yerimiz, “Türk milleti adına” karar veren –ki o söylem bambaşka bir mesele– mahkemenin karşısında durmakla bellidir.

Görüş ve inançlarımız elbette ayrı olacaktır ama en nihayetinde ortak noktamız, müvekkilin hakkını kanun çerçevesinde koruyabilme amacıdır. Bu öyle bir amaçtır ki, ulaşabildiğimiz takdirde oyundaki herkes kazanır. Peki hakim ve savcının hassasiyeti hangisi tam olarak; vatandaş mı, devlet mi, hukuk mu, kendisi mi? Kendisi dersek, bu durumun kaynağı gerçekten o kişi mi?

Hakimlik ve savcılık, bu soruların kategorik olarak cevaplanabileceği meslekler değil. Çünkü “kategorik” bir hareket alanları yeterince yok. Bağımsızlıkları kendilerine dahi bırakılmamış, ancak ve yine devletin oluşturduğu bir karineyle düzenlenebilmiş mesleklerden söz ediyoruz.

Örneklerle gidersek, soruşturma başlar başlamaz yakalama talep eden savcının ve talebi kabul eden hakimin, vatandaş veya hukuk konularında hassas olduğunu düşünmek pek mümkün değil. Belki devlet konusunda hassaslardır ama “kutsal” devlet böyle yücelecek bir şey hiç değil.

Şüphelinin kimliğinden bağımsız olarak; yakalama, ancak başka türlü ulaşamayacağınız kişiler için söz konusu olabilir. Örneğin kişiyi o an birini döverken görürseniz kaçmasına mahal vermeden derhal yakalayabilirsiniz.  Ya da diyelim ki kişiye ifadesini vermek üzere davetiye göndereceksiniz ama adresini tespit edemiyorsunuz veya kaçma şüphesi var. Yakalama kararı ancak böyle hallerde çıkarılabilir.

Yani adliyenin içinde çalışan ve görevine devam eden birine yakalama çıkarılamaz. Kişinin işlediği iddia edilen suçun da bu konuyla hiç ilgisi yoktur.

Adresi belli kişiye tebligat yapmadan yakalama isteyen savcıyla bu talebi kabul eden hakimin mesleki hassasiyetleri de son derece sorgulanabilir bir şeydir.

Diğer taraftan, “Türkiye bir hukuk devletidir” diyorsanız, bir kuralın birine uygulanıp diğerine uygulanmamasını savunamazsınız.

“1915’te soykırım olmamıştır” demek tabii ki özgürlükse, “PKK terör örgütü değildir” demek de kuşkusuz öyledir. PKK’yı terör listesine alan, devlettir. Vatandaş olarak ben kişisel fikrimi o minval üzere şekillendirmek zorunda olamam.

İşte Terörle Mücadele Kanunu’nun en büyük sorunlarından biri de zaten budur. Devlet, yaptığı kanunla, her bir vatandaşa kendisiyle hemfikir olmasını dayatmaktadır. Oysaki kanunla bağlı olmak başka, aynı fikirde olmak başkadır.

Bu kadar insan, bu kadar basit algılanabilecek şeyler yüzünden nelerle uğraşarak yaşıyor. Nasıl direnmeyelim?

 

@goksungokce

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz