04 Ocak 2019

Sinema-yapımcı kavgası bir yana, Netflix ve benzeri platformlardan dünyaya bakmak…

Sinemaların kurnaz fiyat arttırma taktikleri yerine Netflix'in ayak seslerini dinlemelerini tavsiye ederim

Prof. Manfred Osman Korfmann’ın ardından, Troya’nın kazı başkanlığını üstlenen Prof.Dr.Rüstem Aslan’ın çok ilginç kitapları var. Bu kitaplardan birisi "Homeros, İlyada ve Troya" ismini taşıyor ve çocukluğumdan bu yana sorduğum bir soruya cevap verdi; "Homeros neden önemli?"

Aslında cevabı Yuval Hariri'nin Sapiens kitabında da var. Homo Sapiens dediğimiz ve içinde bizim de olduğumuz insan ırkı, hikaye anlatmayı/dinlemeyi seviyor. Batılıların Yunan saydığı Homeros da, aslında memleketlimiz. İzmir doğumlu, Ege bölgelerinde dolaşıp durmuş (en fazla Sakız da yaşamış) ve özelliği "hikaye anlatıcısı".

Bugün yerinde Netflix, StarZ, PuhuTV, BluTV vs var. Tabi ki, öncesinde tiyatro vardı, sinema vardı, TV vardı ama Netflix benzeri platformlar farklı bir eşik anlamına geliyor. 2019'a girerken, internet altyapısı kötü, millet GPS ile uğraşıyor, biz neredeyiz vs  yerine, 21ci yüzyılın getirdiklerine dair eğlenceli hikayeler anlatalım..

Sinemaların kurnaz fiyat arttırma taktikleri yerine Netflix'in ayak seslerini dinlemelerini tavsiye ederim

2 sene önce yazdığımız --burayı tıklayarak ulaşabileceğiniz-- yazıda Netflix'in sinemalar için çanları çaldırdığını, o günkü gelişmeler çerçevesinde anlatmıştık. O dönemde Fransız sinemacıları Cannes'daki yarışmaya katılan Netflix yapımlarının gösterimini engellemişlerdi. Ama bu suyun akışına ters bir yaklaşım.  

Benzer bir yaklaşımı bugünlerde Mars Sinema salonları şirketinin gösterdiğini, Cem Yılmaz, Birol Güven, Yılmaz Erdoğan gibi yapımcıların sözlerinden duyduk, anladık. Anlaşılan Türk sinemacıları daha ne olup bittiğini bile anlayamamışlar. Tekel hale gelmenin onları ancak 1970-80lerde kurtaracağını farkında değiller. Oysa altlarındaki halı çoktan çekiliyor.

Çünkü, belli bir fiyata --ki Mars Sinema biletinin yarı fiyatına-- 1 ay boyunca, istediğiniz sayıda filmi, istediğiniz anda seyretme olanağınız var. Üstelik filmden önce ve arada, 45 dakika reklam seyretmeniz filan da gerekmiyor.

Üstelik hayli size özel olanaklarınız var. Mesela sıkıldığınız sahneleri ileriye, ya da anlamadığınızı geriye sarabilirsiniz. Birden fazla seyredebilirsiniz. Tabi evinizin, kendi koltuğunuzun, --patlamış mısır olsun, olmasın-- kendi istediğiniz eğlencelikler, yiyeyecekler, içecekler eşliğinde.

Gerçi Netflix'in "sizin için seçtik" bölümü bence verimli çalışmıyor ya da "yeni çıkanlar" bölümünde aylar önce çıkmış filmler hala duruyor var ya da hiç seyretmek istemeyeceğiniz filmleri gözünüzün önünden kaldırmaya yarayan (Listem seçeneğinin tersi) bir seçenek yok. Bence daha gelişmesi gereken yerler var ama yine de o an ki ruh halinize uygun seçim yapmayı kolaylaştıran bazı olanaklar var ve şimdilik yeterli geliyor.

Yani bugün Netflix ve benzeri platformlar, sinemalardan çok daha rahat. Dolayısıyla sinemaların hayatı fiyat arttırımı ile değil ancak farklı olanaklar sunması durumunda sürer. Ya da böyle mısırın arkasına saklanan kurnaz fiyat artışları ile, internetin yıkıcı (disruptive) özelliğinin hışmına daha hızlı uğrarlar ve yokoluş daha çabuk gelir.

Çünkü en önemlisi, Netflix daha önce görmediğimiz bir dünyayı ayağımızın altına seriyor. Örneğin senelerdir Amerikan filmlerinde kötülenen 1917 Rus devrimini, Rusların kendi filmlerinde --hem de Rus kültür bakanlığı tarafından desteklenen filmlerde-- kötülediğini görmek sizi şoka uğratabilir, bambaşka şeyler düşünmenize neden olabilir. Ya da Avustralyalıların Çin korkusunu daha önce farketmemiş olabilirsiniz. Lady Di'nin ölümü ile tartışmaları alevlenen İngiliz Kraliyet Ailesinin içinin boş, kraliçenin bilgisiz ve cahil, kocasının yaramaz ve çapkın olduğunu, Churchill'in bencilliği ile 1950'lerde hava kirliliğinde bir sürü İngiliz'in ölmesine karşı önlem alamayacak kadar yaşlı bir döneminde olduğunu ve karşısındaki muhalefetin de (bizdekine benzer şekilde) gol atmayı beceremediğini anlayıp şaşırabilirsiniz. Güney Kore-Kuzey Kore'nin birleşmesinin içeriden ve dışarıdan engellendiğini, İngiltere'nin nasıl kurulduğunu, Atlas Okyanusunda Golf-Stream'in nelere yol açtığını görmek de ayrıca çok farklı..

Değişimden nefret edenler için zor ama değişim sevenler için heyecan dolu bir dünya. Yani hikaye anlatıcılarının yeni platformu artık sinemalar değil, bu platformlar.

Bunu daha iyi anlatabilmek için, size Netflix'den bir kaç örnek sunacağım.

İskoçya Hakkında Ne bilirim ki?

Haziran 2014’de Edinburg’a gitmeden önce, İskoçya ve İskoçlarla çok ilgilenmemiştim. Öncesinde Scotch viskisinin popüler ve Sean Connery’nin İskoç olduğunu biliyordum. Freddy Mercury’nin “who wants to live Forever” şarkısı ile ünlü iyiler-kötüler arasındaki ebedi savaşı anlatan Highlander (İskoçyalı) [1] filmini zamanında seyretmiştim ve Mel Gibson’ın ünlü “Braveheart (Cesur Yürek)” [2]f filmini ise kısmen TV’den ama dosdoğru seyretmemiştim bile..

Edinbra şeklinde telafuz edilen Edinburg’dayken, yakında bir referandum olacağını ve İngiltere’den ayrılmak istediklerini öğrendim. Çünkü Kuzey Denizi petrollerinden iyi para kazandıklarından, bizim İngiltere olarak adlandırdığımız Birleşik Krallıktan [3] kopmanın zamanının geldiğini düşünüyorlardı. Bu referandum İngilizlerin —bombalamaya varan— tehditleri altında eylül 2014’de yapıldı ve sonuçta % 55 hayır çıktığı için ayrılma gerçekleşmedi [4]. Bugün, Brexit sonrası yeniden 2ci referandum tartışılıyor. Çünkü İskoçlar Brexit’e % 62 hayır demişlerdi.

Peki neden birdenbire, İskoçlarla ve tarihleri ile ilgilenmeye başladım?

Yarın size bunu anlatacağım.. Netflix’den bir kaç örnek..


[1] Highlander (İskoçyalı)

[2] Scottish independence (İskoç 2014 Referandumu)

[3] Bizim İngiltere olarak adlandırdığımız UK yani United Kingdom (Birleşik Krallık), 4 bölgeden meydana geliyor. İngiltere olarak adlandırılan ve The Last Kingdom filminde anlatılan bölgeyi yani Londra ve çervesini içeren bölge, İskoçya, Galler Bölgesi ve Kuzey İrlanda.

[4] The Scottish Tories are preparing to back a second Brexit referendum

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur